Ana içeriğe atla

İran neyin peşinde?

İran’ın gizli nükleer çalışmalarının ortaya çıkarıldığı 2002 yılından itibaren, başta ABD ve İsrail olmak üzere ilgili ülkeler, İran’ın nükleer teknolojisinin ne düzeyde olduğunu öğrenebilmek ve nükleer bomba yapması olasılığına karşı Birleşmiş Milletlere bağlı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun (International Atomic Energy Authority - IAEA)  denetimine girmesi için baskı uyguladılar. İran’da halen devam etmekte olan nükleer çalışmalar şu an korkulan düzeyde olmasa bile gelecekte ne amaçla kullanılabileceği herkesi endişelendirmektedir

New York’ta geçtiğimiz hafta gerçekleşen Birleşmiş Milletler toplantısının en önemli konusunu İran ve İran’ın nükleer çalışmalarının barışçıl olduğunu ve kendilerine gelen tehditlere kulaklarının kapalı olduğunu özellikle vurgulayan yeni başbakanlarının konuşması oldu. İran başbakanı Mahmut Ahmedinecad’in söz aldığı toplantıda ülkesinin nükleer enerji üretme hakkını savundu. Ahmedinecad ayrıca Isfahan nükleer merkezinde yürütmekte oldukları programı Kasım 2004ten beri Avrupa üçlüsü olarak tanımlanan İngiltere, Fransa ve Almanya ile yaptıkları görüşmeler sebebi ile durdurdukları fakat bu görüşmelerden bir sonuç çıkmaması sebebi ile Ağustos 2005 itibari ile çalışmalarına devam etme kararı aldıklarını ifade etti.
Birleşmiş Milletler toplantısında tekrar gündeme gelen İran’ın nükleer alanında yaptığı araştırmalar aslında uzun zamandır ABD, İsrail ve Avrupa Birliği ülkelerini endişelendiren bir konu. Bu problemin ilk patlak verdi tarih ise Ağustos 2002. Bu tarihte İran’ın Natanz ve İsfahan’da uranyum zenginleştirme tesisi inşa ettiği fakat bu konuda Birleşmiş Milletlere hiçbir bilgi vermediği ortaya çıkarıldı. Eylül 2002’de İran ilk nükleer reaktör yapımına başladı. Aralık 2002’de çekilen uydu fotoğrafları bu 2 tesisin varlığını ispatladı. ABD’nin kitle imha silahı yapmakla suçlaması üzerine İran, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumunun (International Atomic Energy Authority - IAEA) inceleme yapmasına izin verdiğini açıkladı. Bu tarihten sonra başlayan incelemelerde bulunan “nükleer silah yapımına uygun zenginleştirilmiş uranyum” sebebi ile uranyum zenginleştirme çalışmalarını durduracağına dair bir protokol imzalaması için Avrupa üçlüsü tarafından İran’a baskı uygulandı. İran bu talebi yerine getirdi. Fakat imzalanan bu protokole rağmen İran’ın uranyum zenginleştirmeye devam edip etmediği hakkında bir ipucu bulunamadı. ABD İran’ın programa devam ettiğine inandığını dile getirdi.
Şubat 2004’te, Pakistan’ın nükleer bombasını yapan Abdülkadir Han’ın İran’a nükleer bomba yapma bilgisini (know how) sattığı ortaya çıkması ile gözler tekrar İran’a çevrildi. İran bu konuda bir açıklama yapmayıp zenginleştirmeyi durdurmayı kabul ettiğini duyurdu fakat yine durdurmadı. Bu gelişme üzerine IAEA İran’a nükleer programını tanıtması için bir süre tanıdığını açıkladı. Bu gelişmeler yaşanırken ABD İran’ı Birleşmiş Milletler güvenlik kuruluna sevk etti. Kasım 2004’te Avrupa 3lüsü ile görüşmeler sebebi ile İran çalışmalarına ara verdi, tesisler mühürlendi ve ilk defa IAEA yetkilileri inceleme için Parçin tesisine girebildi. Nisan 2005’te İran İsfahan tesisini tekrar kullanıma açmayı planladığını duyurdu.  Mayıs 2005’te ise İran, Avrupa 3lüsü ile daha iyi ticari ilişkiler karşılığında görüşmelere devam kararı aldı ve kendilerinden Temmuz sonuna kadar detaylı teklif beklediklerini belirtti. Ağustos 2005’te Mahmut Ahmedinecad İran’ın yeni başbakanı seçildi ve Avrupa’dan gelen tüm teklifler reddedildi. Başlanılan noktaya geri dönen görüşmeler kilitlendi.
New York’ta yapılan birleşmiş Milletler toplantısında  konuşan İran başbakanı Ahmedinecad, Nükleer çalışmalarının barışçıl olduğunu ve savunma programlarında nükleer silaha yer olmadığını belirtti. İyi niyet göstergesi olarak mühürlenen tesislerinde tekrar açılacağını söyleyen Ahmedinecad kendilerine uygulanan baskının ve güvenlik kuruluna gönderme tehdidinin kaldırılmasını talep etti. ABD, Rusya ve Avrupa birliği İran’ın Avrupa 3lüsü ile görüşmelere devam etmesini ve İran’ın nükleer çalışmalarını tekrar durdurmak için gereken ekonomik teşvikleri desteklediklerini açıkladılar.
1968 yılında imzalanan Nükleer Silahsızlanma anlaşmasına göre o tarihte elinde nükleer silah bulunduran ülkelerin (ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere) silahı veya bilgiyi vermesini veya satmasını yasaklamış ve bu anlaşmaya imza atmış diğer ülkelerinde ancak barışçıl amaçlı ve IAEA’nın kontrolü altında nükleer enerji üretmesine izin vermiştir. Günümüzde nükleer silah yapabilecek teknolojiye sahip tüm ülkeler örneğin İsrail, Hindistan ve Pakistan bu anlaşmayı imzalamamıştır. Ayrıca Kuzey Kore anlaşmadan imzasını çektiğini ve nükleer silaha sahip olduğunu duyurmuştur. İran bu anlaşmaya göre yaptığı nükleer çalışmaların meşru olduğunu savunmaktadır.
İran'ın faaliyetlerini gizli bir şekilde başlatmış ve yürütmüş olması savunduğu gibi barışçıl amaçlarla nükleer çalışmalarını yaptığı hakkında şüphe uyandırıyor. İsfahan‘da inceleme yapan bağımsız bir araştırmanın sonucuna göre İran’ın gizli bir silah üzerinde çalıştığına dair bir ipucu bulunmadığı ve daha önce bulunan silah yapımına uygun zenginleşmiş uranyumun İran değil Pakistan yapımı olduğunun açıklanması üzerine Avrupa 3lüsü ve ABD İran’ın BM Güvenlik Konseyi'ne havale edilmesini içeren taleplerini tekrar ettiler. IAEA’nın Viyana'daki merkezinde son gelişmeler değerlendirilerek İran’ın güvenlik kuruluna sevk edilmesi 22 onay, 12 çekimser ve Venezuela’nın 1 ret oyu ile onaylandı fakat tarih belirlenmedi. Daha önceki 7 oylamada İran’ın politik yollarla uzlaşmaya ikna edilmesi gerektiği kararı alınmıştı.
Dönüştürme, ham uranyumdan zenginleştirilmiş uranyuma kadar uzanan nükleer yakıt döngüsünde ilk aşaması. Uranyum düşük düzeyde zenginleştirildiğinde nükleer enerji olarak kullanılabiliyor. İran'ın bu teknolojiye sahip olduğu düşünülüyor. Eylül 2005te açıklanan bir çalışmaya göre İran’ın nükleer silah yapabilme bilgisine sahip olmasına daha en az on yıl var. İsrail’e göre ise birkaç senede bu bilgiye sahip olacak ve bu silahın mevzisinde İsrail ve Türkiye’nin de büyük bölümü yer almakta ve tüm bölge için büyük bir tehdit oluşturmaktadır.


Karel Valansi
Şalom Gazetesi ANALİZ 25 Eylül 2005

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ke vamos a mirar en la karantina?

Kon el fin del verano i el retorno de la karantina, estamos mas tiempo en las kazas. Les kero propozar tres serias de TV echos en Israel. El primer es "Tehran". Es una seria de espionaje muy enteresante. Una espion del Mossad viaja en sekreto a la kapital de Iran. Tehran es su lugar de nasimiento tambien. La hacker de komputadora tiene el objektivo de dezaktivar el reaktor nuklear. Esta misyon tendra implikasyones para el Medio Oriente i el mundo entero. La seria es en ebreo i perso. Es una sezon i tiene ocho episodios, kada uno 50 minutos. Mi segunda propozisyon es una seria romantika i komika. Lehiyot Ita (Estar Kon Eya) es una seria de 2013, ma muy simpatika. Izieron tambien la version Amerikana ke se yama “La beyeza i el panadero”. La seria konta la istorya de amor entre una supermodela internasyonal muy famoza i muy rika, i un simple panadero ke no tuvo la shans de ir a la eskola artistika por razones finansiales. La seria es dos sezones, 18 episodios en total i kada uno...

Commemorating the Holocaust in Turkey (With an Attack on Israel)

The victims of the Holocaust were officially going to be commemorated in Turkey – as they would be in many other countries. This was huge. And it would happen in Ankara, the heart of Turkey! We already had a Yom HaShoah, a Holocaust memorial day. The UN’s Holocaust International Remembrance Day was first commemorated in Turkey five years ago at Neve Shalom Synagogue. Last year, the commemoration was held for the first time outside Jewish institutions, at Kadir Has University in Istanbul. This year it would be held at Bilkent University in Ankara. This year was also important because the Speaker of Parliament, Cemil Çiçek, would be attending the ceremony. It would be the first time that such a high ranking official did so.

Ontological Security and Israel’s Search for ‘Thick’ Recognition

This extended summary is prepared for the PhD thesis[1] that was successfully defended at the School of Graduate Studies, Department of International Relations, Kadir Has University, in January 2025. In the international system, states face a dual struggle encompassing both material and non-material dimensions of security. On the one hand, they must safeguard the tangible aspects of their existence, including political borders, military capabilities, human resources, and economic stability, which collectively ensure their physical survival (Waltz, 1979). On the other hand, states must address intangible needs critical for their ontological security; a sense of stability, self-consistency, and identity that allows them to navigate an uncertain international environment (Mitzen, 2006; Steele, 2008). This dissertation focuses on Israel as a case study to examine how states pursue ontological security, the role of recognition in maintaining it, and the ways in which narrative constructions...