Ana içeriğe atla

WikiLeaks halk isyanı

İşsizlik, ekonomik sıkıntı, Tunus’ta 23 yıllık Bin Ali diktatörlüğünü bir kıvılcımla yok etti. Üniversite mezunu seyyar bir satıcının tezgâhına el konulması üzerine kendisini yakmasıyla başlayan halk isyanı ocak ayı başında gencin ölmesi ile tırmanır. Zeynel Abidin Bin Ali koltuğunu korumak için olağanüstü hal ilan etmekten, seçim sözüne kadar her kozu kullanmasına rağmen çareyi -bir daha geri dönmemek üzere- Suudi Arabistan’a kaçmakta bulur.
73 yıl Fransız sömürgesi olan Tunus, 1956 yılında bağımsızlığını ilan etse bile o tarihten itibaren iki diktatörün yönetiminde kaldı. 31 yıl süren Habib Burgiba yönetiminde de önemli görevlerde bulunan Bin Ali, 1987’de kansız bir darbe ile yönetimi ele geçirdi. Görünüşte çok partili olan rejim ise diktatörlükten öteye geçemedi.
WikiLeaks’in aralık ayında Bin Ali ve eşi ile ilgili sızdırdığı belgeler, Tunus halkının bilinçlenmesine ve yaşadıkları ekonomik sıkıntının sebebini kavramaya itti. Ancak Arap dünyasının en Avrupai, eğitimli ve laik kanunlara sahip ülkesi olan Tunus’ta halk isyanının arkasında hiçbir partinin olmaması, muhaliflerin organizasyon eksikliği ve daha da önemlisi halkı peşinden sürükleyecek iyi bir liderin eksikliği, bu başkaldırının diktatörü yerinden etse bile diktatörlüğü sona erdirmeye yetmeyeceğini, demokrasi için bir adım olamayacağını gösteriyor.
Halk vaad edilen seçimleri ve temsil edildikleri bir hükümetin kurulmasını bekliyor. Oysa Bin Ali ‘ekolünden’ siyasetçiler seçim hazırlıklarında muhalefeti sahne dışı bırakarak sonuçları kendi lehlerine çevirmeye uğraşıyorlar. Sonuçta, Bin Ali’nin yerine bir başkası geçecek ancak aynı elit kesim, aynı ordu ülkeyi yönetmeye devam edecek.
En önemli geliri turizm olan Tunus’ta yaşanan isyan özellikle Avrupa’nın ilgisini çekti. Ancak bu kadar yıldır süregelen diktatörlüğe bir Akdeniz ülkesinde neden izin verildiğini düşünmek gerek. Diğer Arap ülkeleri gibi petrol ve doğalgaz gelirinden yoksun olunca ekonomi ve işsizlik hükümetlerin çözmesi gereken en önemli sorunları oluşturuyor. Ekonomik sıkıntı veya diğer sorunlar için bir günah keçisi bulmak ve hedef değiştirerek artan mutsuzluğu bir başka düşmana, mesela Batıya yüklemek de bir ülkeyi bir arada tutabiliyor. Aynı Mısır’da olduğu gibi Tunus’ta da aşırı dinci bir partinin başa geçme ihtimaline karşı Batı bu duruma göz yumdu. Ancak tüm bu hassas dengeler Tunus’ta bozuldu.
Arap ülkelerinde de benzer toplumsal başkaldırılar artacağa benziyor. Ürdün’de Müslüman Kardeşler’in liderliğinde ekonomik reformlar ve fiyat artışı protesto edilirken başbakana istifa çağrısında bulunuldu. Ürdün Kralı II. Abdullah vergileri düşürerek halkın kızgınlığını azaltmaya çalışıyor. Cezayir’de kendini ateşe veren bir kişi öldü. Şehirde yapılan protesto gösterileri sonucunda belediye başkanı görevden alındı. Mısır’daki gösterilerde 30 yıldır iktidarda bulunan Hüsnü Mübarek’in istifası istenirken; Mübarek, ABD kuklası olmak, demokratik reformlarda başarısız olmak ve ekonomik sıkıntıya çare bulamamakla itham edildi. Sudan’daki muhalefet ise Tunus’taki gelişmeler karşısında şaşkın. Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından soykırımla suçlanan Ömer el Beşir hala baştayken Sudanlıların başkaldırmamalarına anlam veremiyorlar.
Arap dünyasındaki bu başkaldırılar Tunus halkından alınan cesaretle önümüzdeki günlerde artabilir. Arap dünyasında yeni bir dönemin başladığını söylemek için ise henüz çok erken. Diğer ülkelerde benzer gelişmeler yaşanabilir. Ancak Tunus örneğinde olduğu gibi bir lideri yerinden edeceğinin veya baskı rejiminin hüküm sürdüğü bir ülkeye halkın ihtiyacı olan siyasal özgürlüğü getirecek ‘demokrasinin’ kabul edileceğinin garantisini vermemekte.

Karel Valansi / GÜNDEM
Şalom Gazetesi 19 Ocak 2011
http://www.salom.com.tr/newsdetails.asp?id=76262

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

Her yaşam bir roman - Panama´daki Türk Yahudileri

Panama´da hızla büyüyen bir Yahudi yaşamı var. Café con Teclas kitabının yazarı gazeteci Sarita Esses´in yanı sıra Antakyalı Eli Cemal, Mersinli Musa İlarslan, Trakya kökenli Julia Kohen de Ovadia ve kuzeni İstanbullu Çela Alkabes de Eskinazi ile göç hikayelerini ve Panama´daki yaşamlarını konuştuğumuz keyifli bir sohbet sizleri bekliyor. Julia Kohen de Ovadia İstanbul doğumluyum. Babam Çanakkaleli Aron Kohen, annem ise Çorlulu Suzi Bahar.  Seneler evvel büyükbabamın eltisi Meksikalı Sultana genç yaşta çocuksuz dul kalınca küçük teyzem Donna’yı yollamasını istedi anneannemden. Donna da Sultana teyzesiyle yaşamak için Meksika’ya gitti. Orada eniştem Moises Mizrachi ile tanıştı ve evlenerek Panama’ya taşındı. Büyükbabam Nessim Bahar vefat edince anneannem Coya, ablam Malka ile iki aylığına kızını görmeye Panama’ya gitti. Ancak orada ablam eniştemle tanıştı, evlendi ve hayatını Panama’da kurdu. Dört çocuğu ve on torunu var. Ablamın düğünü için Panama’ya geldiğimizde ben Saint Pulcherie’de

Karel´den Mario´ya veda…

Kelimeler acı veriyor be Mario! Zormuş senin hakkında bir veda yazısı yazmaya oturmak. Biliyorum, seçmeye çalıştığım hiçbir kelime yaşadığım üzüntüyü aktarmaya yetmeyeceği gibi, seni anlatmaya da yetmeyecek. Bir de şu var. Bu yazıyı bitirip yolladığımda ve basılıp gazetede okuduğumda senin gitmiş olduğun kesinleşecek, oysa daha çok erken! Şu an ne isterdim biliyor musun, veda yazısı yerine senin başarılarını, yeni kitaplarını, söyleşilerini yazmak, seninle yine bir röportaj yapmak. Sevgili hocam, sevgili dostum, öykülerimi ilk okuyanım, edebi yönümü en çok destekleyenim, hiç tanımadığım yazarların hiç duymadığım kitaplarıyla beni tanıştıran.  İzlediği ilginç filmleri benimle paylaşan, tartışan… “Merhaba” diye başlarsın yaratıcı yazarlık derslerine, sonra eklersin “merhaba demek benden sana zarar gelmez demektir,” diye. Koca kalbinle kimseyi üzecek, kıracak bir söz dahi etmediğinden eminim. Günlerdir seni anıyorum. “Twitter’da olmalısın” deyip sana hesap açışımızı, özene bezene seçtiğin