Ana içeriğe atla

Hikayenin sonu

Her yıl sona erdiğinde, o yılın muhasebesi yapılır, kötü alışkanlıklardan vazgeçme kararları alınırken, yeni umutlarla güzel başlangıçlar hayal edilir. Ancak 2012, 2011’den devraldığı yüklü bir ‘yapılacaklar listesi’ ile göreve başladı bile.
2011 yılı, WikiLeaks depremi ve ardından Tunus’ta başlayan ve tüm Ortadoğu’ya yayılan demokrasi ve özgürlük hareketi ile hızlı bir start aldı. Tunus Lideri Bin Ali yurtdışına kaçmak zorunda kalırken, Mısır Devlet Başkanı Mübarek istifa edip tutuklandı, Libya Lideri Kaddafi kendi halkı tarafından linç edildi, Yemen’deki 33 yıllık diktatörlük sona erdi, Suriye’de ise protestolar şiddetli bir şekilde devam ediyor. Arap Baharı’nın ilham verdiği ABD’nin Wall Street hareketi ve İsrail’deki çadır protestoları da gelir dağılımındaki eşitsizliğe dikkat çekti.
WikiLeaks sitesinin kurucusu Julian Assange açılan bir taciz davasıyla susturulurken, İsrail’de yaşanan tecavüz davasında Devlet Başkanı Moşe Katsav suçlu bulunup hapse mahkûm edildi. 2011’in en ses getiren davası ise IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn’ın adının karıştığı seks skandalı oldu. Fransa cumhurbaşkanlığı için adaylığını koyması beklenen DSK masum olduğunu ispat etse de kariyerini bitiren siyasi bir komplonun kurbanı oldu.
Dünyada yaşanan küresel krizin en ağır faturasını AB ülkelerine çıkardı. Kurtarma paketleri ile uğraşan ve Akdeniz ülkelerinin yükünü taşıyan özellikle Almanya, kendi ekonomisini bile tehlikeye atarken, yüzlerce yıllık ‘Birleşik Avrupa’ hayalinin gerçekleşmesinin maliyeti ve gerekliliği üzerinde şüpheler arttı. Ekonomik kriz Yunanistan’da Papandreu’yu, İtalya’da Berlusconi’yi koltuğundan ederken, Avrupa’nın bir diğer sorunu olan aşırı sağa yöneliş geçerliliğini koruyan önemli bir sorun, Norveç katliamı da bu sorunun en somut örneği. Özellikle Kuzey Avrupa ülkelerinde gözlemlenen kontrolsüz göçmen politikası ve yetersiz uyum yasaları karşısında halk, milliyetçiliğe ve aşırı sağa kayarak tepki veriyor.
Dünyada ise genel olarak dine yöneliş dikkat çekiyor. Özellikle Arap Baharı yaşayan ülkelerde devrilen laik diktatörlerin yerine daha dindar partilerin geldiği görülüyor. Mısır’da Müslüman Kardeşler ve Selefi Nur Partisi’nin oyların yüzde 70’ini alabilmeleri bu durumun en çarpıcı örneği.
İran, artan uluslararası yaptırımlara rağmen nükleer çalışmalarına aralıksız devam ederken, ABD ve AB ile sert restleşmeler yaşadı. Artan baskı ve yaptırımlarsa henüz caydırıcı olmasa da, beklenen tepkiyi yarattı. Yaptırımlar, seçime hazırlanan İran’ın ekonomisini ciddi bir şekilde etkiledi.
ABD Başkanı Barack Obama tarihi Ortadoğu konuşmasında 2011 yılında bağımsız bir ‘Filistin Devleti’ görmeyi umduğunu söylerken, naifçe barış görüşmelerini bir sonuca bağlayabileceğini düşünüyordu. Oysa İsrail ve Filistinliler ancak Ocak 2012’de müzakereciler aracılığıyla bir araya gelebildiler. Obama’nın bu başarısızlığına rağmen İsrail ve Filistinliler bazı konularda çözüm üretmeyi başarabildiler. Beş yılı aşkın süredir Hamas’ın elinde esir tutulan Gilad Şalit yapılan takas anlaşması ile, 1047 terörist mahkûm karşılığında, özgürlüğüne kavuştu.  Gazze’yi ele geçirdiğinden beri Filistin Özerk Yönetimi’nden bağımsız davranan Hamas, El Fetih ile görüşmelere başlayıp bir birlik hükümeti kurulması yolunda ilk adımları attı. FÖY Lideri Abbas’ın İsrail ile görüşme masasına oturmayıp BM’den tek taraflı olarak ‘Filistin Devleti’ni tanımasını talep etmesi yılın bir diğer önemli gelişmesiydi.
En ilginç bağlantı ise Ortadoğu-Latin Amerika ilişkilerinin yüzeye çıkması ile öğrenildi. İran destekli Hizbullah’ın Meksika uyuşturucu kartelleri ile olan ilişkisi ortaya çıkarken, ‘Filistin Devleti’nin tanınması kampanya sırasında Abbas Latin Amerika ülkelerinden yoğun destek gördü. Günümüzde de İran nükleer çalışmaları ile ilgili bu ülkelerden destek görüyor. Farklı dinlere mensup yoğun bir Arap nüfusu barındıran Latin Amerika ülkeleri, bir yandan bu bağ sebebiyle Arap ülkelerine yakınlık hissederken, bir yandan da II. Dünya Savaşı sonrasında kaçak Nazi subaylarını kabul edip sakladığı gibi Hizbullah gibi radikal örgütlere de kucak açabiliyor.
Dünya 2011’de Japonya ve Van depremi ile sarsıldı, Bin Ladin’in öldürülmesi ile 11 Eylül’ün rövanşı on yıl sonra da olsa bir nevi alınmış oldu. Güney Sudan yeni bir ülke olarak BM’ye kabul edilirken, dünyayı en çok meşgul eden olay ise İngiltere’deki kraliyet düğünü oldu. Monarşinin yeni simgeleri ile hayatın sıkıntılarından kurtulmak için ihtiyacımız olan hayal ve masal dünyasına da kavuşmuş olduk böylece. Onlar muratlarına ererken, 2012’de bizleri nelerin beklediğini tahmin etmek için en iyisi ‘2012’nin Kahve Falı’na* bakmak…

*Aynı dergide 2012 yılında neler olabileceği ile ilgili bir yazı yazan Alber Nasi'nin makalesinin adı

Karel VALANSİ - GÜNDEM
Şalom Dergi PANORAMA 2011
15 Ocak 2012

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

Democratya!* İsrail’de Kırmızılı Kadınların Direnişi

2022 yılı sonunda göreve başlayan, Binyamin Netanyahu liderliğindeki yeni hükümet, İsrail tarihinin en aşırı sağcı ve dindar partilerinden oluşuyor. Bu koalisyon, kuruluşundan bu yana kendini Orta Doğu ’ nun tek demokrasisi olarak tanımlayan İsrail’in geleceği ve demokratik yapısı için büyük bir tehdit oluşturuyor. Bu tehditler bir çok farklı koldan ilerliyor.    Netanyahu ’ nun uzun süredir basını kontrol altına alma çabası demokrasinin ifade özgürlüğü ilkesini tehdit ediyor. Filistinliler dahil azınlık gruplarının, LGBTQ+ toplumunun ve kadınların kanun önünde eşitliğini ihlal edecek yasa tasarıları , demokrasinin bir diğer önemli prensibi olan eşit haklar ilkesini tehdit ediyor. İsrail ’ de yürütme ve yasama erkleri her zaman hükümet tarafından kontrol edilmekte. Yüksek Mahkeme, iktidar partilerinin gücünü kontrol eden ve anayasa görevini yerine getiren Temel Yasaların uygulanmasını güvence altına alan tek  kurumdur. Ancak yeni hükümet yasama üzerinde sınırsız güç sahibi olmak için Y

Yahudi Cesaret Ödülü üzerine

24 Haziran 2018 seçiminde CHP’den Cumhurbaşkanı adayı olan Muharrem İnce, 16 Ağustos’taki Twitter paylaşımlarıyla isim kullanmadan hükümete yönelik eleştirilerini sıraladı. Bu eleştirilerinin arasında “Siz, yaptığınız hizmetlerle Yahudi Cesaret Ödülüne lâyık görülen ve bu ödülü kendine lâyık görenlersiniz” ifadesine de yer verdi.  İnce’nin bu paylaşımı bu konudaki ilk çıkışı değildi. Geçtiğimiz yılın Aralık ayında, partisinin Yalova Merkez İlçe 10. Olağan Kongresi’ndeki konuşmasında da “Dünyada ‘Yahudi Cesaret Ödülü’ ya da diğer adıyla ‘Davut Yıldız’ı alan tek Müslüman, Recep Tayyip Erdoğan’dır,” demişti.  İnce, 2013 yılında yaptığı bir başka konuşmada ise bu sefer Türkiye’nin Rum vatandaşlarını kızdırmıştı. “Atatürk olmasaydı, (…) adınız Ahmet, Hasan, Hüseyin olmazdı, Dimitri, Yorgo olurdu. Bunları doğru bilmeleri lazım” demiş, gelen tepkilerin ardından Twitter hesabından “Benim gibi askerlik yapan, vergi veren, Cumhuriyet’e inanan, vatandaşımız olan Yorgo ve Dimitri’leri kastetm