Ana içeriğe atla

Türkolog Corry Guttstadt: “Holokost’ta daha fazla Yahudi Türkiye’ye dönebilirdi”

Boğaziçi Üniversitesi’ndeki bir konferansta konuşmacı olan Alman Türkolog Corry Guttstadt, II. Dünya Savaşı sırasında Türkiye’nin Yahudi göçmen kabul etme politikası yürütmediğini iddia ediyor. “1930’lu yılların ortalarından beri Ankara’nın genel politikası Yahudi mülteci istemediği yönündeydi,” diyen Guttstadt ile Türkiye’ye davet edilen Yahudi akademisyenleri, o dönemde Avrupa’da olan Türk Yahudilerinin ve Türkiye’deki azınlıkların durumunu konuştuk.



1930’lar Türkiye’sine Yahudi profesörlerin katkıları nelerdir?
Almanya’dan Türkiye’ye gelen akademisyen ve uzmanların genç Türkiye Cumhuriyeti’ndeki üniversitelerin gelişmesine ve kültürel altyapısının oluşmasına yaptıkları katkılar çok büyük. Birçoğunun Nazi Almanyası’nda mesleklerine devam etmeleri engellenmişti. Bu akademisyenlerin Türkiye’ye kabulü onları diğer Avrupa Yahudilerinin kaderinden korudu. Bu çok önemli. Ancak “Türkiye bu akademisyenleri Holokost’tan kurtarmak için ülkeye davet etti” demek yanlış. Çünkü o tarihte henüz Holokost yani Yahudilerin sistematik öldürülmesi başlamamıştı, bu konuda Nazilerin henüz bir planı dahi yoktu.
  Türkiye’nin bu akademisyenleri davet etmesi ihtiyaç duyulan uzman kadroları yetiştirmek amaçlıydı ama bunun insani bir yönü olduğu da söylendi hep…
Akademisyenlerin davet edilmesinin insani bir yönü olduğundan şüpheliyim. Alman arşivlerinde Türkiye’nin Nazilerin antisemit politikalarını kınadığına dair bir belgeye rastlamadım. Almanya’daki Yahudilerin durumu Türk basınında veya Ankara’nın gündeminde değildi. Nazilerin Yahudi akademisyenlerden kurtulmak istedikleri bir dönemde Türkiye üniversite reformu gerçekleştirmek istiyordu. Bu Türkiye’nin şansı oldu.


 Kaç kişi davet edildi Türkiye’ye?
130-150 Yahudi akademisyen davet edildi. Aileleriyle beraber en fazla 600 kişi eder. Bir de 300-400 civarında kaçak Yahudi’nin kendi olanaklarıyla geldiği tahmin ediliyor. Almanya’da Yahudilere yapılan baskılar gittikçe artıyordu, toplumun tüm kesimlerinden dışlanıyorlardı. Yahudilerin Almanya’yı terk etmelerinin yasaklandığı Ekim 1941’e kadar Almanya’nın ilhak ettiği bölgelerle birlikte toplam 400 bin Yahudi göç etti. Bu sayı ile kıyaslandığında Türkiye’ye gelen 600 kişi ancak yüzde 0,015 eder. Türkiye bu konuda istatistiklere dahi girmiyor. Türkiye Avrupa Yahudileri için bir kurtuluş ülkesi değildi.
 Türkiye tercih mi edilmiyordu, gidilemiyor muydu?
1932’de Türkiye’de yabancıların iş bulmasını zorlaştıracak bir yasa çıkarıldı. Bu yasa sadece Yahudileri değil tüm yabancıları kapsıyordu, korumacı bir ekonomik politika izleniyordu o dönemde. Ayrıca Türkiye Yahudi mültecileri kabul etmiyordu. Mesela Albert Einstein’ın Yahudi bilim adamlarının kabul edilmesi için verdiği teklif reddedilmişti. Ağustos 1938’de kabul edilen 2/9498 no’lu kararname ile vatandaşı olduğu ülkede baskıya maruz kalan Yahudilerin Türkiye’ye girişi veya ikameti yasaklandı. Türkiye’nin bu sınırlamaları Alman baskısından dolayı değildi, bunu not etmekte fayda var. Türkiye’deki azınlıkların durumu da zordu. Ülkede milliyetçi bir hava hâkimdi, birçok baskı ve yasak vardı. Bu durum 1920’lerden itibaren Türk Yahudilerinin göçünü hızlandırmıştı. Nüfusun Türkleştirilmesi politikası sürüyordu. 1934’de kabul edilen iskân kanunu bunlardan biri.
 Güçlenen Naziler karşısında Avrupa’daki Yahudilerin durumu nasıldı?
1938’de Almanya tarafında ilhak edilen Avusturya’da Nazi antisemit yasaları yürürlüğe girdi. İtalya, Macaristan ve Romanya gibi ülkeler ise kendi antisemit yasalarını çıkardılar. Alman Yahudilerinin pasaportları ‘J’ ile işaretlendi, Yahudiler ilk defa Yahudi oldukları için tutuklanmaya başladılar. Bu durum mülteci sayısını arttırdı. Evian’da ABD öncülüğünde düzenlenen uluslararası konferansta timsah gözyaşı akıtan ülkeler, mültecileri neden alamayacaklarını açıklıyor, gelmelerini engellemek için yeni yasalar çıkarıyorlardı.
 Türk diplomatların Avrupa’daki Türk Yahudilerine yardım etmeleri konusunda ne düşünüyorsunuz?
Yurtdışında yaşayan vatandaşlar konsolosluk himayesindedir. Elimdeki arşiv belgeleri ve olayı bizzat yaşamış kişilerle yaptığım röportajlara göre, Türk diplomatları birçok kez Türkiyeli Yahudilerin haklarını savundu ve onları kurtarmak için olumlu ve ısrarlı girişimlerde bulundular. Onların bu girişimleri Almanya’nın Türkiye ile olumlu ilişkileri sürdürmeye önem verdiği için başarılı oldu.
 Bu kişisel bir çaba mıydı, devlet politikası mı? Türk Pasaportu filmi de var bu konuda…
Türk hükümetinin kısmi mali desteğiyle çekilen bu film, Türkiye’nin resmi söylemi olan ‘İkinci Dünya Savaşı’nda binlerce Yahudi’yi kurtardığı’ tezini güçlendirme ve eleştirileri önleme amaçlı. Film tarihsel bazı gerçekleri çarpıtmakta. Rodos Konsolosu Selahattin Ülkümen, Türk kökenli olup Yahudileri kurtarmış ve bu yardımı Yad Vaşem tarafından tanınan tek kişi.
 Peki, Avrupa’daki Türk Yahudilerine ne oldu?
Ankara’nın genel politikası Yahudi mülteci istemediği yönündeydi. Burada belirtmek istediğim 1930 ortalarından itibaren Türkiye’nin azınlık mensuplarının ülkeye dönüşünü engellemeye yönelik bir eğilim başladı. Ankara üç gerekçeyle bu kişileri vatandaşlıktan atmaya başladı. Bu gerekçeler İstiklal Savaşı’na katılmamak - bu madde kadınlar için bile geçerliydi - Türk kültürüne bağlı olmamak veya konsolosluğa uğramamak. Konsolosluğun himayesine en çok ihtiyaç duyulduğu bir zamanda, binlerce kişi, elimde 4-5 bin örnek var, bu maddelere göre vatandaşlıktan çıkarıldı. Türkiye’nin nüfusu çok fazla o yüzden istemiyorlardı diye düşünmemek lazım. O dönemde Balkanlardan 1 milyon Müslüman’ı getirmek için büyük çaba harcanıyordu, doğurganlığı arttırmak için kadınlara prim veriliyordu. Nüfus yoğunluğu bir engel değildi. Amaç saf Türk veya saf Müslüman bir halk yaratmaktı.
 1941 yılına gelindiğinde artık ölüm kampları da var, henüz dünya varlıklarından haberdar olmasa da…
1941’de Fransa’da iki büyük tutuklama gerçekleştirildi. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 30’a yakın ülke bu duruma itiraz etti. Bu sayede bazı Yahudiler serbest bırakıldı. Daha sonra Naziler bir kanun çıkararak Yahudi mallarının tasnifine başladı. Türkiye’nin de içinde bulunduğu ülkeler aynı ifadeleri içeren birer kınama mektubu yayınladılar. Bu sayede Türkiye dahil tarafsız ve müttefik ülke vatandaşı Yahudiler serbest bırakıldı, böylece bu kişiler kısmen de olsa antisemit uygulamalardan kurtuldular. Ekim 1942’de Almanya bir açıklama yaparak “Bundan sonra yabancı Yahudilere karşı tutumu biz tespit edeceğiz, kendi vatandaşlarınızı geri alın” diye bir ültimatom verdi ve Yahudilerin uyruğunu belirten listeleri tüm konsolosluklara gönderdi. İsveç ve İsviçre hemen kendi Yahudilerini geri aldı. Ancak Türkiye tepki göstermedi ve bildiğim kadarıyla Yahudi vatandaşlarına da bilgi vermedi. Bugünkü bilgilerimizle bu bir kurtarma şansıydı.
  Ültimatomun süresi ne zaman sona erdi?
Mart 1943’de sona erdi. Türk konsolosluğuna gelen listelere göre Paris’te Türk vatandaşı 3000 kişi vardı. Türkiye bunların sadece 630’unu vatandaşı olarak kabul etti. 2400’ü kabul etmemesinin sebebi bilinmiyor. Mart ayındaki vagonla 630’dan sadece 114’ü döndü.
 Neden sadece 114 kişi döndü?
Bazen Yahudiler de gitmek istemedi bunu da unutmamak lazım çünkü bu sonuçta bir sınır dışıydı. Onlar ise hayatlarını bu ülkelerde kurmuşlardı. Türkiye’den gelen haberler de pek parlak değildi. Varlık Vergisi var, Aşkale’ye sürülen var. “Orada çalışma kampına gideceğime burada giderim” diye düşünen de oldu.
 Ültimatom sona erdikten sonra ne oldu?
Bu kişiler Türkiye’ye dönebilir dendi ancak vatandaşlıkları Ankara’da bir komisyondan onaylı olması şartı kondu. Ekim 1942’de Türkiye henüz ölüm kamplarını bilmiyordu ancak 1943’te Auschwitz’in ne anlama geldiği biliniyordu. Fransa Büyükelçisi Behiç Erkin anılarında Ankara’nın “Buraya vagonlar dolusu Yahudi göndermeyin” direktifi aldığını paylaşıyor. 1943 sonunda Türkiye’nin isteksizliği uluslararası düzeyde biliniyor ve protesto ediliyordu. Yahudi yardım kuruluşlarının finanse ettiği sekiz vagon, yani filmde gösterilen 300 kişi, 1944 yılında nihayet Türkiye’ye dönebildi.
Türk pasaportuna sahip birinin kurtulma şansı vardı diyebilir miyiz?
Tabi ki. Almanlar zaten gitsinler diye baskı yapıyordu. Bu trenlerin bazılarını Almanlar düzenledi. Yoldaki ülkeler Alman yandaşıydı, Paris’ten Türkiye’ye bu sayede gidebildiler. Eğer Türkiye “20 bin kişi bizimdir” deseydi Almanların tavrı ne olurdu bilmiyorum. Ancak yine de çok daha fazla insan dönebilirdi.
Araştırmanızda Türk arşivlerinden de yararlanabildiniz mi?
Almanya dahil on üç ülkenin elliyi aşkın arşivinden yararlandım araştırmamda. Türkiye’de Başbakanlık arşivinde birçok belge buldum ancak İçişleri ve Dışişleri Bakanlığı’nın arşivleri kapalı. 
 Jewish Agency’nin Türkiye’de şubesi vardı ve Filistin’e gitmek isteyenlere yardımcı oluyordu. Bu durum çelişmiyor mu?
Yahudilerin Filistin’e gidişini Arap isyanları nedeniyle İngiltere engelledi. Türkiye genelde engellemedi çünkü sadece transit ülkeydi. Ama geçişi zorlaştırıyordu çünkü Türkiye’ye yerleşmelerinden korkuyordu. Türkiye 1944 yazında tavrını yumuşattı ancak artık çok geçti, o sırada Sovyetler Birliği Balkanlar’da ilerliyordu. Holokost’u diğer soykırımlardan ayıran Almanların bürokrat kafasıydı, her adım için yeni kanun çıkarıyorlardı. İlk defa tarihte bu kadar sistematik ölüm makineleri hazırlandı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye Yahudileri kurtardı demek doğru değil. Almanya “bunları geri alın” diyordu zaten ancak sadece 400 kişinin dönmesine izin verildi.

Karel Valansi 20 Kasım 2013

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ke vamos a mirar en la karantina?

Kon el fin del verano i el retorno de la karantina, estamos mas tiempo en las kazas. Les kero propozar tres serias de TV echos en Israel. El primer es "Tehran". Es una seria de espionaje muy enteresante. Una espion del Mossad viaja en sekreto a la kapital de Iran. Tehran es su lugar de nasimiento tambien. La hacker de komputadora tiene el objektivo de dezaktivar el reaktor nuklear. Esta misyon tendra implikasyones para el Medio Oriente i el mundo entero. La seria es en ebreo i perso. Es una sezon i tiene ocho episodios, kada uno 50 minutos. Mi segunda propozisyon es una seria romantika i komika. Lehiyot Ita (Estar Kon Eya) es una seria de 2013, ma muy simpatika. Izieron tambien la version Amerikana ke se yama “La beyeza i el panadero”. La seria konta la istorya de amor entre una supermodela internasyonal muy famoza i muy rika, i un simple panadero ke no tuvo la shans de ir a la eskola artistika por razones finansiales. La seria es dos sezones, 18 episodios en total i kada uno...

Orta Büyüklükte Bir Güç Olarak Türkiye’nin Dış Politikası

Farklı bölgelerde devam eden savaş ve krizler, uluslararası ilişkilerde güç rekabetini öne çıkarıyor. Buna ABD’nin büyük güç olarak alışılmış rolünü yerine getirmekteki isteksizliği de eklendiğinde, 1945’ten bu yana kurulan uluslararası düzen ve yapı taşı olan kurumlar yıpranıyor. Bunun sonucu olarak belirsizlik artıyor ve mevcut küresel sistem bir geçiş döneminin sancılarını yaşıyor. Öte yandan bu durum, orta güç olarak tanımlanan ülkelere daha geniş bir hareket alanı da sağlıyor. Bu sayede orta güçteki ülkeler, sistemde dengeyi gözeten, arabuluculuk yapabilen, bölgesinin istikrarına katkı sağlayabilen, hatta zaman zaman kapasitesinin üzerinde sorumluluk ve inisiyatif alabilen, küresel düzeyde etkili roller oynayabilen aktörler haline geliyor. Özellikle belirsizlik dönemlerinde bu ülkeler çok yönlü diplomasi, proaktif dış politika, esnek ittifak arayışları ile öne çıkabiliyor. Türkiye, bu bağlamda, orta güçte bir devlet olarak dikkat çeken bir örnek teşkil ediyor. Jeostratejik konumu,...

The Concept of Middle Power and Türkiye’s Foreign Policy

Ongoing conflicts and crises across various regions continue to underscore the intensifying power rivalries that define today’s international relations. The erosion of the post-1945 international order—and the weakening of the institutions that underpin it—has been further accelerated by the United States’ growing reluctance to maintain its traditional leadership role. As a result, uncertainty has become a defining feature of the current global landscape, marking a turbulent and complex period of transition.  Amid this shifting order, middle powers have begun to occupy a broader space in global affairs. These states, often positioned between global hegemons and smaller, less influential nations, act as stabilizers within the international system. Through mediation efforts, regional diplomacy, and strategic initiatives—sometimes beyond their material capabilities—they contribute meaningfully to international stability and governance. In times of heightened uncertainty, such states o...