Ana içeriğe atla

İranlıların İsyanı


İran’ın bu günlerde başını en çok ağrıtan konu, muhafazakarlar dahil farklı kesimlerin katıldığı protestolar. Geçen Aralık ayında başlayan ve yaz aylarında yeniden şiddetlenen halk protestolarının temelini ise ekonomik sorunlar oluşturuyor.
İran’ın ekonomisi oldukça kötü durumda. Enflasyon, gelir dağılımındaki eşitsizlik, işsizlik, özellikle de gençlerdeki işsizlik oranı oldukça yüksek. Ülkenin para birimi ise roket hızıyla değer kaybediyor. İran Riyali'nin 2018’in ilk yedi ayındaki değer kaybı %130’u geçti. Geçtiğimiz hafta İran Merkez Bankası’nın başkanı değişti ancak onun da yapabilecekleri sınırlı. Tüm bunlara günlük hayatı olumsuz etkileyen susuzluk, elektrik kesintileri, hava kirliliği ve bir de grevleri eklemek gerek.
Halkın memnuniyetsizliği karşısında yöneticilerin suçu Batı’ya atma alışkanlıkları ise devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde, İran Sivil Savunma Kurumu Başkanı General Celali, İsrail ve komşu ülkeleri bulutları kısırlaştırarak İran’a yağmur ve kar yağmasını engellemekle suçlamıştı. Twitter ahalisi için iyi bir eğlence malzemesi yaratmış olsa da, bu tür akıl dışı suçlamalar ne susuzluk çeken İranlıları kandırabiliyor ne de sorunlara bir çözüm yaratabiliyor.
İranlıların memnuniyetsizliklerinin ciddiye alınmasının gerektiğini en açık belirten ise haziran sonundaki protestolarda bir kesimin “Filistin’e Ölüm” diye bağırmaları oldu. “İsrail’e ölüm” ve “ABD’ye Ölüm” çağrılarının artık kanıksandığı bir ülkede bu değişim oldukça dikkat çekici.
1979 devriminden itibaren İran, başta İsrail ve ABD olmak üzere Batı düşmanlığının defalarca dillendirildiği, İsrail’in yok edilmesi gereken bir kanser hücresi olduğu yöneticileri tarafından açıkça söylendiği, İsrail’i en hassas noktasından vurmak için Holokost inkarcılığını teşvik eden karikatür yarışmalarının düzenlendiği bir ülke.
Halkın bu çığlığı Filistin davasının terk edilmesinin istendiği anlamına gelmiyor. Rejimin halk ayaklanmasıyla çökmesini bekleyenler için de iyi haberlerim yok. İsrail ve Suudi Arabistan ile birlikte Amerikan Orta Doğu politikasının üç sacayağından birini teşkil eden Şah dönemi İran’ının geri dönüşünün çığlığı da değil bu. Halkın bu sözlerle dışa vurduğu tepkisi, en başta ekonomik sorunların yarattığı hoşnutsuzluğun vahametini gösteriyor. Ve sesini duyurabilmek için en can alıcı konuyu kullanıyor; İsrail-Filistin meselesi.
İran, Orta Doğu’daki gelişmeleri lehine kullanarak özellikle Suudi Arabistan karşısında gücünü arttırırken, aynı zamanda geniş bir coğrafyada askeri bir operasyon yönetebileceğini göstermişti. Ancak bu protestolar, ülkenin ekonomisine ve refahına yatırım yapacağına, bölgesel vekalet savaşlarına dalan, Yemen’den Irak’a, Lübnan Hizbullah’ından Gazze’deki Hamas ve İslami Jihad’a, ve Beşar Esad’a maddi ve askeri yardımı esirgemeyen Tahran’a halkından ciddi bir uyarı niteliğinde; “Gazze’ye Hayır, Lübnan’a Hayır, Suriye’yi Bırak Bizi Düşün”.
Bu protestoların bir önemli nedeni de halkta oluşan hayal kırıklığı. BM Güvenlik Konseyi daimi beş üyesi ve Almanya ile imzalanan nükleer anlaşma karşılığında İran’a yönelik yaptırımların hafifletilmesi bir umut doğurmuştu. Ancak yaptırımların hafifletilmesinden doğan bu iyileşme halka ulaşamadı. Onun yerine bütçede Devrim Muhafızlarına verilen pay arttırıldı, o da vekalet savaşlarına harcandı.
Şimdi durum daha da kötü bir hal aldı. ABD nükleer anlaşmadan çekildiğini açıkladığından beri İran halkı daha zor günlerin kapıda olduğunun farkında. ABD dışındaki ülkeler anlaşmanın devamından yana olduklarını açıklamış olsalar da, Amerikan yaptırımları nedeniyle birçok Avrupalı şirket İran piyasasından çıkmaya başladı bile.
Ağustos ayında yeniden uygulamaya konulacak yaptırımlarla İran’ın otomotiv ve altın dahil değerli madenleri hedef alınırken, Kasım’daki yaptırımlar İran’ın petrol ihracatını engellemeye yönelik. ABD, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin petrol üretimlerini arttırarak İran’ın yokluğundan oluşacak talebi karşılayabileceklerini hesaplıyor.
Enerji sektöründeki ihracatının azalması İran’ı derinden etkileyecek. Şimdiden Güney Kore ve Hindistan alımlarını önemli ölçüde azalttı, Japonya ise bu konuda ABD’den muafiyet elde etme peşinde.
Konu Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Türkiye’nin yaptırımlara karşı olduğunu, İran’ın tecrit edilmesinin bölge güvenliği için riskli olduğunu belirtmişti. ABD dışişlerinden bir heyet Ankara’da bu konuyu görüşüp Türkiye’den bir uygulama takvimi istemiş, İran’a baskıyı azaltacağından hiçbir ülkeye muafiyet uygulanmayacağını açıklamıştı. Ancak Türkiye’nin başlıca enerji tedarikçisi olmasının yanı sıra, sınır komşusu da olan İran ile ilişkilerini bir kalemde silip atamayacağı da aşikar. Hedefine İran’ı koymuş bir ABD için Türkiye’nin kaygılarına kulak verip bu konuda bir muafiyet uygulaması mümkün olur mu? Bu mümkün olmazsa, İran konusu da Rahip Brunson, S-400 gibi Türkiye-ABD’nin ikili ilişkilerinde sıkıntı yaratan bir çok konunun yanında eklenecektir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

Yahudi Kültürü Avrupa Günü: İris ile Eran temsili düğün töreni ile yeniden evlendi

Yahudi Kültürü Avrupa Günü etkinlikleri kapsamında bu sene Neve Şalom Sinagogu’nda temsili bir Yahudi düğünü düzenlendi. İris ve Eran’ın düğünü açıklamalar eşliğinde gerçekleşirken, gazetemizin fotoğraf editörü Alberto Modiano’nun ‘Zaman ve Mekân içinde Musevilik’ adlı sergisi de yer aldı 26 Ekim Pazar günü Neve Şalom Sinagogu’nu dolduran farklı kesimlerden misafirler, on beş gün önce evlenen İris ve Eran’ın temsili düğün törenini izlemek için bir araya geldiler. Sinagogun girişinde Şalom Gazetesi Fotoğraf Editörü Alberto Modiano’nun ‘Zaman ve Mekân İçinde Musevilik’ adlı sergisi gelenleri karşıladı. İlgi ile gezilen sergide sanatçı, İstanbul Yahudi Cemaati’nin dini ritüellerini fotoğraflar aracılığıyla anlatıyor. Yahudilerin günümüz Türkiye’sinde örf ve adetlerini tanıtan fotoğraflar, Sefarad, Aşkenaz ve İtalyan Yahudilerinin dini yaşam döngüsünü konu alıyor. Gerçek bir düğün törenini öncesinde olduğu gibi genç kızlar gelenleri şeker dolu bonboniyerlerle karşıladılar ve anı

‘Atatürk akılcılığına sıkı sıkı sarılalım’

Sıra dışı bir adam: Celâl Şengör Dr. Ali Mehmet Celâl Şengör, jeoloji dendiğinde akla gelen ilk isimlerden. Bu konuda 19 kitap, 276 bilimsel makale yayınlamış bir bilim insanı. Tarih ve felsefe ile ilgili de bir çok popüler makalenin sahibi. Biz onu bir de Fatih Altaylı ile yaptığı TV programlarından ve çok farklı, gündem oluşturan açıklamaları ile biliyoruz. Geçtiğimiz pazar günü Limmud’a katılan Şengör’e röportaj teklif ettiğimde hem hemen kabul etti, hem de muhteşem kütüphanesini tanımam için evine davet etti. Bu röportajı bizim o günkü keyifli sohbetimizden derledim. Jeoloji ile ilginiz nasıl başladı, nasıl gelişti? Çok küçükken annem bana bir kitap aldı. Üzerinde bir brontozorun kafası vardı, görmediğim hayvanlar ilginç şeyler diye düşündüm. İlkokul öğretmenim bir fen ve tabiat ansiklopedisi hediye etti. Orada bir paleontoloji bölümü vardı. Çok ilgimi çekti. Meraklıydım. Bir mikroskop seti alındı orada sinekleri inceliyordum. Yazları sık sık Bursa’ya giderdik. Anneannem ve