Ana içeriğe atla

Dron Çağında Hava Savunması: Bir Ülkeyi Savunmak Hâlâ Mümkün mü?

Rusya’nın Avrupa hava sahasına yönelik düşük maliyetli dronlarla yaptığı ihlaller hem Avrupa güvenliğini, hem hava savunma mimarisini, hem caydırıcılığını, hem de NATO ülkelerinin işbirliğini test ediyor adeta. Polonya hava sahasındaki son ihlallerden Ukrayna ve Gazze savaşlarına kadar uzanan bu yeni dönem, ucuz dronlarla pahalı platformları meşgul eden asimetrik bir yaklaşımı işaret ediyor. İnsansız hava araçlarının istihbarat ve muharebelerde kullanılma şeklini ve sonuçlarını İzmir Ekonomi Üniversitesi öğretim üyesi Doçent Dr. Sıtkı Egeli ile Global Panorama için konuştuk.

Dron veya insansız hava aracının askeri amaçla kullanılması ne zaman başladı?

İnsansız hava aracının geçmişine baktığımızda ilk önce ABD’nin Vietnam Savaşı sırasında keşif amaçlı kullandığını görüyoruz. 1970’lerin başında ise İsrail, ABD’den aldığı insansız hava araçlarının sağladığı faydaların farkına vararak, ISR (Intelligence Surveillance Reconnaissance) yani istihbarat-gözetleme-keşif amaçlı olarak kendi ürettiği insansız uçakları bölgesel senaryolarda kullanma yoluna giden ilk ülke oluyor. İlginçtir, İsrail’den sonra bu sınıftaki insansız hava araçlarını envanterine alan ikinci ülke ise 1990’ların başında Türkiye. ABD’ndeki küçük bir üreticiden önce Gnat-750, ardından I-Gnat modeli 40 saate kadar havada kalabilen insansız hava araçları satın alınarak Güneydoğu’da terörle mücadelede kullanılıyor. ABD Hava Kuvvetleri de Türkiye’den sonra aynı uçakları satın alıp Predator adını veriyor ve Balkan Yarımadası’nda benzer amaçla kullanmaya başlıyor. 11 Eylül saldırıları sonrasında ABD, terörle mücadelede sahaya asker sürmek yerine önce istihbarat toplamak için, daha sonra üzerine silah koyup Predator inansız hava araçlarını saldırı amaçlı kullanmaya başlıyor. Buna paralel olarak İsrail kendi ürettiği İHA’ları, daha sonra Fransa, İngiltere ve İtalya Predator ve daha büyük modeli olan Reaper insansız araçlarını ABD’nden temin ederek terörle mücadelede saldırı amacıyla kullanmaya başlıyorlar. Bu dönemde İHA’lar devletlerin elinde Türkçeye her ikisi de terörizme mücadele olarak tercüme edilen counter insurgency ve counter terrorism görevlerinde kullanılıyor.

Devlet dışı aktörler ne zaman dron kullanmaya başladı?

2006’da Hizbullah’ın İsrail’e çok daha küçük ve basit taktik sınıf İHA’larla saldırdığını biliyoruz. Hizbullah İran’dan alıyor bu İHA’ları. İranlılar bu teknolojiye çok büyük yatırım yapmış durumdalar, çünkü İran İslam Devrimi’nden sonra sahip olduğu hava gücünü ambargolar sebebiyle uçuramıyor, farklı kaynaklardan yeni uçak da satın alamıyor. Dolayısıyla kestirme ve ucuz bir çözüm oluyor insansız uçaklar. Yıllar içinde Hizbullah’ın İsrail’e birçok İHA saldırısı oldu, ama bunlar genelde düşürüldü ve can kaybına yol açmadılar. İsrail Hava Kuvvetleri bunları savaş uçakları veya hava savunma füzeleriyle düşürerek ciddi bir kaybı önledi. Ama İsrail’in kendisi de İHA’ları hem keşif amaçlı, hem de üzerlerine patlayıcılar ekleyerek saldırı amaçlı kullanma yoluna giden, bu alanda gerçek manada değişimi tetikleyen ülke. 2015 yılında bu kez Yemen iç savaşındaki taraflardan Hutsiler İran’dan aldıkları İHA’larla önce Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki hedefleri, daha yakın zamanda da İsrail’e yönelik saldırılar yapmaya başladı. Aslında bunlar basit, intihar ya da kamikaze İHA dediğimiz silahlar. Dolayısıyla en azından son 20 yıldır bu nitelikteki be tehditten haberdardık Orta Doğu bağlamında.

Bu tür dron saldırıları yeni değil ancak şimdi daha çok konuşuluyor. Bunun nedeni nedir?

Avrupa’nın bunu kendine doğrudan tehdit olarak görmeye başlaması Ukrayna Savaşı ile oldu. Oysa biz benzer problemi biz 2018’de birebir Suudi Arabistan’da görmüştük. Suudi Arabistan’ın içinde, Aramco’nun bir petrol rafinerisine İHA’lar ve seyir füzeleriyle saldırıldı. Gayet planlı bir şekilde, bütün yakıt tanklarını yaklaşık 16 dronla aynı noktadan vuruldu. Olağan şüpheli Hutsiler idi. Ama bunlar olasılıkla Yemen’den atılmadı, çünkü menzilleri o hedefi vurmaya yetmiyor. Bir ihtimal Irak’ın güneyinden İran’a yakın gruplarca, hatta belki İran’ın içinden atıldı bunlar Suudi Arabistan’a.

Bu olay sonrasında mevcut hava savunma paradigması tepe taklak oldu. Bu tür saldırılara karşı kendimizi nasıl savunabiliriz? O milyar dolarlık Patriotlar, SAMP-T’ler, Aegis hava ve füze savunma sistemlerinin etkili irtifalarının çok altında kalarak fark edilmeden hedeflerine ulaşan, çok basit, her biri 20-30 bin dolarlık silahlardan bahsediyoruz. Oysa ki, onları vurmak için kurulmuş hava savunma sistemlerinin her bir füzesi 2-3 milyon dolar. Yani saldıran lehine ve savunan aleyhine ciddi bir dengesizlik ortaya çıktı. Biz bu durumu Ukrayna savaşında açıkça gördük, görmeye devam ediyoruz. İran Şahit (Shahed) dronlarını Rusya’ya sattı ve Rusya bunları Ukrayna’ya karşı kullanmaya başladı. Sonra Ukrayna da Rusya’ya karşı kendi ürettiği saldırı dronlarını kullanmaya başladı. Bu sene yaz sonundan itibaren de E-Rus dronlarından düzinelercesi Polonya hava sahasından Avrupa’ya girmeye başladı. Avrupa ancak o zaman uyandı tehlikeye. Hatta ABD’nin de yeni ayıldığını görüyoruz. Aslında bu konu uzmanlar arasında uzun zamandır tartışılıyor, uyarıları yapılıyordu; Batı’nın bu tehdide karşı efektif bir savunması yok, bu tehditle karşı karşıya kalacak bir sonraki savaşta diye.

NATO ve AB bu tehdide karşı nasıl hazırlanmalı?

Bu duruma karşı yeni bir bakış açısı gerekiyor, tedarik zincirlerinin değişmesi, ya da tedarik usullerinin değişmesi gerekiyor. Ama büyük devletlerdeki tutucu orduların ve tedarik makamlarının bu değişime adapte olması zor, karar almaları çok uzun vakit alıyor. Şu anki saldırılar, profesyonel adı Tek Yönlü Taarruzi İHA (One Way Attack UAV) olan, medyada kamikaze veya intihar dronu olarak adlandırılan silahlarla gerçekleşiyor. Ama Ukrayna Savaşı’nda, harbin cereyan ediş şeklini kökten değiştiren ikinci kategori bir kategori İHA daha var. First Person View Drones (FPV) adı verilen, tek bir şahsın kaldırıp uçurabildiği, hobi dronları olarak tanımlayabileceğimiz, oyuncakçı veya teknoloji dükkanlarında bulunabilen dronların patlayıcılarla donatılmak suretiyle saldırıda veya gözlem amacıyla kullanılması olgusuyla karşı karşıyayız.

Bu tür dronları ilk kullanan IŞİD ya da diğer ismiyle DAEŞ terör grubu oldu. İlk kez 2015 yılında Irak ve Suriye’de, Fransız askerlerine ve Türk askerlerine karşı kullandı bunlar. IŞİD’in ilk kullanım şekli oldukça ilkel. Başlarda bu dronlar bubi tuzaklanıp hedefe indiriliyor, oradakilerce incelenirken infilak ediyorlar. Daha sonra basit bir düzenekle, mesela ters çevrilmiş plastik kapların içerisine el bombası ya da hava mühimmatı koyarak onları hedef üzerinde aşağıya bırakıyorlar. Aynı zaman diliminde bu tür dronları Yemen’de Hutsiler kullanmaya başlıyor. Ve bunu Meksika ve Kolombiya’daki narkotik karteller takip ediyor. TSK’ya ve Türkiye içerisindeki hedeflere karşı PKK da kullanıyor, özellikle 2017-2019 arasında. Ama ancak Ukrayna Savaşı sayesinde, bu FPV denen bu basit dronların kullanımı kuantum sıçraması yapıyor, gündeme oturuyor. 2023’e geldiğimizde, önce Ukraynalılar sonra Ruslarca 600-800 dolara alınabilen bu ucuz dronların on binlercesi sürülüyor cepheye. 2024 yılında Ukrayna’nın ürettiği ve kullandığı bu kategorideki dron sayısı 4,5 milyon! Ruslar da milyonlarcasını, belki daha fazlasını üretiyor ve sahaya sürüyor. Adeta top mermisinin yerini alıyor FPV dronlar. Her iki taraf da mühimmat açığı yaşarken, dronlar yaraya merhem oluyor. Ukrayna’daki birçok askeri birliğin içinde kendi dron birimleri var. Kendi finansmanlarını buluyorlar, dronlarını üretip kullanıyorlar. Bir de puan sistemi getirmişler. Oyun gibi, vurduğun hedefe göre puan topluyorsun ve o puanlara göre para alıyorlar merkezi savunma bütçesinden.

Bu kadar yüksek sayıda dronun sahaya sürülmesi savaşı nasıl etkiledi?

Felç etti savaş alanındaki birlikleri. Aynı anda on binlerce dron uçuyor Ukrayna-Rusya ortak sınırı boyunca ve her türlü hareketi görüyorlar. Cephenin her iki tarafında 10-15’er kilometrelik ölüm bölgeleri oluşmuş durumda. Kimse hareket edemiyor, herkes yerin altında bu alanlarda. Tıpkı Birinci Dünya Savaşı’ndaki siper savaşları gibi. Kimse kafasını çıkaramıyor. 100-200 metre ilerleyip toprak kazanabilmek için çok ağır asker ve malzeme kaybını göze almak zorunda her iki taraf da.

Bir de Rusya’nın içinden gerçekleşen Örümcek Ağı operasyonu var…

Ukrayna’nın 1 Haziran 2025’te Rusya’ya yönelik Örümcek Ağı operasyonu (Operation Spider’s Web) işin rengini tamamen değiştirdi. 120 kadar FPV dronu sivil kamyonlarla Rusya’nın içlerine gönderdiler. Dronları prefabrik evlerin çatılarının içine yerleştirip, o evleri de kamyonların üstüne koyup, dünyadan haberi olmayan Rus kamyon şoförlerini istedikleri konumlara yönlendirdiler. Sonra da Rus cep telefonu şebekesini kullanıp bu dronları Ukrayna’dan uzaktan kumandayla havalandırıp yakındaki Rus hava üslerini neredeyse içlerinden vurdular. Bu operasyonla Ukrayna aynı anda beş stratejik hava üssünü vurdu, Rusya’nın stratejik bombardıman uçaklarından en az 11 tanesini imha etti. Böyle bir tehdit karşısında geleneksel hava savunma önlemleri gerçekten çaresiz.

Böyle bir saldırı karşısında Dron Duvarı (Drone Wall) da etkisiz kalır sanırım…

Avrupalı siyasetçilerin bundan birkaç ay önce kamuoylarını yatıştırmak için ortaya attığı tehdidin niteliğiyle yakından uzaktan alakası olmayan bir uyutmacadır ‘Dron Duvarı. O duvarı nereye kuracaksınız? Doğudan, Rusya’dan gelecek İHA’lara karşı Polonya sınırlarına kursanız, Almanya, Danimarka veya örneğin Fransa’nın içinde kalkan dronlara karşı nasıl savunma sağlayacak?. Son gelişmeler, bizim alıştığımız manada ülkenin sınırlarına ve üstüne görünmez bir hava savunma duvarı örüp, istemediğimiz şeylerin içeri girmemesi yaklaşımını geçersiz kıldı. Zira, dışarıdan gelecek tehditlere karşı koruduğunuz ülkenizin içerisinden kaynaklanıyor tehdit. Şu an Avrupa’nın karşı karşıya kaldığı açmaz tam da bu. Saldırı amaçlı kaldırmasalar da, FPV dronlar her gün havaalanlarının, hava ve deniz üslerinin civarında uçuyorlar. Kime ait oldukları, nereden kalktıkları tespit edilemiyor. Dolayısıyla, dron duvarı gerçekçi bir çözüm değil, zaten teknolojik olarak mümkün de değil. Çünkü kategorideki dronları tespit ve takip etmek son derece güç. Havada kaldıkları süreler çok kısa; 15–20 dakika uçuyorlar zaten. Genelde ilgilendikleri hedefe çok yakın yerlerden kalkıyorlar ya da sınırın ötesinden geliyorlarsa çok alçaktan uçuyorlar.

NATO veya AB ne yapabilir bu ihlaller karşısında?

Bu kadar gündeme gelmesinin bir sebebi, buna karşı şu anda pratik savunmamızın olmaması. Düşürmeyi denemek bile hava trafiğini aksatıyor. Batı, Rusya veya Çin fark etmeksizin tüm ülkeler, bu tür bir dron tehdidi karşısında mevcut hava savunma çözümleriyle etkili bir koruma sağlayamıyor. Ülke dışından gelen bir hava ya da İHA saldırısına karşı savunma sağlayabiliyor olsanız bile, tehdit ülkenin içinden kaynaklandığında  yapılabilecek pek bir şey olmuyor. 2014’te örneğin, ABD’nin New Jersey eyaletinde “dron cinneti” (drone craze)  adıyla anılan bir olay yaşandı. Eyaletteki hava üsleri civarında birkaç gün içerisinde 6,000 adet şüpheli dron ihbar edildi yetkililere. Ancak bunların büyük kısmı normal uçuşlarındaki uçak ya da helikopterlerdi. Kimliği belirsiz dronlara dair birkaç haber çıktıktan sonra medyada, insanlar havada gördükleri her şeyi ihbar eder hale geldi, güvenlik güçleri doğal olarak aşırı yüklendi, satüre oldu. Sonuçta hava üsleri uçuşları kapatılıyor, eyalet üzerindeki hava trafiği durduruluyor, hem de ortada gerçek bir tehdit yokken. Peki bunun sonucunda ciddi önlemler alındı mı, alınabildi mi? Hayır.

O günden bugüne ne değişti?

ABD, bu tip dron tacizlerine karşı gezici dronsavar müdahale timleri oluşturuyor şu anda. Fakat bunların neye ve ne sürede yetişebileceği büyük bir soru işareti. Saldırı olduğu anda bunu durdurabilecek kapasiteleri yok. İhtiyaç duyulan yere ulaşmaları yarım, belki bir gün sürecek. Yani bir saldırıyı anında durdurabilecek, dronları düşürebilecek ya da kimin yaptığını tespit edebilecek bir yetenek henüz mevcut değil. Dronsavar tim yetişene kadar saldırı gerçekleşir ve etkisini yaratır. Eğer hedef bir enerji santraliyse vurulur; bir havaalanıysa hava trafiği durur. Daha da vahimi, eğer tam anlamıyla kaos yaratmak istenirse, bir rock konserine ya da siyasi bir mitinge ya da protesto  yürüyüşe saldırmak istenirse, bunu önünde de şu anda hiçbir engel yok. Ülke sathına yayılmış sivil hedeflere yönelik  bu tür saldırı ve tacizleri durdurmanın şu an için gerçekçi bir yolu yok. ABD bunun farkında ama elde bir çözüm olmadığı için çaresiz. Kamuoyu ise bunun çok farkında değil; çünkü Avrupa’daki gibi birinci elden bir tecrübe henüz yaşanmadı. Avrupa ise bu konuda panik halinde. Siyasetçiler de ortalığı yatıştırmak için Avrupa dron duvarı gibi havalı, ama aslında anlamsız bir isimle proje başlattılar. Hem NATO’dan, hem de AB içinden iki paralel girişim yürütülüyor şu anda. Ancak şu anda atılanlar daha çok söylem düzeyinde ve halkı yatıştırmaya yönelik adımlar.

Dronlara karşı Ukrayna veya Rusya ne yapıyor?

Ukrayna kamikaze İHA’ların tespiti için akustik sistemler kullanıyor. Yaklaşık 10 bin adet cep telefonu benzeri cihazı direklerin tepsine monte etmişler, bir şebeke etrafında birbirine bağlamışlar ve bir de yapay zekâ yazılımıyla eşleştirmişler. İHA sınır geçip ülkeye girdiğinde motor sesi bu sensörlerce algılanıyor, gelen ses uyarıları yapay zeka destekli bir yazılım tarafından anlamlandırılıp, İHA’nin uçuş yolu üzerindeki savunma sistemlerine yönelik olarak  “size doğru motor sesi olan bir şey geliyor” şeklinde uyarı üretiyor. Hava savunma silahları ve unsurları hazır duruma geçip beklemeye başlıyorlar. İHA yaklaştığında, alçaktan ve görece yavaş uçtuğu için makinalı tüfek veya uçaksavar topu ateşiyle vurulabiliyor. Ukrayna’nın bulduğu çözümlerden birisi bu, yoksa bizim alışık olduğumuz radar–uçak–füze üçlüsüne dayanan bir hava savunma yaklaşımı değil. İHA ve dron savunmasının gelip tıkandığı nokta şu: bir şeyi vurmak için önce geldiğinden haberdar olmanız gerekir. Bunun için de tüm ülkeyi kapsayacak bir erken uyarı ve gözetleme sistemi kurmanız gerekir. Büyük ülkeler için bu hem aşırı maliyetli hem de teknik olarak çok zor. Şu anda hiçbir ülkede bu düzeyde bir altyapı yok. Tespit edince de iş bitmiyor. Vurmanız gerekiyor gelen hedefi. “Uçaksavar topu kullanalım” deseniz; kullanılan mühimmat paralanan tipte. Yerden örneğin 100 metre yukarıda patladığında şarapneller yağmur gibi aşağı iner; korumaya çalıştığınız hedefleri kendiniz vurmuş olursunuz. Şu anda ortaya atılan bir diğer çözüm lazer silahları kullanmak. Ama bu da gerçekçi değil. Lazer ışınları bulutlu hava, sis, duman, yağmur gibi koşullarda kırılır, dolayısıyla etkili olmaz. Dronu atan da aptal değil, saldırmak için havanın kapalı olduğu günleri tercih edecektir. Geriye bir tek çözüm kalıyor: gelen dronlara karşı yine dron kullanmak. Gelen İHA veya dronların geçiş yolu üzerine kendi dronlarınızı konumlandırıyorsunuz ve bunları gelen dronlarla çarpıştırarak etkisiz hale getiriyorsunuz. Şu anda Avrupa’da birçok ülke bu çözümün peşinde. İlginç olan, bu nitelikteki dronsavar çözümlerin dev savunma şirketlerinin elinde değil, Baltık ülkelerinde ve Ukrayna’da bazılarında sadece 5-10 kişinin çalıştığı start-up’ların yani küçük şirketlerin elinde olması. Bu küçük şirketler dev firmalarla teknoloji transferi anlaşmaları imzalıyor ve sahip oldukları bilgi birikimini aktarıp ciddi kazanç elde ediyor. Çünkü geleceğin çözümü bu: drona karşı dronla savunma.

Gazze savaşında dronları kullandığı biliniyor. Fakat bununla ilgili çok fazla açık kaynak bulamadım. Nasıl kullanıldı?

Gazze Savaşı’nda hem Hamas hem İsrail İHA’ları ve dronları kullandı. 7 Ekim 2023’deki saldırısında Hamas dronlardan istifade etti. İsrail’in sınır gözetleme noktalarının ve kulelerinin bazılarını dronlarla vurduklarına dair görüntüler internette mevcut. Hamas FPV dediğimiz, üzerine basit bir patlayıcı yerleştirilen ve operatörün kamera üzerinden yönlendirdiği hobi dronlarını kullandı. İsrail ise geleneksel olarak Gazze, Batı Şeria, Golan ve bölgedeki diğer ülkelerin hassas noktalarını İHA sistemleriyle sürekli gözetler. “Fırsat hedefi” olarak adlandırılan, yani uçak veya helikopter gelene kadar kaçabileceği düşünülen hedefleri doğrudan bu İHA’lardaki silahlarla vurur. Bu, ABD’nin 11 Eylül sonrasında uyguladığı yönteme oldukça benzer.

İsrail ordusu uzun yıllardır insansız hava araçları konusunda çok ileri ve deneyim kazanmış bir ordu; dolayısıyla bu teknolojiyi doğal olarak yoğun şekilde kullanıyorlar. Bugün de hem yüksek irtifada gözetleme yapan büyük İHA’lar, hem de sahada binaların arasında, yer altında, tünellerde kullanılan çok daha küçük modeller eşzamanlı olarak kullanılıyor. Yani İsrail’in İHA ve dron kullandığına şüphe yok, sadece açık kaynaklarda fazla kaydına rastlanmıyor. Çünkü İsrail savaşta kullandığı silahlar ve teknolojiler konusunda oldum olası ketumdur. Özellikle silah taşıyan İHA’lar konusunda yıllarca belirsizlik politikası yürüttüler. Mesela  30-35 yıl sonra İHA’larının silah taşıdığı İsrail makamlarınca ilk kez geçtiğimiz yıl resmen kabul edildi. Biz zaten bunu 30 yıldır biliyorduk..

Bunun ötesinde, İsrail’in küçük yani FPV dronları Gazze’de ne şekilde kullandığını tam olarak bilemiyoruz. Fakat kentsel çatışma alanlarında, yani sokakları ve binaların içlerini tek tek ararken veya Gazze’deki yer altı tünellerinde bu küçük dronların kullanıldığı tahmin ediliyor. Çünkü o tünellerin içine asker sokmak son derece riskli. Ancak bu dronları kapalı alanlarda uçurmak teknik olarak problemli; çünkü bunlar RF dalgalarıyla kontrol ediliyor ve farklı bir odaya geçtiğinde RF bağlantısı kesilebilir. Bu dronların otonom çalıştığı iddia edilen versiyonları var, yapay zekâ ile desteklenmiş (AI-enhanced) modeller. İki olasılık var. İyimser seçenek dron kendi başına ilerliyor, bakıyor, kayıt alıyor, sonra bağlantının yeniden kurulabildiği noktaya geri dönüp operatöre bilgi veriyor. Daha olası ve kötümser olan seçenekte üzerinde yapay zeka destekli otonom hedef bulma ve imha yazılımı bulunuyor ve operatör olmadan tespit ettiği hedeflere doğrudan saldırıyor.

Türkiye’de yakın dönemde üç gemiye saldırı oldu. Türkiye bu gelişmelerin neresinde?

İlk iki saldırı insansız deniz araçlarıyla, üçüncüsü ise insansız hava aracı ile yapıldı. Özellikle hava aracı saldırısının, büyük ihtimalle yakındaki bir insansız deniz aracından kalkan FPV dron tarafından gerçekleştirildiği düşünülüyor. Çünkü Ukrayna’nın bu tür dron çözümleri mevcut. Uzun menzilli, üzerinde Elon Musk’ın Starlink firmasına ait uydu üzerinden internet terminalleri bulunan insansız deniz araçları FPV dronlar için sadece taşıyıcı platform değil, aynı zamanda bir tür röle noktası işlevi görüyor. Ukrayna’daki operatörler, insansız deniz aracı üzerinden dron ile kurulan uydu bağlantısı sayesinde dronu hedefe yönlendiriyorlar. Bunu defalarca denediler; hatta karadaki hedeflere karşı da uyguladılar. Rusya’nın Kırım’daki hava savunma sistemlerini de insansız deniz araçlarının taşıdığı bu tür dronlarla vurmuşlar, radarlarını devre dışı bırakmışlardı. Dolayısıyla gemilere yönelik saldırılarda da bu yöntemin kullanılmış olması yüksek ihtimal. Çünkü bahsettiğimiz küçük ve hafif dronların, Ukrayna’dan kalkıp sahip oldukları kısıtlı uçuş menziliyle Boğaz’ın girişindeki bir gemiye ulaşmaları hem mümkün değil, hem de komuta bağlantısının sınırlı menzili itibarıyla teknik açıdan imkânsız.

İnsansız Deniz Aracı konunun bir diğer boyutu…

İnsansız deniz araçları Ukrayna Savaşı ile gündeme gelseler de, aslında orijinal kullanımları İran kaynaklı. Bu sistemlerin savaşta ilk kullananlar da yine Yemen’deki İran destekli Hutsiler. Aslında Ukrayna Savaşı’nda gördüğümüz birçok uygulamanın hem deneysel hem de ilk saha kullanımının çok büyük kısmı Yemen’de gerçekleşti; teknolojik ve doktrinel açıdan neredeyse hepsinin orijini İran. İran’ın donanması zayıf olduğu için son 30 yıldır Hürmüz Boğazı’nı kapatma, ABD’yi ve Körfez ülkelerini kendi kıyılarından uzak tutma amacıyla insansız deniz araçları, insansız denizaltılar gibi sistemlere büyük yatırım yaptı. Bu yatırımların sonucunda elde ettiği çözümleri de bugün Hizbullah’a, Hutsilere ve Ruslara veriyor.

Bir anlamda Ukraynalılar bu konsepti seri üretime dönüştürüp daha da geliştirdiler. Hutsilerin sahip olmadığı şekilde, bu deniz araçlarının üzerine Starlink terminalleri yerleştirerek çok uzun menzillere ulaşabilen ve oldukça güvenilir bir güdüm kapasitesi kazandılar. Rusların Karadeniz Filosunu büyük ölçüde limanlara çekilmek zorunda bıraktılar; filoyu Novorossisk ve Karadeniz’in doğusundaki deniz üslerine mahkûm ettiler. Fakat gemiler orada bile tam güvende değiller; çünkü Ukrayna bu dronlarla oraları da vurmaya devam ediyor.

Bu tehdidin eninde sonunda Türkiye kıyılarına sirayet etmesi kaçınılmazdı. Çünkü Ukrayna, Rusya’nın canını yakmak ve müzakereye zorlamak için petrol ve enerji altyapısını hedef almaya başlamıştı. Önce rafinerileri vurdular, şimdi petrol tankerlerine saldırmaya başladılar. Novorossisk’ten yola çıkan tankerler Türk Boğazlarından geçerek dünya pazarlarına ulaşıyor. Dolayısıyla yaşanan çok tehlikeli bir tırmanma.

En kötü senaryo nedir?

Karadeniz güvenliği bakımından, bunun gelişme büyük ölçekli bir çatışmaya dönüşebilir, Karadeniz’deki tırmanmaya NATO müdahil olmak isteyebilir. Savaşan ki taraf birbirinin tüm gemilerini vurmaya başlarsa, arada yanlışlıkla Türk, Rumen, Bulgar ya da uluslararası bayraklı diğer gemilerin de isabet alması mümkün. Böyle bir gelişme Türkiye üzerinde çok ciddi bir NATO ve AB baskısı yaratabilir. Türkiye’nin geleneksel yaklaşımı Karadeniz’de NATO’nun, AB’nin veya kıyıdaş olmayan oyuncuların varlığını sınırlamak üzerine kuruludur. Fakat son gelişmeler, Türkiye’nin bu pozisyonunu zorlayacak bir tablo ortaya çıkarabilir.

Şu anda Türkiye’nin reaksiyonu, iki tarafı da diplomatik olarak uyarmanın ötesine geçemiyor. Askeri açıdan ise durum çok zor; çünkü bu deniz araçlarını durdurmak gerçekten zor ve tehlikeli. Üç, beş tanesi aynı anda, farklı yönlerden saldırıyor. Hedefteki gemi hangi birine odaklanacağını şaşırıyor. Rusların gelişmiş savaş gemilerini bu şekilde vurdular. Daha da kötüsü, kendi silahları bu araçlara karşı yetersiz kaldığı için gemiler genelde helikopter kaldırılıyor. Fakat şu anda öyle bir noktaya geldik ki, Ukrayna bazı insansız deniz araçlarına helikopter ve uçaklara karşı kullanılabilecek füzeler yerleştirmeye başladı. Bu yüzden deniz araçları kendilerine yaklaşan helikopterleri, hatta savaş uçaklarını da düşürebiliyor.

Türkiye son dönemde dron teknolojisine çok büyük yatırım yaptı; şu an Merops Hava Gözetleme Sistemi’nin ihracatını konuşuyoruz. Bir çalışmada okumuştum, Türkiye’de hava sahasının neredeyse tamamı bölgelere ayrılmış durumda ve sivil bir dron satın aldığında “yeşil bölge” bulup özgürce uçurabileceğin alan çok sınırlı. Her yer bir otoritenin kontrolünde. Bu durum güvenlik anlamına da geliyor mu?

Durum böyle, ama buna rağmen bir dronu tespit etmek ve engellemek kolay değil. Ege kıyıları başta olmak üzere ülkenin büyük kısmı kırmızı, yani dron uçuşuna kapalı. Uçuş için önden özel izin almak gerekiyor. Diğer taraftan, kötü niyetli aktörler söz konusu olduğunda, kuralların ihlal edilmesi ve “kaçak” uçuşun önüne geçilmesi, bunların tespiti zor. Aynen ABD veya Avrupa semalarında olduğu gibi. Özellikle hobi dronları çok alçak irtifada uçuyorlar, klasik hava savunma radarları bunları görmüyor. Tabi operatör ile dron arasındaki sinyallerden tespit etmek mümkün. Bölgede elektronik destek sistemi (ESM) dediğimiz sensörler mevcutsa,  bu sinyaller algılanabilir, hatta elektronik karıştırıcı da varsa dron ile operatörü arasındaki bağ koparılabilir.

Peki Türkiye kendi sınırları içinden gelebilecek bir saldırıya hazırlıklı mı?

Türkiye’de dron tespit edecek ve karıştıracak sistemler mevcut. Örneğin Güneydoğu’daki askeri birliklerde bu tür sistemler bulunuyor ve PKK saldırılarına karşı kendilerini koruyorlardı. Büyük ihtimalle petrol boru hatları, barajlar, enerji santralleri gibi kritik altyapı tesislerinde de benzer koruma sistemleri vardır. Ama bunlar noktasal çözümler. Üstelik karıştırıcının etkili olacağının garantisi yok. Çünkü dron farklı bir teknoloji kullanıyor olabilir. Son bir yıldır Ukrayna’daki çatışmalarda taraflarca fiber optik kablolu dronlar kullanılıyor. Yani dron radyo sinyalleri yerine doğrudan bir kabloyla operatöre bağlı. Böyle bir dronu ne elektronik olarak tespit edebilir, ne de karıştırabilirsiniz. Eskilerin kablolu oyuncak arabalar gibi. Böyle bir sistemi vurmak dışında kimse engelleyemiyor.

Dolayısıyla Türkiye’de hava sahasını bölgelere ayırmak veya uçuşa yasaklamak, bu tür tehditler karşısında çok da fark yaratmıyor. Nitekim örneklerini gördük. Atatürk Havalimanı’nda dron uçuşları yüzünden hava trafiği durmuştu. Özetle, Türkiye’nin dron tehdidine karşı kullanabileceği yetenekler var mı? Evet, var. Bu konuda birçok ülkeden de daha iyi durumdayız. Kendi üretimimiz sistemler var. Ama sorun şu ki dünya henüz bu tehdide karşı kesin bir çözüm bulabilmiş değil.

Karel Valansi, Global Panorama, Panorama Soruyor 18 Aralık 2025  https://www.globalpanorama.org/2025/12/dron-caginda-hava-savunmasi-bir-ulkeyi-savunmak-hala-mumkun-mu-karel-valansi/

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ke vamos a mirar en la karantina?

Kon el fin del verano i el retorno de la karantina, estamos mas tiempo en las kazas. Les kero propozar tres serias de TV echos en Israel. El primer es "Tehran". Es una seria de espionaje muy enteresante. Una espion del Mossad viaja en sekreto a la kapital de Iran. Tehran es su lugar de nasimiento tambien. La hacker de komputadora tiene el objektivo de dezaktivar el reaktor nuklear. Esta misyon tendra implikasyones para el Medio Oriente i el mundo entero. La seria es en ebreo i perso. Es una sezon i tiene ocho episodios, kada uno 50 minutos. Mi segunda propozisyon es una seria romantika i komika. Lehiyot Ita (Estar Kon Eya) es una seria de 2013, ma muy simpatika. Izieron tambien la version Amerikana ke se yama “La beyeza i el panadero”. La seria konta la istorya de amor entre una supermodela internasyonal muy famoza i muy rika, i un simple panadero ke no tuvo la shans de ir a la eskola artistika por razones finansiales. La seria es dos sezones, 18 episodios en total i kada uno...

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları ...

“We are Beyond What I Had Dreamed of When I Moved to Dubai”

Cem Habib  We talked about how the peace deal between Israel and the United Arab Emirates affected the Jewish life in the Emirates, with the investment manager Cem Habib, who has been living in Dubai since 2016, and who is one of the founding members of the Jewish Council of Emirates (JCE), the first officially recognized Jewish community of the UAE. How long have you been living in Dubai? What influenced you in deciding to live here? I moved to Dubai in 2016, before I had been living in London. My customer base at that time was in Kazakhstan and it had gotten harder commuting there from London every month after 6 years. There were three direct flights between Dubai and Kazakhstan, every day, with a flight time of less than 4 hours. To improve our quality of life and to spend more time with the kids, we moved to Dubai. When moving, how could you overcome the thought “As a Jew, will I be comfortable living in an Arab country with my family?” I talked to my friends from different cou...