Ana içeriğe atla

Nerede hata yaptık?

Norveç’te yaşananlar her terör olayında olduğu gibi çok ani, şaşırtıcı ve üzüntü verici. Norveçliler huzurlu ülkelerine bu acıyı bir yabancının yaşattığını tahmin ederken, kendi içlerinden birinin bu katliamı gerçekleştirmiş olmasının şokunu yaşıyorlar. Artık kendilerine “Nerede hata yaptık?” diye sormaları lazım. Tıpkı Yitsak Rabin’in aşırı sağcı bir genç tarafından öldürüldüğünde İsraillilerin kendilerini sorguladığı gibi.
Cevap aslında tüm Avrupa’da gizli: endişe verici şekilde yükselen aşırı sağ eğilimi.
Fransa’ya baktığımızda 2007 seçimlerinde göçmenler ve Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkarak sağ seçmenin oylarını alan ve cumhurbaşkanı seçilen Nicholas Sarkozy söylevini sertleştirse de bu seçimlerde karşısında güçlenmiş bir aşırı sağ parti var. Front National başkanlığına seçilen Jean Marie Le Pen’in kızı Marine Le Pen Müslümanların cuma namazı için sokakları doldurmalarını Nazilerin Fransa’yı işgaline benzetirken, İsviçre’nin minare yasağını desteklediğini de gizlemiyor.
Benzer bir durum Hollanda için de geçerli. Sağcı politikacı Geert Wilders ırkçı ve nefret söylemi nedeniyle açılan davada suçsuz bulundu. “İslam şiddet içeren bir dindir” diyen Wilders, Kuran’ı Kerim’i de Hitler’in ‘Kavgam’ kitabına benzetmişti. Mahkeme, Wilders’ın bu sözlerini ‘göçmen sorunu tartışmasının bir parçası’ olduğuna karar verip, Wilders’ı akladı. Wilders sözlerini ülkesindeki ifade özgürlüğüne bağlarken, mahkemenin kararından güç alanlar Tevrat’ı da ‘Kavgam’a benzetmeye, İslam ile Yahudiliğin hastalıklı dinler olduğunu alenen dile getirmeye başladılar. Hollanda’da kaşer ve helal et kesimlerinin yasaklanması ile ilgili karar ve bu tasarıya verilen yüksek destek de ülkede artan yabancı düşmanlığının bir göstergesi sayılabilir.
Norveç de dahil olmak üzere özellikle Kuzey Avrupa ülkelerinde gözlemlenen kontrolsüz göçmen politikası ve bu politikadan kaynaklanan sorunlar çözüm bekliyor. Wilders’ın “Tsunami gibi” diyerek tanımladığı artan Müslüman göçü ve gelenlerin ülkeye entegre olmayıp kendi yaşam tarzları, kendi dilleri ile kendi anavatanlarındaki gibi yaşamaya devam etmeleri, yeni ülkelerinde bir yabancı olarak görülmelerine sebep oluyor. Yüksek doğum oranı ve sosyal yardımlardan aldıkları pay ile ekonomik olarak bir yük olarak görünen ve eğitim düzeyi ile sosyal ilişkilerinde de farklı olan göçmenlere karşı artan bir hoşnutsuzluk var.
Kendinden farklıya geçit vermeyen aşırı sağın yükselmesi sadece göçmen sorununu beraberinde getirmiyor. Bu durum, Avrupalı milletleri bir çatı altında toplayan AB kurumunun geleceği için de tehlike oluşturabilir.
Günümüze kadar ciddi hiçbir terör olayının yaşanmadığı Norveç, PKK olsun, Hamas olsun ayırt etmeden terör suçlularına kapılarını açtı. Norveç’te alenen bir İsrail karşıtlığı hüküm sürerken, bu durumun ülkede antisemitizmi ve ırkçılığı tetiklediği göz ardı ediliyor. Norveç’in İsrail Büyükelçisi Svein Sevje, yaşanan katliam ile Hamas terörünün farklı olduğunu vurguladığı açıklamasında, “Biz Norveçliler, İsrail’e karşı terör eylemlerinde sebebin İsrail’in süregelen işgali olduğunu düşünüyoruz. Oslo Katliamı’nın yaşanması bizim bu konudaki fikrimizi değiştirmez” dedi.
Oysa 11 Eylül gibi onca acı yaşandıktan sonra, terörün kimseye bir yarar sağlamadığı, yıkıcı bir güç olduğu kabul edilmeli. Terör haklı çıkarılmamalı, hafifletici sebep bulunmamalı. Avrupalı değerleri en iyi yansıttığı söylenen kuzey ülkelerinden Norveç, bu tür söylemlerle terörizmi meşru hale getirdiğini hatta davet ettiğini anlamalıydı yaşadıkları bu acı tecrübeyle.
Bir yanda minareleri yasaklayan kanunlar, bir yanda Londra’nın belli mahallelerini ‘Şeriat’a uygun bölge’ ilan eden zihniyet. Bir yanda artan nefret, ırkçılık, öteki düşmanlığı, bir yanda bu durumu dönemlik siyasi başarıya çevirmek isteyen partiler. Bir yanda yanlış göç politikaları, bir yanda nefret söylemini suç saymayan, ifade özgürlüğü olarak gören mahkemeler. Günümüz Avrupa’sının tablosu ne yazık ki bu.
Ancak bir iyi haber okyanus ötesinden geliyor. San Francisco’da bir hâkim, sünnetin yasaklanması ile ilgili maddenin eylül ayındaki referandumdan çıkarılmasına hükmetti. Her ne kadar bu tasarının tartışılması bile düşünce özgürlüğünü aşan, antisemit hakaret ve karikatürlere varmış olsa da, bu gelişme oldukça sevindirici. En azından bu kararın Avrupa’nın durup düşünmesini ve ‘özgürlüklerin de bir sınırı olduğunu’ anlamasını sağlar. Norveç ise, “senin teröristin, benim teröristim” diye bir ayrımın tehlikeli olduğunu çok daha geç olmadan kavrar diye umuyorum.

Karel Valansi / GÜNDEM
Şalom Gazetesi 03 Ağustos 2011
http://www.salom.com.tr/newsdetails.asp?id=79290

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ke vamos a mirar en la karantina?

Kon el fin del verano i el retorno de la karantina, estamos mas tiempo en las kazas. Les kero propozar tres serias de TV echos en Israel. El primer es "Tehran". Es una seria de espionaje muy enteresante. Una espion del Mossad viaja en sekreto a la kapital de Iran. Tehran es su lugar de nasimiento tambien. La hacker de komputadora tiene el objektivo de dezaktivar el reaktor nuklear. Esta misyon tendra implikasyones para el Medio Oriente i el mundo entero. La seria es en ebreo i perso. Es una sezon i tiene ocho episodios, kada uno 50 minutos. Mi segunda propozisyon es una seria romantika i komika. Lehiyot Ita (Estar Kon Eya) es una seria de 2013, ma muy simpatika. Izieron tambien la version Amerikana ke se yama “La beyeza i el panadero”. La seria konta la istorya de amor entre una supermodela internasyonal muy famoza i muy rika, i un simple panadero ke no tuvo la shans de ir a la eskola artistika por razones finansiales. La seria es dos sezones, 18 episodios en total i kada uno...

Her yaşam bir roman - Panama´daki Türk Yahudileri

Panama´da hızla büyüyen bir Yahudi yaşamı var. Café con Teclas kitabının yazarı gazeteci Sarita Esses´in yanı sıra Antakyalı Eli Cemal, Mersinli Musa İlarslan, Trakya kökenli Julia Kohen de Ovadia ve kuzeni İstanbullu Çela Alkabes de Eskinazi ile göç hikayelerini ve Panama´daki yaşamlarını konuştuğumuz keyifli bir sohbet sizleri bekliyor. Julia Kohen de Ovadia İstanbul doğumluyum. Babam Çanakkaleli Aron Kohen, annem ise Çorlulu Suzi Bahar.  Seneler evvel büyükbabamın eltisi Meksikalı Sultana genç yaşta çocuksuz dul kalınca küçük teyzem Donna’yı yollamasını istedi anneannemden. Donna da Sultana teyzesiyle yaşamak için Meksika’ya gitti. Orada eniştem Moises Mizrachi ile tanıştı ve evlenerek Panama’ya taşındı. Büyükbabam Nessim Bahar vefat edince anneannem Coya, ablam Malka ile iki aylığına kızını görmeye Panama’ya gitti. Ancak orada ablam eniştemle tanıştı, evlendi ve hayatını Panama’da kurdu. Dört çocuğu ve on torunu var. Ablamın düğünü için Panama’ya geldiğimizde ben Saint Pulcheri...

Orta Büyüklükte Bir Güç Olarak Türkiye’nin Dış Politikası

Farklı bölgelerde devam eden savaş ve krizler, uluslararası ilişkilerde güç rekabetini öne çıkarıyor. Buna ABD’nin büyük güç olarak alışılmış rolünü yerine getirmekteki isteksizliği de eklendiğinde, 1945’ten bu yana kurulan uluslararası düzen ve yapı taşı olan kurumlar yıpranıyor. Bunun sonucu olarak belirsizlik artıyor ve mevcut küresel sistem bir geçiş döneminin sancılarını yaşıyor. Öte yandan bu durum, orta güç olarak tanımlanan ülkelere daha geniş bir hareket alanı da sağlıyor. Bu sayede orta güçteki ülkeler, sistemde dengeyi gözeten, arabuluculuk yapabilen, bölgesinin istikrarına katkı sağlayabilen, hatta zaman zaman kapasitesinin üzerinde sorumluluk ve inisiyatif alabilen, küresel düzeyde etkili roller oynayabilen aktörler haline geliyor. Özellikle belirsizlik dönemlerinde bu ülkeler çok yönlü diplomasi, proaktif dış politika, esnek ittifak arayışları ile öne çıkabiliyor. Türkiye, bu bağlamda, orta güçte bir devlet olarak dikkat çeken bir örnek teşkil ediyor. Jeostratejik konumu,...