Ana içeriğe atla

Gençlerin Çığlığı

2011 yılı henüz bitmedi. Ancak daha şimdiden tarihte, dünyanın her köşesinden farklı halkların toplumsal başkaldırı ve protestolarıyla anılacağı kesinleşti.
İşsizlik, ekonomik sıkıntı ve eşitlik talepleri ile sokağa dökülen halkların isyanı Tunus ve Mısır’da onlarca yıllık otoriteleri sona erdirirken, özgürlük çığlığı uzun süreli diktatörlük veya saltanat şeklinde yönetilen diğer Arap ülkelerine sıçradı. Ürdün ve Cezayir örneğinde olduğu gibi bazen halk kısa vadeli reformlarla sakinleştirirken, bazen de Libya ve Suriye’de olduğu gibi güç kullanarak sindirilmeye çalışıldı. Yıllar boyu süren ikinci sınıf vatandaşlıktan kurtulup kendi ülkelerine kavuşan Güney Sudan örneği de var bu dönemde.
‘Sosyal adalet’ için toplanan İsrailliler ise hiçbir grup, kurum veya siyasi parti desteği olmadan New York Times’ın deyişiyle “en politik ‘apolitik’ hareketi” gerçekleştiriyorlar. 7,7 milyonluk İsrail’de 400 bin kişi başta ucuz konut olmak üzere farklı taleplerini dile getirmek, hükümete seslerini duyurmak için sokaktalar.
Bu başkaldırı durumu sırf Ortadoğu’ya özgü de değil.
Haziran ayı boyunca Atina meydanlarında ekonomik kriz ile boğuşan Yunanlılar yer alırken, 25 bin İspanyol ‘Yeter artık’ sloganıyla iki partili rejimi ve işsizliği protesto ediyorlar. Londra’da çoğunluğu fakir göçmenlerden oluşan gençler tıpkı 2005’te Fransa banliyölerindeki isyan gibi her yeri ateşe veriyorlar. Onların bir sloganı ya da net bir istekleri de yok üstelik. Sadece yaşadıkları hayata isyan ediyorlar. Halk, Trinidad Tobago’da yaşam şartlarının yükseltilmesi için, Japonya’da nükleer enerjinin kısıtlanması için, Hindistan’da yolsuzluğa karşı, Şili ve Arjantin’de ise eğitim reformu için sokakları dolduruyor.
Yaşanan bu küresel öfkede, isyan edenlerin ortak bir talebi olmadığı gibi ortak bir profili de yok. İsrail’deki isyanda eğitimli ve kültürlü orta sınıf daha iyi yaşam koşullarına kavuşmak isterken, Londra’daki isyanda göz ardı edilen alt gelir grubuna dahil eğitimsiz, işsiz göçmenler yer alıyor.
Her ülkenin sorunu farklı olsa da, yaşanan bu sosyal patlamada ortak tek nokta isyanın merkezindeki gençler. Genellikle yirmili yaşlarda, gelecekten umudunu yitirmiş veya yaşanılır bir geleceğe ulaşma hayalinin uzak bir ihtimal olduğunu gören bu gençler sisteme başkaldırıyorlar, gelenekseli değiştirmek istiyorlar.
Yaşanan ekonomik krizler, küreselleşme ile artan rekabet, işsizlik, gelir dağılımındaki eşitsizlik, artan etnik ve dini ayrımcılık, yabancı düşmanlığı ve ideolojik radikalleşme bu gençlerin gelecek umutlarını yok ediyor.
Sosyal medya araçlarıyla dünyadaki her gelişmeyi takip eden gençler, diğer ülkelerdeki halklardan güç alıyor, her isyan bir diğerini tetikliyor. Bin Ali ve Mübarek’in devrilmesi, sarsılmaz denilen otoritelerin bile gün gelip tarih olacağını gösteriyor ve sokaklarda toplanan halkı cesaretlendiriyor, böylece ülkelerini kökten değiştirebileceklerine inanıyorlar.
Yaşanan ekonomik kriz ve borç yükü hükümetleri tasarruf paketleri oluşturmaya ve kesintiye zorlarken işsizlik artıyor ve bundan en çok etkilenen yine gençler oluyor. Zengin AB ülkelerinde bile işsizlik oranları çok ciddi boyutlara ulaşmış durumda; İspanya %21, Yunanistan %17 ile ilk sıralarda yer alıyor. Zengin ve yoksul kesim arasındaki uçurumun artması, gelecek kaygısı yaşayan gençleri isyan ettiriyor. Bir de bu duruma Londra örneğinde olduğu gibi toplumdan dışlanmış, eğitimsiz, işsiz, amaçsız gençler eklenince şiddet kaçınılmaz oluyor.
Mevcut sistemden en çok zarar gören gençlere iyi bir gelecek sağlamak için sadece birkaç vergi oranını değiştirmek yetmeyecek. 2008 krizinin ciddi ekonomik sonuçları yaşanmış olsa da, bu küresel krizi tamamen atlatamamış ülkelerde yeni bir krizin sosyal boyutları çok daha büyük olacaktır. Liderlerin bu etkiyi azaltabilmek için gençleri dinlemek, anlamak ve uzun vadede ihtiyaçlarını karşılayacak kalıcı çözümler üretmeleri şart. ABD’nin kredi notunun düşmesi ile zaten sıkıntıda olan küresel ekonomi, krizin eşiğinde. Ağustos ayının rehavetine kapılıp tatil yapan liderler, artık yeni bir dönemin başladığını anlamak zorundalar.
Çünkü daha fazla kaybedilecek zaman yok!

Karel Valansi /GÜNDEM

Şalom Gazetesi 17 Ağustos 2011
http://www.salom.com.tr/newsdetails.asp?id=79415

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

Karel´den Mario´ya veda…

Kelimeler acı veriyor be Mario! Zormuş senin hakkında bir veda yazısı yazmaya oturmak. Biliyorum, seçmeye çalıştığım hiçbir kelime yaşadığım üzüntüyü aktarmaya yetmeyeceği gibi, seni anlatmaya da yetmeyecek. Bir de şu var. Bu yazıyı bitirip yolladığımda ve basılıp gazetede okuduğumda senin gitmiş olduğun kesinleşecek, oysa daha çok erken! Şu an ne isterdim biliyor musun, veda yazısı yerine senin başarılarını, yeni kitaplarını, söyleşilerini yazmak, seninle yine bir röportaj yapmak. Sevgili hocam, sevgili dostum, öykülerimi ilk okuyanım, edebi yönümü en çok destekleyenim, hiç tanımadığım yazarların hiç duymadığım kitaplarıyla beni tanıştıran.  İzlediği ilginç filmleri benimle paylaşan, tartışan… “Merhaba” diye başlarsın yaratıcı yazarlık derslerine, sonra eklersin “merhaba demek benden sana zarar gelmez demektir,” diye. Koca kalbinle kimseyi üzecek, kıracak bir söz dahi etmediğinden eminim. Günlerdir seni anıyorum. “Twitter’da olmalısın” deyip sana hesap açışımızı, özene bezene seçtiğin

“We are Beyond What I Had Dreamed of When I Moved to Dubai”

Cem Habib  We talked about how the peace deal between Israel and the United Arab Emirates affected the Jewish life in the Emirates, with the investment manager Cem Habib, who has been living in Dubai since 2016, and who is one of the founding members of the Jewish Council of Emirates (JCE), the first officially recognized Jewish community of the UAE. How long have you been living in Dubai? What influenced you in deciding to live here? I moved to Dubai in 2016, before I had been living in London. My customer base at that time was in Kazakhstan and it had gotten harder commuting there from London every month after 6 years. There were three direct flights between Dubai and Kazakhstan, every day, with a flight time of less than 4 hours. To improve our quality of life and to spend more time with the kids, we moved to Dubai. When moving, how could you overcome the thought “As a Jew, will I be comfortable living in an Arab country with my family?” I talked to my friends from different countri