Ana içeriğe atla

Amerika’nın Ortadoğu çıkmazı

Mısır ordusu ile Müslüman Kardeşler arasında süregelen ve ülkeyi iç savaş uçurumuna doğru hızla sürükleyen çatışmaları takip ederken, ilk kıvılcımı yakan halkın özgürlük ve demokrasi isteği ile ekonomik sıkıntıların ne kadar arka planda kaldığını görüyorum umutsuzca.
Mısır bir istisna değil. Arap Baharı olarak adlandırılan ve halkın uyanışı olarak tanımlanan hareket, benzer birçok ülkede olduğu gibi Mısır’da da arzulanan çizgiden keskince saparak bir iktidar savaşına dönüştü. Ülke, güçlerin çatışma meydanı haline gelince, en son akla gelen ise otoriter rejimlere karşı gelmeye cesaret etmiş halkın talepleri ve sıkıntıları oluyor.
Mısır halkını kurtaracak yeni bir Musa bekleniyor ancak mucizelere bel bağlamadan önce hem Mısır ordusunun hem de Müslüman Kardeşler’in ülkedeki kutuplaşmayı ve şiddeti arttıracak söylem ve eylemlerden uzaklaşmaları lazım. Mısır’ın her şeyden önce toparlanıp ayağa kalkması gerekiyor. Bu olağanüstü hal sona erince ancak, demokratik çizgide bir ilerleme sağlanabilir. Şu anki tabloda yakın zamanda Mısır’a demokrasinin geleceğini söyleyebilmek güç.
Ülkede gelinen bugünkü noktada, her iki taraf da kozlarını çok sert paylaşıyorlar. Uzun yıllar yeraltında faaliyet gösteren ve 80 yıl yasaklı kaldıktan sonra demokratik seçimle başa geçen Müslüman Kardeşler’in bir yıllık iktidardan sonra vazgeçmeye niyetleri yok. Ölüm kalım savaşı olarak gördükleri direnişte tüm gücünü kullanan Müslüman Kardeşler’in karşısında bir o kadar kararlı ordu var. Mısır’ın en güçlü kurumu ve halk desteği de lehlerinde gözüküyor. Ordu, uluslararası tepkilere rağmen, Müslüman Kardeşler’in direnişini daha da büyümeden ve daha fazla halk desteği kazanmadan durdurmaya kararlı. Sina’ya yerleşen ve ülkeyi tehdit eden teröristler ise ordunun savaştığı ikinci cephe. Bu durum, geçen haftaki Eilat saldırısı da göz önüne alınınca, İsrail’in güvenliğini de doğrudan etkiliyor. İsrail bölgeye demir kubbe yerleştirirken, ordu ile İsrail arasındaki işbirliği devam ediyor.
Müslüman Kardeşler’in yeniden yeraltına inmesi, gençlerin politik sürece güvenlerinin tükenmesi ve böylece El Kaide benzeri yeni oluşumların güçlenmesi şu an en korkutucu ihtimal. Batı bu konuda pasif kalırken, öncelikle ABD’nin stratejik çıkarları doğrultusunda istikrarlı bir Mısır’a ihtiyacı var. ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Martin Indyk, Mısır’ı “en büyük, askeri olarak en güçlü, kültürel anlamda en etkili, jeostratejik anlamda en önemli müttefikimiz” olarak tanımlıyor. Mısır gerçekten de ABD’nin NATO üyesi olmayan en önemli müttefiki ve İsrail’den sonra en büyük yardım bu ülkeye yapılıyor. Bununla amaç İsrail-Mısır Anlaşması’nın korunmasını sağlamaktan, küresel terörizme karşı savaşmaya kadar birçok neden içeriyor ancak en önemlisi Ortadoğu’nun istikrara yeniden kavuşabilmesi için ABD’nin güvendiği bölge liderlerinden Mısır’ın da istikrarlı olması gerekliliği.
ABD’nin işi zor. Çünkü Irak ve Afganistan tecrübesinden sonra Amerikan halkı her ne kadar Mısır’ın Amerikan çıkarları için önemli olduğunu söylese de (Temmuzdaki Pew araştırmasına göre yüzde 82) ABD’nin karışmasını istemiyor (yüzde 78’i Amerika’nın daha önemli iç sorunları var cevabını veriyor) Mısır’da da Amerikan karşıtlığı artmış durumda. Hem ordu hem Mursi yandaşları ABD’nin karşı tarafı desteklediğine inanıyor. ABD’nin elinde ise sadece Mübarek zamanından beri koz olarak kullandığı 1,3 milyar dolarlık yardım var. Ancak Müslüman Kardeşler’e karşı olan Suudi Arabistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirliği vaat ettikleri 12 milyar dolarlık yardım ile ABD’nin tek kozunu elinden alabilirler. ABD yaşananlara darbe demeyerek bu yardımı yapmaya ve Suriye’de söz sahibi Rusya’ya karşı Mısır’ı elinden kaçırmamaya çalışıyor. Askeri tatbikatı iptal ederek hoşnutsuzluğunu belli etse de, bu kararı ile sınır savunmasında Mısır ordusu ile işbirliğinde olan İsrail’i kızdırmış olabilir.
ABD’nin, “Ordu Mısır’da demokrasiyi inşa ediyor” gibi açıklamalarla daha ne kadar bu oyunu sürdürebileceği meçhul. Düzen ve demokrasi Mısır’dan uzaklaşırken, bir de şu yönden özetlenebilir ABD’nin bugünkü konumu: Obama Ortadoğu’dan kaçtıkça Ortadoğu’ya daha çok saplanıp kalıyor.

Karel Valansi, OBJEKTİF 21 Ağustos 2013
http://www.salom.com.tr/newsdetails.asp?id=88093#.UhpwrNJUHSg

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

Yahudi Cesaret Ödülü üzerine

24 Haziran 2018 seçiminde CHP’den Cumhurbaşkanı adayı olan Muharrem İnce, 16 Ağustos’taki Twitter paylaşımlarıyla isim kullanmadan hükümete yönelik eleştirilerini sıraladı. Bu eleştirilerinin arasında “Siz, yaptığınız hizmetlerle Yahudi Cesaret Ödülüne lâyık görülen ve bu ödülü kendine lâyık görenlersiniz” ifadesine de yer verdi.  İnce’nin bu paylaşımı bu konudaki ilk çıkışı değildi. Geçtiğimiz yılın Aralık ayında, partisinin Yalova Merkez İlçe 10. Olağan Kongresi’ndeki konuşmasında da “Dünyada ‘Yahudi Cesaret Ödülü’ ya da diğer adıyla ‘Davut Yıldız’ı alan tek Müslüman, Recep Tayyip Erdoğan’dır,” demişti.  İnce, 2013 yılında yaptığı bir başka konuşmada ise bu sefer Türkiye’nin Rum vatandaşlarını kızdırmıştı. “Atatürk olmasaydı, (…) adınız Ahmet, Hasan, Hüseyin olmazdı, Dimitri, Yorgo olurdu. Bunları doğru bilmeleri lazım” demiş, gelen tepkilerin ardından Twitter hesabından “Benim gibi askerlik yapan, vergi veren, Cumhuriyet’e inanan, vatandaşımız olan Yorgo ve Dimitri’leri kastetm

Siz sevgilinizle nasıl yürüyorsunuz?

Bir kafenin kaldırım masalarından birinde oturan İtalyan düşünür ve yazar Umberto Eco çevresinden geçenleri gözlemlediğinde bir şey fark etmiş; artık çiftler eskisi gibi kol kola değil el ele yürüyorlar! Bu yeni keşif sonrasında sokaktakileri daha da dikkatle incelediğinde el ele yürüyenlerin genellikle 30 yaş üstü, burjuva sınıfına ait olduklarını fark etmiş. Umberto Eco bu gözlemini yaptığında şöyle sormuş kendine, “Eskiden çiftler kol kola yürürdü. Şimdilerde ise el ele tutuşmak neredeyse zorunlu. Çocuklu erişkinlere ve gay’lere özgü duran el ele tutuşma onları cinsel ilgiyle ödüllendiren tek kişiyi kaybetmeme yolu mu? Bozulmayacak ilişkiye boyun eğmek, kadere teslim olmak mı? Yoksa yaşlılığın karşı konulmaz ilerlemesi ve yetersiz gelir seviyesini dengeleyen bir şefkat göstergesi mi?” Günlük hayatın bu belki önemsiz ancak ilginç detayı Eco’nun dikkatini çektiği gibi Tempo Dergisi’nin kasım sayısındaki konuyla ilgili makalesini okuduğumdan beri benim de ilgimi çekiyor. Ne k