Ana içeriğe atla

“Mülteci kampından döndüm”

Karel Bensusan bir psikolog. Kilis’te Suriyeli mültecilere destek veren bir STK’da görev aldı. Orada kaldığı üç ay boyunca yaşadıklarını, gözlemlediklerini, hissettiklerini benimle paylaştı, ben de yazıya döktüm. Suriye savaşının sayılarla anlatılan bilançosundan ziyade insani yönünü, Türkiye’ye sığınan mültecilerin yaşadığı zorlukları ilk ağızdan öğrenelim istedim. Ender bir isme sahip iki adaşın buluşmasının bir de ilginç öyküsü var, onu da yazının sonunda bulabilirsiniz.


Karel Bensusan İstanbul doğumlu bir psikolog. Boğaziçi Üniversitesi’ni bitirince, meslek edindirme kursu İSMEK’te anaokullarında öğretmen yardımcısı olmak isteyen kadınlara eğitim verdi. Daha sonra yerel bir sivil toplum kuruluşunda (STK) Karadeniz’den İstanbul’a göç eden kadınlarla çalıştı. Travma konusunda uzmanlaşmak istemesine rağmen Kilis’te çalışan arkadaşlarının anlattıklarından, mülteci konusuna ilgi duymaya başladı. Henüz yüksek lisansını yapmadığı için terapi gözünü korkutmuş olsa da, okulda aldığı sosyoloji dersleri, katıldığı sertifika kursları ve okuduğu kitaplarla kendini geliştirerek büyük bir bilinmeze doğru adımını attı. İlk günlerini ve Kilis’i şöyle anlatıyor:
27 Ocak 2013’te Kilis’e ayak bastım. Üç aylık aslında kalışım. Çok uzun değil. Ama yaşananlardan ötürü bana çok daha uzun geldi. Öncüpınar ve İslahiye’de mülteci kampları var. Angelina Jolie ziyaret ettiğinde Afrika’daki kamplara kıyasla daha konforlu olduğunu söylemişti. Temiz suyu var en önemlisi o. Marketi var, dağıtılan kuponlarla alışveriş yapabiliyorlar. Bizim STK’nın içeri girme izni yoktu fakat bu iki kamptan, bir de şehirde kalan Suriyelilerden gelen danışanlarımız vardı. Kamptaki hayatı onlardan biliyorum. Kampta sağlanan koşullar başta iyiydi ama sürekliliği olmadı. Bir danışanımın dış kapı kilidi bozuldu tamir ettiremedi. Fakat Suriye’den kaçmak zorunda kalanlar için her yer iyi, her yer konforlu. Hele bugünlerde İstanbul’da gördüğümüz mültecilerden çok daha iyi durumdalar çünkü beraberler ve aralarında dayanışma var.
80 bin nüfuslu Kilis’te 120 bin mülteci yaşıyor. Kilis’teki Türklerin çoğu Arapça bildiği için anlaşıyorlar. STK çalışanlarına ise dil bilen mülteciler yardımcı oluyor. Gaziantep’ten ayrılıp il olan Kilis’te önce emlak fiyatları artmış, sonra da iş gücü sömürüsü başlamış. Mülteciler bulabildikleri işlerde düşük ücretle, sağlıksız ve güvensiz ortamlarda çalışmak zorunda kalıyorlar. Birçok azimli genç, hem çalışıp hem de Türkçe öğrenerek üniversiteye devam ediyor. Hayallerini ne pahasına olursa olsun sürdürmeye çalışıyorlar. Çünkü yabancı bir ülkede hiçbir güvence olmaksızın yaşayınca, gelecek korkusu ağır basıyor. İlk başlarda kısa bir süre sonra geri dönebileceklerini düşünenler artık Suriye’yi gözden çıkarmış durumdalar. Amaçları iş bulmak için Gaziantep’e, Ankara’ya veya İstanbul’a gidebilmek. Mülteciler çok temel sorunlarla uğraşıyorlar; verilen kuponlarla karınlarını doyurabilmek, iş ve barınacak yer bulmak. Birçok aile aynı evi paylaşıyor. Aile içi sorunlar ve şiddet baş gösteriyor. Farklı sınıflardan, farklı değerlere sahip, farklı yerlerden gelen kişiler beraber yaşamak zorunda kalıyor.
Ayrı eve geçmek isteyen bir danışanım vardı. Altı ay uğraştıktan sonra köyüne geri dönmeye karar verdi. O zamanlar şimdiki gibi felaket değildi Suriye. Döndükten sonra köyünün bombalandığını öğrendik. Kendisinden bir daha haber alamadım. Umarım yaşıyordur.
Yaşananlardan sonra Türkiye’de bile huzur ve güven bulamıyorlar. Geride bıraktıkları aileleri ve arkadaşları için endişe ediyorlar. Çok yaşlılar “Evimde ölmek istiyorum,” diyerek Türkiye’ye gelmeyi reddediyorlar. Devriye gezen uçak ve helikopter sesleri köylerinin, mahallelerinin bombalanmasını hatırlatıyor onlara. Küçük çocuklar rüyalarında canavarlaştırdıkları Esad’la savaşırken, 13-15 yaşındakilerden bazıları altlarını ıslatmaya başlıyor. Evden çıkamayanlar, panik yaşayanlar da var.
Bir erkek danışanım, köyünde tanık olduğu bombalamadan sonra panik atak ile geldi bana. Terapimiz sürerken Suriye’ye gidip geliyordu. Bir seferinde “Panik atağım bitti, savaşa gidiyorum,” dedi sonra anlattı; Suriye’deyken kuzeninin cesedini elinde taşımak zorunda kalınca artık korkacak bir şeyi kalmamış…
Beraber çalıştığı çevirmen de bir mülteci. Halep Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı üçüncü sınıf öğrencisi. Akademisyen olmak isteyen biri ve bölümüne devam etmenin yollarını arıyor. Burada hayatı çok kısıtlanmış durumda. Eve erken dönmek ve hep annesiyle beraber olmak zorunda.
Suriye diğer Arap ülkelerine göre daha laik ama dinin etkisiyle kadına baskının normalleştiğini söyleyebiliriz. Gençler daha renkli başörtüleri kullanıyor. Çevirmenim kendini laik, kadın hakları savunucusu ve özgür olarak tanımlıyor. Kadınlığını daha kolay yaşayabilen, dışarı çıkmak isteyen biri. Dışarı çıkmak onlar için çok önemli bir kriter.
Yaşadığı en büyük zorluk İngilizce terapiden ziyade, hiç psikoloji bilmeyen, ilk defa terapi odasına giren kendi de bir mülteci olan çevirmeninin duyduğu hikâyeler karşısında yaşadığı duygusal tepkileri dengeleyebilmek. Her ikisi de yaşam sevinçlerini yüksek tutmaya çalışıyor. Beraber Suriye kahveleri içip kahvaltıda Feyruz’lar dinliyorlar. Türkçe şarkıların sözlerini çeviriyor onun için. Çevirmenine güveniyor, Yahudi olduğunu açıkladığı ender kişilerden biri.
Türkiye’de Yahudi olmasına şaşırdı. Konu hep ‘Yahudiler Arapları neden sevmiyor’a dönüyor, beni bu konuda bir istisna olarak görüyordu. Öyle olmadığını anlatmaya çalıştım. Ailemin ve arkadaşlarımın Araplarla çalışacağımı bildiklerini ve beni desteklediklerini anlattım. İkimizin özelinde devletlerden bağımsız bir şey olduğunu söyledim. Suriye’de okullarda İsrail düşman olarak anlatılıyor. Konuştuğum Suriyeli Kürtler ve solcular bu durumu bağnaz buluyor. Danışanlardan ise Yahudi olduğumu sakladım. ‘Bilseler ne derlerdi’ diye çok düşündüm ve çok üzüldüm.
Saldırıların sıklaştığı bir dönemde, Kilis hastanesinin bombalandığı ve yakında onun olduğu binanın da bombalanacağı haberi geldiğinde çok korkmasına rağmen oradan uzaklaşmadı ve bekledi.
Bir araba yaklaştı kliniğe. Arabadan çıkanların ellerinde ekmekler vardı. Bense onları bomba olarak görüyordum. Her şeyi bir tehdit olarak algılamaya, herkesi düşman görüp, her şeyi suçlamaya başladım. Tüm öğrendiğim paranoya, şizofreni semptomlarını yaşadım teker teker. Etkisi uzun sürdü. Danışanlar ilk geldiklerinde bombalanacaklarını, Esad’ın onları arayıp bulacağından korkuyorlardı. Bu korku halini ben de hissettim ve yaşadıkları paranoyanın gücünü kavradım.
İngiliz, Fransız, İspanyol, Yunan, Türk ve Suriyeli psikologlar morallerini gülerek ve eğlenerek yüksek tutmaya çalışıyorlar. Beraber film izliyor, Suriye lokantalarına veya şehrin tek barına gidiyorlar. Güzel şeyler de oluyor Kilis’te. Yaşadığı travmadan sonra hiç konuşmayan 14 yaşındaki bir kıza resimlerle ulaşıyorlar ve kızın yüzünde ilk defa bir gülümseme görüyorlar. Kardeşi öldüğünden beri içine kapanan 16 yaşındaki bir çocuğun ise tekrar hayatla ilişki kurmasını sağlıyorlar.
Yakınlarda bombalar patlarken içime bir öfke doluyordu çaresizlikle beraber. Daha kaç kişi gelecek? Savaş ne zaman bitecek? Savaşlara ne gerek var? Kendimden ziyade Suriyelileri düşünüyordum. Sonuçta ben kısa bir süre sonra İstanbul’a dönecektim.
***
Madame Liza hazırlık 2’deyken ders aldığım Fransızca öğretmenim ve hamileliğini yakından gözlemlediğim ilk kişi. Doğan kızına benim adımı koyduğunda inanılmaz sevinmiştim. İşte o Karel bebek, bugün karşımda mülteci kamplarını ve orada yaşadıklarını anlatan cesur genç kadın.

Karel VALANSi Şalom Gazetesi 2 Nisan 2014
http://www.salom.com.tr/newsdetails.asp?id=90574

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

Her yaşam bir roman - Panama´daki Türk Yahudileri

Panama´da hızla büyüyen bir Yahudi yaşamı var. Café con Teclas kitabının yazarı gazeteci Sarita Esses´in yanı sıra Antakyalı Eli Cemal, Mersinli Musa İlarslan, Trakya kökenli Julia Kohen de Ovadia ve kuzeni İstanbullu Çela Alkabes de Eskinazi ile göç hikayelerini ve Panama´daki yaşamlarını konuştuğumuz keyifli bir sohbet sizleri bekliyor. Julia Kohen de Ovadia İstanbul doğumluyum. Babam Çanakkaleli Aron Kohen, annem ise Çorlulu Suzi Bahar.  Seneler evvel büyükbabamın eltisi Meksikalı Sultana genç yaşta çocuksuz dul kalınca küçük teyzem Donna’yı yollamasını istedi anneannemden. Donna da Sultana teyzesiyle yaşamak için Meksika’ya gitti. Orada eniştem Moises Mizrachi ile tanıştı ve evlenerek Panama’ya taşındı. Büyükbabam Nessim Bahar vefat edince anneannem Coya, ablam Malka ile iki aylığına kızını görmeye Panama’ya gitti. Ancak orada ablam eniştemle tanıştı, evlendi ve hayatını Panama’da kurdu. Dört çocuğu ve on torunu var. Ablamın düğünü için Panama’ya geldiğimizde ben Saint Pulcherie’de

Karel´den Mario´ya veda…

Kelimeler acı veriyor be Mario! Zormuş senin hakkında bir veda yazısı yazmaya oturmak. Biliyorum, seçmeye çalıştığım hiçbir kelime yaşadığım üzüntüyü aktarmaya yetmeyeceği gibi, seni anlatmaya da yetmeyecek. Bir de şu var. Bu yazıyı bitirip yolladığımda ve basılıp gazetede okuduğumda senin gitmiş olduğun kesinleşecek, oysa daha çok erken! Şu an ne isterdim biliyor musun, veda yazısı yerine senin başarılarını, yeni kitaplarını, söyleşilerini yazmak, seninle yine bir röportaj yapmak. Sevgili hocam, sevgili dostum, öykülerimi ilk okuyanım, edebi yönümü en çok destekleyenim, hiç tanımadığım yazarların hiç duymadığım kitaplarıyla beni tanıştıran.  İzlediği ilginç filmleri benimle paylaşan, tartışan… “Merhaba” diye başlarsın yaratıcı yazarlık derslerine, sonra eklersin “merhaba demek benden sana zarar gelmez demektir,” diye. Koca kalbinle kimseyi üzecek, kıracak bir söz dahi etmediğinden eminim. Günlerdir seni anıyorum. “Twitter’da olmalısın” deyip sana hesap açışımızı, özene bezene seçtiğin