Ana içeriğe atla

Mavi Marmara sonrası

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın geçtiğimiz günlerdeki açıklaması, Mavi Marmara konusundaki anlaşmanın 30 Mart seçimlerinden sonra imzalanabileceği sinyalini vermişti. Son zamanlarda sıklıkla karşımıza çıkan bu tür demeçlerden, yakın zamanda Türkiye-İsrail ilişkilerinde normalleşmenin önünün açılacağını bekliyoruz.
Geçen sene Obama’nın iteklemesi ile gelen özrün ardından tazminat konusunda da bir anlaşmaya varılabilirse, geriye Türkiye’nin şartı olan Gazze ablukasının kaldırılması ve İsrail’in şartı olan operasyona katılan askerlere karşı açılan davaların düşmesi kalıyor.
Şubat ayında El Cezire’ye verdiği röportajda Başbakan Erdoğan, “Aramızdaki ambargo kalkacak. Türkiye’den Filistin’e, Gazze’ye her türlü yardım rahatlıkla gidebilecek. Bu köprünün kurulması lazım,” demişti. Bu açıklamayı Gazze ablukasının Türk yardımları için kaldırılması, Türkiye’ye bir ayrıcalık yapılması istendiği şeklinde yorumlamıştım. Gazze’de inşası süren Türk hastanesi için gerekli malzemelerin geçişine izin verilmesi, bu konuda İsrail’in mesajı aldığını ve harekete geçtiğini gösteriyor.
Gazze konusu bu şekilde aşılabilirse, geriye İsrail’in şartı olan davalar kalıyor. Ancak buradaki asıl sorun Türk kamuoyunun bu konudaki hassasiyetini giderebilmek.
Mavi Marmara konusunun çözüme kavuşması iki ülke ilişkilerinde önemli bir adım olacaktır. Ancak bu gelişmenin gerçek anlamda bir normalleşmeyi, hatta 90’ların balayı dönemini geri getireceğini düşünmemek gerekir. Türkiye-İsrail ilişkileri uzun süredir ‘yeni bir normal’ olgusu yaşıyor.

Diplomatik ilişkiler durmuş olsa bile üst düzey görüşmeler sürüyor. Savunma projeleri donduruldu ancak istihbarat işbirliği devam ediyor. Ticaret hiçbir şekilde bu durumdan etkilenmedi, hatta katlanarak artmaya devam ediyor. Olumsuz kamuoyu algısı nedeniyle turizm sekteye uğrasa da bu durum günde karşılıklı olarak on uçak seferinin yapılmasına engel olmuyor.
İlişkilerin durumu, Doğu Akdeniz’i bir enerji koridoruna çevirecek İsrail gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya dağıtılma olasılığının görüşülmesine ve ihaleye Türk firmalarının katılmasına da mani oluşturmadı. Stratfor’un da belirttiği gibi iki ülkenin enerji işbirliği uzlaşmayı da beraberinde getirebilir. Hatta bu konunun Kıbrıs sorununu bile çözebilecek gücü var.
Bu nedenle Türkiye-İsrail sorununun başlangıç noktasını ve çözümünü sadece Mavi Marmara olarak alırsak küçük çemberde takılı kalırız. Türkiye-İsrail ilişkileri, 2008 Gazze savaşı, 2009 Davos çıkışı ile yara almış olsa da asıl dönüşümünü Kasım 2010’da basına sızan, Milli Güvenlik Kurulu’nun Kırmızı Kitap’ında İsrail’in bir tehdit olarak adlandırılması ve bu noktadan itibaren dış politikanın bu yönde yeniden şekillendirilmesiyle değişti. Türkiye’deki Filistin sempatisi kullanılarak İsrail-Filistin sorunu bir din savaşı olarak sunuldu, Yahudi/İsrail algısı olumsuzlaştırılarak gizli duran antisemitizm yüzeye çıktı ve daha rahat telaffuz edilir oldu. Bu durumun İsrail’de de olumsuz yansımaları oldu. Her iki ülke de ilişkilerdeki bu çıkmazı bir iç politika kozu olarak gereğinden fazla kullandı.
Mavi Marmara’nın çözüme kavuşması durumunda bile, reel-politiğin hüküm sürdüğü yeni bir ‘normal’ devam edecek iki ülke ilişkilerinde. ABD, Ortadoğu’daki önemli ancak başına buyruk iki müttefikinin arasının düzeldiğini düşünerek yaptığı baskıyı azaltacak. Bölgede yalnızlaşmış bu iki ülke tabiri caizse düşman müttefikler olarak hayatlarına devam edecekler. Bu ilişkide işbirliği kadar anlaşmazlıklara da yer olacak. Hatta hayati konulardaki anlaşmazlıklar ABD’nin tekrar ve tekrar araya girmesiyle çözüme kavuşacak veya kavuşmuş gözükecek. İran, Suriye, Cihatçı, hatta Rus tehlikesine karşı istihbarat, enerji ve askeri konularda işbirliği sürecek. Ancak belli konular her iki ülke için de hep kırmızı çizgi olarak kalacak ve o hat aşıldığında yeniden kontrollü bir kıyamet kopacak. Bu yeni normal önümüzdeki dönemde iki ülke ilişkilerini belirlemeye devam ederken ortak sorunlar ortak çözümleri de beraberinde getirecek.
***
Korku yerine umudun, karanlık yerine aydınlığın hüküm sürdüğü, özgürlüğün kazandığı güzel günlere… İyi bayramlar.


Karel Valansi Şalom Gazetesi OBJEKTİF 9 Nisan 2014
http://www.salom.com.tr/newsdetails.asp?id=90683

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

Democratya!* İsrail’de Kırmızılı Kadınların Direnişi

2022 yılı sonunda göreve başlayan, Binyamin Netanyahu liderliğindeki yeni hükümet, İsrail tarihinin en aşırı sağcı ve dindar partilerinden oluşuyor. Bu koalisyon, kuruluşundan bu yana kendini Orta Doğu ’ nun tek demokrasisi olarak tanımlayan İsrail’in geleceği ve demokratik yapısı için büyük bir tehdit oluşturuyor. Bu tehditler bir çok farklı koldan ilerliyor.    Netanyahu ’ nun uzun süredir basını kontrol altına alma çabası demokrasinin ifade özgürlüğü ilkesini tehdit ediyor. Filistinliler dahil azınlık gruplarının, LGBTQ+ toplumunun ve kadınların kanun önünde eşitliğini ihlal edecek yasa tasarıları , demokrasinin bir diğer önemli prensibi olan eşit haklar ilkesini tehdit ediyor. İsrail ’ de yürütme ve yasama erkleri her zaman hükümet tarafından kontrol edilmekte. Yüksek Mahkeme, iktidar partilerinin gücünü kontrol eden ve anayasa görevini yerine getiren Temel Yasaların uygulanmasını güvence altına alan tek  kurumdur. Ancak yeni hükümet yasama üzerinde sınırsız güç sahibi olmak için Y

Yahudi Cesaret Ödülü üzerine

24 Haziran 2018 seçiminde CHP’den Cumhurbaşkanı adayı olan Muharrem İnce, 16 Ağustos’taki Twitter paylaşımlarıyla isim kullanmadan hükümete yönelik eleştirilerini sıraladı. Bu eleştirilerinin arasında “Siz, yaptığınız hizmetlerle Yahudi Cesaret Ödülüne lâyık görülen ve bu ödülü kendine lâyık görenlersiniz” ifadesine de yer verdi.  İnce’nin bu paylaşımı bu konudaki ilk çıkışı değildi. Geçtiğimiz yılın Aralık ayında, partisinin Yalova Merkez İlçe 10. Olağan Kongresi’ndeki konuşmasında da “Dünyada ‘Yahudi Cesaret Ödülü’ ya da diğer adıyla ‘Davut Yıldız’ı alan tek Müslüman, Recep Tayyip Erdoğan’dır,” demişti.  İnce, 2013 yılında yaptığı bir başka konuşmada ise bu sefer Türkiye’nin Rum vatandaşlarını kızdırmıştı. “Atatürk olmasaydı, (…) adınız Ahmet, Hasan, Hüseyin olmazdı, Dimitri, Yorgo olurdu. Bunları doğru bilmeleri lazım” demiş, gelen tepkilerin ardından Twitter hesabından “Benim gibi askerlik yapan, vergi veren, Cumhuriyet’e inanan, vatandaşımız olan Yorgo ve Dimitri’leri kastetm