Ana içeriğe atla

Bir fotoğraf binlerce hayatı kurtarır mı?

İnsanın yüreğini düğümleyen, nefes almaktan bile utandıran bir fotoğraf. Minik Aylan Kurdi’nin yaşıtları gibi yatakta huzur içinde uyuyor olması gerekirken, Bodrum sahiline vuran cansız bedeni, hayatın acımasızlığı, adaletsizliği karşısında isyan ettiriyor. Aylan gibi sayıları çığ gibi artan, yaşama tutunmaya çalışanları kurtaramamanın acizliğini, utancını, öfkesini yaşatıyor. Bu ölüm, bu resim, çıkar üstüne kurulu, materyalist dünyamıza hapsolduğumuzu en sert biçimde yüzümüze vuruyor.
Öte yandan bu resim en kör gözlere, en sağır kulaklara bile mültecilerin dramını ulaştırabildi en nihayet. Bir şeyler değişir mi? Şiddete, acıya bu kadar duyarsızlaşmışken, bir kıpırtı yaratabilir mi bu fotoğraf soğuk parlamento binalarında? ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ anlayışı sürer mi hâlâ, ‘yılan’ Avrupa’nın kalbine kadar ulaştıktan sonra?
***
Suriye iç savaşı başladığından beri doğan mülteci sorunun maddi ve manevi maliyetini en çok üç ülke çekti; Türkiye, Lübnan ve Ürdün. Türkiye, savaş cehenneminden kaçıp sığınabilecekleri en yakın ve güvenli limandı. Bugün ise, sayıları iki milyona yaklaşan Suriyeliler ekonomik ve sosyal gerilimin hedefinde, ne mülteci statüsü ne de herhangi bir güvenceye sahip olmadan hayatlarına devam etmeye çalışıyorlar.

Türkiye hazırlıksız yakalandı, bu bir gerçek. Savaş kısa sürede bitmedi, Esad düşmedi. Türkiye’nin bir mülteci politikası ve entegrasyon programının olmaması nedeniyle de misafir ettiği Suriyeliler iki seçenek arasında kaldı; az sayıdaki kamplara sıkışıp toplumdan soyutlanarak yardıma muhtaç halde kalmak veya daha iyi bir gelecek için büyük şehirlere gitmek. Üstelik savaş uzadıkça, barışın Suriye’ye geleceği ve evlerine -geriye ne kaldıysa artık- dönebilecekleri umutlarını söndürmüşken.
Suriye savaşının Türkiye’ye şiddetli sıçraması, yabancı düşmanlığı, etnik politikalar veya bambaşka sebeplerle birçoğu bir dönemin model ülkesi Türkiye’den Avrupa’ya, daha güvenli bir gelecek umuduyla yeni bir bilinmeze doğru yola çıktılar. Yaşamlarını riske atarak üst üste bindikleri botlarda veya kamyonların kapalı kasasında başlayan bu tehlikeli seyahat, Avrupa’yı yüzleşmek istemediği, halının altına süpürdüğü mülteci sorunu ile yüzleştirdi. Sadece geçen hafta Yunanistan’a deniz yoluyla 23 bin mülteci geldi.
***
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra en büyük mülteci akını ile karşı karşıya olan Avrupa’da, “yılda 800 bin mülteciyi kabul ederim,” diyen Almanya dışında Batı dünyasında kapısını cömertçe açan başka ülke yok. Buna ‘özgürlükler ülkesi’ ABD de dahil.
Hatay sınırına inşa edilen duvar gibi duvarlar ve dikenli tellerle kaplanan sınırlar mülteci girişine kapatılırken, Avrupa başkentlerinde kota rakamları tartışılıyor. Halkın bir bölümü ise yoğun bir şekilde mülteci hakları için çabalıyor. Üstelik İngiltere örneğinde olduğu gibi ülkelerinin mülteci politikasını etkileyebiliyorlar. Güvenlik ve entegrasyon kaygısı ülkelerin isteksizliğinin başlıca sebebi. Eski sömürgelerden gelenlerin üçüncü kuşağının bile -yabancı savaşçılar örneğinde olduğu gibi- topluma entegre olamamış olmalarının tecrübesi, IŞ(İD)’in mülteci kılığında terörist yollama planları, mültecilerin nüfus dağılımına olan etkisi, din ve kültür farkı, yeterli altyapının olmaması gibi endişeler üst üste eklenince Batı ülkelerinin adımları geri geri gidiyor. Bu tutumsa önem verdiği tüm demokratik değerlerin sorgulanması ile sonuçlanıyor.
***
Fatura sadece Batı’ya kesilmeye çalışılırken, zengin Körfez ülkelerinin çok az sayıda Suriyeli kabul ettiği de gözden kaçmıyor artık. Coğrafi yakınlık bir yana dinsel, kültürel benzerlikler nedeniyle ilk tercih olması gereken bu ülkelerin yardımları maddi destekle sınırlı kalıyor.
Katar ve B.A.E. yerel nüfusunu geçen yabancı işçi sayısı nedeniyle demografik kaygılar güderken, Suriye savaşına taraf olan Suudi Arabistan ise terörden çekiniyor. Suriye savaşının diğer tarafında olan ve Esad’ı destekleyen İran ise kapılarını açmaya pek niyetli değil.
Öte yandan nükleer anlaşma sonucunda yaptırımların kaldırılmasıyla finansal olarak rahatlayacak olan İran’ın Esad desteği bilinirken, buna ek olarak Rusya bölgedeki varlığını arttırıyor. Bu gelişmelere bakıldığında, Suriye’deki savaşın uzaması, mülteci sorununun devam etmesi kaçınılmaz gözüküyor.
***
Ancak tüm bu hesap-kitap arasında, tren rayına yatarak mülteci kampına götürülmemek için direnen üç kişilik ailenin yürek burkucu görüntüleri ekranlara yansıyor. Bu görüntülerden en çok etkilenenlerse Yahudiler. Bir zamanlar hiçbir ülkenin istemediği, Holokost’tan kaçmaya çalışan Yahudi mültecilerin torunları için bu acı hâlâ çok taze. İsrail kurulduğu için ülkelerinden kovulan Arap Yahudileri de vatandan ayrılmak zorunda kalmanın acısını ve bedelini çok iyi biliyor. Tarih bir başka millet için tekerrür ederken Türk Yahudileri de sığınma hakkı verilmeyen Parita, Salvador, Struma gemi facialarını hatırlıyor.
İsrail’de bu konuda ciddi tartışmalar sürüyor. Muhalefet lideri İzak Herzog’un mülteci kabul etme teklifine Netanyahu’dan olumsuz yanıt geldi. Bu zamana kadar olabildiğince Suriye savaşından uzak durmuş olan İsrail, kendi içindeki Afrikalı mülteci sorununu henüz çözemedi. Üstelik Suriye halkı İsrail’i düşman olarak tanımlıyor. Buna bir de Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas’ın Suriye’deki yarım milyon Filistinlinin Batı Şeria’ya kabulü için girişim başlatma kararlılığı ve terör kaygısı da eklenince İsrail, “güvenlik, güvenlik, güvenlik” diyor.
***
Aylan Kurdi’nin son paylaşılan ve güzel yüzündeki gülümsemenin açıkça görüldüğü resimlerle, o acı resim arasındaki korkunç çelişki birçoklarının hayatını kurtaracak uluslararası bir girişimi, ortak bir politikayı hayata geçirebilecek mi? Bir fotoğraf ihtiyaç duyulan bu büyük değişimi tetikleyebilir mi? Ben umutsuzum.

Karel Valansi OBJEKTİF
Şalom gazetesi 9 Eylül 2015

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

“We are Beyond What I Had Dreamed of When I Moved to Dubai”

Cem Habib  We talked about how the peace deal between Israel and the United Arab Emirates affected the Jewish life in the Emirates, with the investment manager Cem Habib, who has been living in Dubai since 2016, and who is one of the founding members of the Jewish Council of Emirates (JCE), the first officially recognized Jewish community of the UAE. How long have you been living in Dubai? What influenced you in deciding to live here? I moved to Dubai in 2016, before I had been living in London. My customer base at that time was in Kazakhstan and it had gotten harder commuting there from London every month after 6 years. There were three direct flights between Dubai and Kazakhstan, every day, with a flight time of less than 4 hours. To improve our quality of life and to spend more time with the kids, we moved to Dubai. When moving, how could you overcome the thought “As a Jew, will I be comfortable living in an Arab country with my family?” I talked to my friends from different countri

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

Her yaşam bir roman - Panama´daki Türk Yahudileri

Panama´da hızla büyüyen bir Yahudi yaşamı var. Café con Teclas kitabının yazarı gazeteci Sarita Esses´in yanı sıra Antakyalı Eli Cemal, Mersinli Musa İlarslan, Trakya kökenli Julia Kohen de Ovadia ve kuzeni İstanbullu Çela Alkabes de Eskinazi ile göç hikayelerini ve Panama´daki yaşamlarını konuştuğumuz keyifli bir sohbet sizleri bekliyor. Julia Kohen de Ovadia İstanbul doğumluyum. Babam Çanakkaleli Aron Kohen, annem ise Çorlulu Suzi Bahar.  Seneler evvel büyükbabamın eltisi Meksikalı Sultana genç yaşta çocuksuz dul kalınca küçük teyzem Donna’yı yollamasını istedi anneannemden. Donna da Sultana teyzesiyle yaşamak için Meksika’ya gitti. Orada eniştem Moises Mizrachi ile tanıştı ve evlenerek Panama’ya taşındı. Büyükbabam Nessim Bahar vefat edince anneannem Coya, ablam Malka ile iki aylığına kızını görmeye Panama’ya gitti. Ancak orada ablam eniştemle tanıştı, evlendi ve hayatını Panama’da kurdu. Dört çocuğu ve on torunu var. Ablamın düğünü için Panama’ya geldiğimizde ben Saint Pulcherie’de