Ana içeriğe atla

Ofra Bengio: “Her terör saldırısının ardında İsrail-Filistin çatışması yok”

İstanbul’u ziyaret eden Profesör Ofra Bengio ile dünyayı sarsan Paris terör saldırılarını, Suriye ve Irak’taki gelişmeleri, 1 Kasım seçimlerini, barış sürecinin geleceğini ve Türkiye-İsrail ilişkilerini konuştuk. Düşüncelerini Şalom okurları için paylaşan Bengio, Tel Aviv Üniversitesi Ortadoğu Tarihi bölümünde profesör ve Moşe Dayan Ortadoğu ve Afrika Çalışmaları Merkezi’nde kıdemli araştırmacı olarak görev alıyor.


Rusya’nın askeri olarak Suriye denklemine dahil olması, tüm ilgili ülkelerin hesaplarını alt üst eden bir gelişme oldu. Rusya neden şimdi harekete geçti?
Rusya Suriye’deki güç boşluğunun giderilmesi gerektiğini düşündü. ABD, IŞİD ile savaşma konusunda kendine düşeni yerine getirmiyordu. Obama bazı kırmızı çizgiler belirledi ancak bunları uygulamadı. İkinci olarak, Esad rejiminin sallantıda olduğunu gördü. Öte yandan kimsenin durdurmadığı IŞİD ilerleyip toprak kazanıyordu. Bu durum, Rusya’ya Baas rejimini korumak için gerekli mazereti verdi. Üçüncü olarak, Rusya dünyanın dikkatlerini Ukrayna’dan uzaklaştırmak istedi. Suriye’de yeni bir cephe açarak bunu başardı. Son olarak, 1980’lerde Sovyetler Birliği’nin dağılmasından beri Rusya’nın bölgede önemli bir varlığı yoktu. Bu, bir geri dönüş imkânı verdi.


Doğal Kararlılık Operasyonu’nun Sözcüsü Albay Steve Warren, şu andan itibaren YPG'ye silah ve mühimmat yardımı yapmayacaklarını, bu yardımların sadece Suriye koalisyonuna yapılacağını duyurdu. Bu açıklamayı nasıl yorumluyorsunuz?
Suriye koalisyonu tamamen çöktü. Ne Suriye ordusuna ne de IŞİD’e karşı savaşta başarılı olabildiler. ABD’nin sadece Suriye koalisyonunu desteklediği savı doğru değil. ABD, PYD ve askeri kanadı YPG’yi Kobani çatışmasından beri -2014’ten beri- destekliyor. Yakın zamanda, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KRG) Başkanı Mesut Barzani, PYD Lideri Salih Müslim ve Amerikalı yetkililer arasında PYD’ye desteğin nasıl koordine edileceğinin tartışıldığı bir toplantı gerçekleşti. Warren’ın bu açıklamasının sebebi Türkiye’yi PYG konusunda rahatlatmak. Amerikalıların NATO üyesi olduğu için ve IŞİD’e karşı operasyonda kullandıkları İncirlik Üssü nedeniyle Türkiye’ye ihtiyaçları var. Öte yandan YPG’ye de ihtiyaçları var. Amerikalılar, bölgedeki tek aktif gücün Kürtler olduğunu biliyor, bu nedenle kelimelerle oynuyorlar. YPG’yi desteklemeye devam edeceklerini tahmin ediyorum. Yoksa IŞİD’e karşı kim savaşacak? Rusya ve İran’ı kim dengeleyecek? Ayrıca, Kürtler Batı yanlısı denebilecek, laik ve demokratik karaktere sahip bir sistem kurmaya çalışan tek topluluk. Diğer taraftaysa Amerikan karşıtı El Nusra Cephesi, IŞİD ve farklı İslamcı güçler var.

Türkiye’nin kendi Kürtlerine karşı hassasiyeti var ancak KRG ile özel bir ilişkisi olduğu da aşikâr. Enerji ise bunun önemli bir sebebi...
Birkaç yıl önce bir makalemde Türkiye’nin Irak Kürdistanı’nın ebesi olduğunu dile getirmiştim. Bunun sebebi olarak da, Türkiye sayesinde KRG’nin ekonomik bağımsızlık kazanabileceğini söylemiştim. Türkiye topraklarından geçen iki petrol boru hattı da bu projeyi destekliyor. Türkiye sayesinde KRG dış dünyaya bağlandı ve Irak Devleti ile olan bağı gevşemiş durumda. Türkiye ile KRG arasındaki ilişki bölgenin paradokslarından biri çünkü bu ilişkinin yanında Suriye ve kendi Kürtleri ile oldukça gergin bir ilişkisi var Türkiye’nin.
KRG’nin seçim sonuçlarından çok memnun olduğunu düşünüyorum. Bir ironi olarak, ‘Komşularla sıfır sorun’ doktrini sadece KRG ile gerçekleşebildi. Irak, Kürt petrolünün ihracatına yardım ettiği için Türkiye’yi suçluyor. Türkiye’nin bunu önemsediğini sanmıyorum. Bu özel ilişki hem Türkiye hem de KRG için kârlı. AKP yeniden tek başına iktidar olacağına göre KRG, Kürt sorunu için barış çabalarına devam edecektir. Aksi takdirde bu ilişkisini devam ettirebilmek için kendi halkı ile çatışması lazım ya da tam tersi. Bu KRG için korkunç bir dilemma.

Geçen yaz Kürdistan Devleti ve bağımsızlık tartışmaları oldukça yoğundu. Şu anki durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle Kürtler arasında bu konuda anlaşmazlık var. Barzani’ler bağımsızlığı desteklerken, Goran ve PUK İran’a bağımlı olduklarından bu konuyu görüşmekten ve açık olarak desteklemekten kaçınıyorlar. Geçen yazdan beri yaşanan bazı gelişmeler bunun gerçekleşmesini oldukça zorlaştırdı. Petrol zengini Kerkük’ü ellerinde bulundurdukları dönemde bağımsızlık çağrıları oldukça artmıştı ancak daha sonra IŞİD ile bir ölüm-kalım savaşı başladı.
Öte yandan, Irak ile anlaşmalarına rağmen Irak, petrol gelirlerinden olan paylarını ödemedi. Mülteci sorunu baş gösterdi. Nüfusun beşte birinin mülteci olduğu söyleniyor. Barzani’nin devlet başkanlığına devam etmesinin yarattığı politik bir kriz de var. En büyük soru işareti ise ABD’nin bağımsızlık konusundaki tutumunun ne olacağı.
Kürtlerin iki farklı biçimdeki yaklaşımı, Washington’un karar vermesini zorlaştırıyor. KRG’nin Washington temsilcisi Bayan Sami Abd al-Rahman benim de katıldığım bir konferansta, “Bağımsızlığın geleceğinden eminim ama nerede, ne zaman olacağını bilmiyorum,” derken, birkaç gün sonra rakip PUK yetkilisi, “Çok kötü bir durumdayız, kim bağımsızlığı düşünebilir? Tüm dikkatimizi IŞİD ile olan savaşa vermeliyiz” dedi.
Belki de dünyadan destek istemenin tam zamanı. “IŞİD ile savaşan tek güç biziz artık bizi de desteklemenizin zamanı geldi.” Ancak KRG’nin bunu yapacak kadar birbirine bağlı olduğunu düşünmüyorum. Bu durum İsrail örneğindeki gibi Ben Gurion’un “Bağımsızlığımızı ilan ediyorum. Savaşmamız gerekirse savaşırız” demesine benzemiyor. Bunu yapabilecek, güçlü vizyona sahip birini göremiyorum. Barzani olabilir ama çekiniyor. Başkanken bağımsızlığı ilan etmek istiyor muhtemelen ve bu yüzden bunu gerçekleştirmeden koltuğunu bırakmak istemiyor. Bayan Sami Abd al-Rahman’ın söylediği çok ilginçti: “Ekonomik bağımsızlığımızı elde etmeye çalışıyoruz. Bu bizi politik bağımsızlığa götürecektir.”

İsrail Kürdistan’ın bağımsızlığını destekliyor. Bunun sebepleri nedir?
Üç liderimiz desteklerini kamuoyu ile paylaştılar. Şimon Peres Obama ile görüşürken bağımsız Kürdistan fikrini ortaya attı. Bunu Başbakan Binyamin Netanyahu ve Dışişleri Bakanı Avigdor Liberman takip etti. BM temsilcimiz de bu konuyu vurguladı. Şimdilik Kürtlerden iyi veya kötü bir reaksiyon gelmedi bu açıklamalara. Belki de konunun hassasiyetinden dolayıdır. Ekonomik anlamda ise İsrail KRG’den yüklü miktarda petrol alıyor. İsrail’in petrol ithalatının yüzde 75’ini bu yolla sağladığı söyleniyor. Miktardan emin değilim ama bu durum KRG, Türkiye ve İsrail arasında üçlü bir ilişki doğuruyor. Türkiye, İsrail’in Kürt petrolünü satın aldığını kesinlikle biliyor ve yardım ediyordur, çünkü bu petrolün satılmasını istiyor.

Kendini, dışlanmış azınlıkların haklarını koruyan ve Erdoğan’ın yönetimine kızgın olanları temsil eden liberal bir parti olarak yeniden konumlayan HDP, haziran seçimlerinde oyların yüzde 13’ünü elde etmeyi başarmıştı. Ancak ardından Suruç katliamı geldi ve PKK misilleme olarak iki Türk polis memurunu öldürdü. Ateşkesin sona ermesindeki neden neydi? PKK Demirtaş’ın zaferini kaldıramadı mı?
PKK ve HDP güçlü bir şekilde bağlılar. HDP, PKK’nın karşı çıktığı bir şeyi yapmaz. İki yıl boyunca PKK’nin barış sürecini beklediğini düşünüyorum. Bu iki yıl boyunca Türk tarafından bazı provokasyonlar oldu ancak PKK sessiz kaldı. Hatırlarsanız hükümet Uludere’yi görmezlikten geldi ve PKK misilleme yapmadı. Ateşkesin sonlanmasındaki sebep hükümet ve PKK’nın birbirlerine inancının kalmamış olması ve çatışma ile daha fazla kazanç elde edileceğinin düşünülmesi.

Bunu anlıyorum ancak sonuç HDP için çok iyiydi, Demirtaş mecliste bazı şeyleri değiştirebilirdi. Ancak bunu yerine ülkede büyük bir kaos başladı...
PKK, Erdoğan’ın kendileri için kurduğu tuzağa düştü. Belki de Suruç ve Ankara saldırıları PKK’nın kırmızı çizgileriydi ve daha fazla sessiz kalamadılar. Hem PKK hem de HDP hükümetin barış sürecine devam edeceğine olan inançlarını kaybettiler. Suriye’deki gibi, Türkiye’de de Kürtlerin yöneteceği özerk kantonlar kurmak istiyorlardı sanırım. HDP’nin Kobani sonrasındaki seçim başarısından güç aldılar. Suruç ve Ankara’dan sonra da benzer sonuçların olacağını varsaydılar. HDP’yi güçlendirmek istiyorlardı, Kürt milliyetçilerinin destekleyeceğini sandılar. Ancak işe yaramadı çünkü Erdoğan ABD ile İncirlik’in kullanımı konusunda anlaştı. Bu sayede Türkiye Kandil’e saldırdı ve Türk milliyetçilerinin oyları tekrar AKP’ye döndü. Benzer şekilde PKK, Erdoğan’ın Kürt muhafazakârlarına olan çağrısının gücünü azalttı.

HDP oy kaybetmesine rağmen barajı geçti, kötü bir sonuç değil...
HDP 1 milyon Kürt oyunu kaybetti. Ancak yine de büyük bir başarısızlık değil. Barajı geçtiler ve bir parti olarak geldiler. Her şeye rağmen mecliste bir değişim yapabilirler. Buradaki can alıcı soru, Erdoğan onları bunca zorladıktan sonra başkanlık konusunda ona destek verecekler mi? Erdoğan’ın bunu yapmaya çalışacağını sanıyorum. Çünkü haziran seçiminden sonra HDP’nin başkanlık sistemini desteklemediğini gördü. Bunun cevabının ne olacağını bilmiyorum. Eğer desteklerlerse Türkiye’de demokrasi dahil birçok şey ve kendi kazanımlarını da kaybederler.

Barış süreci yeniden başlar mı? Ve kiminle?
Erdoğan başkanlık sistemini getirebilmek için bunun iyi bir stratejik adım olduğunu düşünürse başlar. PKK ile başlar. Görüşme ortaklıkları 2008’de Oslo ile başladı. Onlara çok saygım var ama karar vericiler HDP değil. Karar vericiler Kandil veya Türkiye’deki PKK veya Avrupa’daki KNK. Barış için düşmanınla oturursun dostunla değil. İsrail sorunu çözmek için Arafat ve Filistin Kurtuluş Örgütü üyelerini getirmişti. İrlandalılar da aynı şekilde. Savaşanlarla, liderlerle masaya oturulur.

Oslo, Türkiye için taktiksel bir adım mıydı yoksa stratejik miydi?
Sanırım İsrail-Filistin’in Oslo’su gibiydi. İki taraf da öyle bir noktaya geldiler ki konuşmanın zamanı geldi dediler. Erdoğan orduyu zayıflatıp kendini güçlendirmeyi çok istiyordu. PKK daha fazla ilerleyemediklerini fark etmişti. “Bakalım ne olacak”, “Türk ve Kürt sokağında ne tepki gelecek”, “Bakalım bu bizi nereye götürür” diye düşünmüş olabilirler. Orada bir vizyon vardı kesinlikle. Ancak işler Erdoğan’ın istediği gibi ilerlemedi. Özellikle HDP’nin başkanlık sistemine destek vermemesi konusunda.

Türkiye’deki seçim sonuçları ışığında, Erdoğan ve Netanyahu’yu bilirken, Türkiye ve İsrail ilişkilerinin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Ticaret verileri gittikçe yükseliyor ancak politik bir normalleşme şansı var mı?
Bu, İsrail’in ne yapacağına bağlı. İsrail’in Filistinlilerle savaşmaması bekleniyor. Filistin cephesinde bir sessizliğin olması, bunun olmazsa olmazı. İsteseler bile, stratejik ortak paydalar olmasına rağmen bugünkü atmosferde bu Türkiye açısından oldukça problematik bir konu. Belki Türkiye ve İsrail askeri ve istihbarat dahil ilişkilerini sahne ışıklarının gerisinde yürütecekleri yeni bir çevresel ittifak kurar. Ancak kamuoyuna açık bir şekilde ilişkilerini başlatmaları Erdoğan için oldukça zor.

Türkiye tarafından öncesinde pek görülmemiş bir sessizlik var bu konuda. Erdoğan, Netanyahu’nun İsrail seçimleri öncesinde oldukça tartışılan Filistin yorumlarını eleştirmemişti mesela. Bu sessizliği neye bağlıyorsunuz? Sessizlik derken Türk basınını dahil etmiyorum tabi ki...
Bu dönemde tüm söylemlerini değiştirdiler. Erdoğan normalde konuşacağı birçok konuda konuşmadı, sessizliği tercih etti. Belki bu kartın etkisini yitirdiğini düşündü. Kürt konusuna ve istikrara öncelik verdi ve İsrail gibi konuların dikkati dağıtmasını istemedi. Eskiden bunu oldukça verimli bir şekilde kullanırdı. Belki de ABD bu konuda bir baskı yaptı. Bu konuda pek bir şey bilmiyoruz. 

Paris’teki terör saldırıları hakkında...
Dünyayı şoka uğratan Paris terör saldırıları bize birkaç şey gösteriyor:
Uluslararası toplum dünyadaki tüm sorunların sebebi olarak İsrail-Filistin çatışmasını göstermeye meyilli olsa dahi aslında terör saldırılarının kendilerine has sebep ve tarzı var. Bu saldırıların sorumluluğunu üstlenen IŞİD, Filistin konusunu bir kere bile dile getirmedi. Fransa’yı Suriye’deki savaşa müdahil olmasından dolayı cezalandırdığını açıkladı.
Fransa’da Yahudilere karşı yapılan terör saldırılarına karşı zayıf kalınca bunun bumerang etkisi olabileceği kanıtlandı. Fransız Yahudilerine yaptıkları terörist saldırılar tüm Fransa halkına karşı yapılan saldırılar konusunda cihatçıları cesaretlendirdi.
IŞİD eylemlerini sadece kontrol ettiği topraklarla sınırlamıyor artık, Batı’ya doğru genişletiyor. Kendi çizgilerini izlemeyen gelişmiş ülkelere karşı bir savaşa dönüştürüyor. Hedef Batı veya Müslümanlar dahi olsa.

Karel Valansi Şalom Gazetesi 18 Kasım 2015

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

Her yaşam bir roman - Panama´daki Türk Yahudileri

Panama´da hızla büyüyen bir Yahudi yaşamı var. Café con Teclas kitabının yazarı gazeteci Sarita Esses´in yanı sıra Antakyalı Eli Cemal, Mersinli Musa İlarslan, Trakya kökenli Julia Kohen de Ovadia ve kuzeni İstanbullu Çela Alkabes de Eskinazi ile göç hikayelerini ve Panama´daki yaşamlarını konuştuğumuz keyifli bir sohbet sizleri bekliyor. Julia Kohen de Ovadia İstanbul doğumluyum. Babam Çanakkaleli Aron Kohen, annem ise Çorlulu Suzi Bahar.  Seneler evvel büyükbabamın eltisi Meksikalı Sultana genç yaşta çocuksuz dul kalınca küçük teyzem Donna’yı yollamasını istedi anneannemden. Donna da Sultana teyzesiyle yaşamak için Meksika’ya gitti. Orada eniştem Moises Mizrachi ile tanıştı ve evlenerek Panama’ya taşındı. Büyükbabam Nessim Bahar vefat edince anneannem Coya, ablam Malka ile iki aylığına kızını görmeye Panama’ya gitti. Ancak orada ablam eniştemle tanıştı, evlendi ve hayatını Panama’da kurdu. Dört çocuğu ve on torunu var. Ablamın düğünü için Panama’ya geldiğimizde ben Saint Pulcherie’de

Karel´den Mario´ya veda…

Kelimeler acı veriyor be Mario! Zormuş senin hakkında bir veda yazısı yazmaya oturmak. Biliyorum, seçmeye çalıştığım hiçbir kelime yaşadığım üzüntüyü aktarmaya yetmeyeceği gibi, seni anlatmaya da yetmeyecek. Bir de şu var. Bu yazıyı bitirip yolladığımda ve basılıp gazetede okuduğumda senin gitmiş olduğun kesinleşecek, oysa daha çok erken! Şu an ne isterdim biliyor musun, veda yazısı yerine senin başarılarını, yeni kitaplarını, söyleşilerini yazmak, seninle yine bir röportaj yapmak. Sevgili hocam, sevgili dostum, öykülerimi ilk okuyanım, edebi yönümü en çok destekleyenim, hiç tanımadığım yazarların hiç duymadığım kitaplarıyla beni tanıştıran.  İzlediği ilginç filmleri benimle paylaşan, tartışan… “Merhaba” diye başlarsın yaratıcı yazarlık derslerine, sonra eklersin “merhaba demek benden sana zarar gelmez demektir,” diye. Koca kalbinle kimseyi üzecek, kıracak bir söz dahi etmediğinden eminim. Günlerdir seni anıyorum. “Twitter’da olmalısın” deyip sana hesap açışımızı, özene bezene seçtiğin