Ana içeriğe atla

Tarihi el sıkışmadan 25 yıl sonra

13 Eylül 1993 tarihinde, Roş Aşana’ya (İbrani yılbaşısı) iki gün kala, Washington tarihi bir buluşmaya ev sahipliği yapıyordu. Gerçekleşmesi imkansız diye düşünülen gerçekleşmiş, İsrail ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ilk defa bir araya gelerek Oslo I olarak tanınan İlkeler Anlaşmasını imzalamışlardı. 
O gün havada sadece umut ve iyimserlik vardı. ABD Başkanı Bill Clinton bu olayı “tıpkı yeni bir yılın şafağında olmamız gibi, yeni bir dönemin de şafağındayız,” sözleriyle tanımlıyor, liderlerin barış adına attıkları bu adımın “cesur bir kumar” olduğunu da gözden kaçırmıyordu. İsrail Başbakanı Yitshak Rabin “Gözyaşı ve kan yeter! Barışa bir şans verelim” derken, Filistin Kurtuluş Örgütü Lideri Yaser Arafat tüm katkıda bulunan ülkelere “Teşekkürler,  teşekkürler, teşekkürler” diye sesleniyordu. 
Washington’dan dünyaya bir ümit ve iyimserlik rüzgarı esiyordu. Öyle ki, Ortadoğu’daki en büyük sorun ortadan kalkarsa bölgeye huzur ve istikrarın geleceği, hatta bu olumlu başlangıcın dünya barışına kaçınılmaz bir katkı sağlayacağına inanılıyordu. 
İmza töreninde şans getirsin diye İsrail-Mısır anlaşmasında da kullanılan ahşap masa getirilmişti. ‘Mısır ve İsrail başardığına göre, neden bu sefer de olmasın?’ akıllardaki düşünceydi. Tereddütleri olanlar vardı elbet. Ama zaman ümit ve barış zamanıydı ve kimse henüz bu rüyadan uyanmak istemiyordu. 
1994’te Rabin, Şimon Peres ve Arafat Nobel Barış Ödülüne layık görüldüler. Aynı yıl Israil-Ürdün barış anlaşması imzalandı. Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler de gelişti, işbirlikleri artı ve ikili ilişkilerde ‘altın’ olarak adlandırılan döneme girildi. 1994’te dönemin Başbakanı Tansu Çiller iki ülke işbirliğini ‘stratejik ilişki’ olarak tanımlıyordu. Aynı dönemde Türk Yahudileri, 500. Yıl Vakfı aracılığıyla, Amerikan Kongresinde etkili olan Ermeni ve Rum lobilerine karşı Türkiye’yi destekliyordu.
*
Ancak dünyayı etkisi altına alan bu tılsım uzun süreli olamadı. Oslo II’nin imzalanmasından kısa bir süre sonra, Rabin düzenlenen bir suikastla hayatını kaybetti ve tüm ümitler söndü. 
Terör ise, barışın geldiği düşünülen topraklara hakim oldu. 
*
25. yıldönümünde Oslo süreci genellikle bir başarısızlık olarak anılıyor. Evet, daimi bir barışı sağlamayı başaramadı, ancak Oslo bir barış anlaşması değil bir süreçti, barışa gideceği umulan bir süreç. Hedef öncelikle iki taraf arasında güveni sağlamak ve işbirliği için zemin hazırlamaktı. Adım adım gidilecek, gelişmeler değerlendirilecek ve en nihayetinde 5 yılın ardından Filistinli mülteciler, sınırlar, Kudüs gibi hayati konular masaya yatırılacaktı. Norveç mimarıydı bu sürecin ve hem ABD hem de Rusya destekliyordu. Diplomasiye güvenin tam olduğu bir dönemdi.
Kurulduğu günden beri savaşların içinde olan ve Birinci İntifada’yı tecrübe eden İsrail barış içinde yaşamak ve güvenlik istiyordu. Filistinliler de toprak istediğine göre, ‘toprağa karşılık barış’ formülü mümkün göründü. 
Ancak kağıt üzerindekiler gerçeğe yansımadı. Filistinliler İsraillilerin barış isteğini bir zayıflık olarak algıladılar ve ellerini olabildiğince güçlendirmek istediler. Benzer şekilde İsrailliler kendi gerçeklerini dayatmak için yerleşim hareketini hızlandırdılar. 
Anlaşmaya karşı çıkan İsrailliler, Arafat’a güvenilemeyeceğini, onun eli kanlı bir terörist olduğunu ve değişmediğini söylüyorlardı. Savaşsız toprak kaybetmeye ve tarihi İsrail topraklarından çekilmeye karşıydılar. Filistinlilerin anlaşmaya karşı çıkmasının ana sebebi ise 1947’den beri savundukları, tüm teklifleri reddetmelerine sebep olan istekleriydi. İsrail dahil tüm bu toprakları içine alan bir Filistin devleti kurmak hedefleriydi. Oslo Anlaşmasıyla ise, tam tersine, Filistinliler İsrail Devletinin var olma hakkını tanıyordu. 
Oslo süreci özlenen o barışı sağlayamamış olsa bile çözülmez denen bu sorunda gelişme sağlayabildi.
FKÖ, Filistinlilerin temsilcisi olarak kabul edildi ve iki taraf doğrudan görüşmelere başladılar. Filistin Yönetiminin (FÖY) kurulmasıyla Filistinliler özerklik kazandılar. 3 bölüme ayrılan Batı Şeria’da Filistinlilerin en yoğun yaşadığı A bölgesinin siyasi ve askeri yönetimi Filistin Yönetimine geçti. B bölgesinde ise İsrail güvenliği, FÖY siyasi yönetimi paylaşıyor. C bölgesi tamamen İsrail kontrolünde ve yerleşimlerin çoğu bu bölgede yer alıyor. Bu ayırım yapılırken Filistinlilerin kendi kendilerini yönetmesi amaçlanmış olsa da, İsrail’in güvenlik tereddütlerinin ön planda tutulduğu söylenebilir. 
Önemli bir gelişme daha yaşandı. İki tarafın birbirlerini tanımasıyla, iki devletli çözüm seçeneği kabul edildi. Böylece İsrail ve kurulacak Filistin Devletinin yan yana, barış içinde yaşaması fikri güç kazandı. Bu doğrultuda Akdeniz’den Ürdün Nehrine olan topraklarda Büyük İsrail veya Büyük Filistin devleti kurma hedefinden vazgeçilmiş oldu. 
Oslo süreci verebileceğinden çok daha fazlasını vaat etti ve bunu başaramadı. Ancak fiili gerçekleri de oluşturmuş oldu. Bu nedenle hala önemli ve bu nedenle hala başlatılacak herhangi bir barış girişiminin temelini oluşturmaya devam edecek. Günümüzde bırakın barışı, bir barış sürecinden bile uzak olduğumuz gerçeğini bir süreliğine kenara koyarak konuşursak, taraflar yeniden barış için masaya oturduklarında bunu gerçek anlamda istiyor olmaları gerekiyor. Politikacılar ve her iki halk da var olan durumun değil de barışın kurulması ve korunması gerektiğini özümlerlerse ancak, Clinton’un belirttiği gibi “yeni bir dönemin şafağındayız,” diyebileceğiz.

Karel Valansi Şalom Gazetesi OBJEKTİF 12 Eylül 2018 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

Democratya!* İsrail’de Kırmızılı Kadınların Direnişi

2022 yılı sonunda göreve başlayan, Binyamin Netanyahu liderliğindeki yeni hükümet, İsrail tarihinin en aşırı sağcı ve dindar partilerinden oluşuyor. Bu koalisyon, kuruluşundan bu yana kendini Orta Doğu ’ nun tek demokrasisi olarak tanımlayan İsrail’in geleceği ve demokratik yapısı için büyük bir tehdit oluşturuyor. Bu tehditler bir çok farklı koldan ilerliyor.    Netanyahu ’ nun uzun süredir basını kontrol altına alma çabası demokrasinin ifade özgürlüğü ilkesini tehdit ediyor. Filistinliler dahil azınlık gruplarının, LGBTQ+ toplumunun ve kadınların kanun önünde eşitliğini ihlal edecek yasa tasarıları , demokrasinin bir diğer önemli prensibi olan eşit haklar ilkesini tehdit ediyor. İsrail ’ de yürütme ve yasama erkleri her zaman hükümet tarafından kontrol edilmekte. Yüksek Mahkeme, iktidar partilerinin gücünü kontrol eden ve anayasa görevini yerine getiren Temel Yasaların uygulanmasını güvence altına alan tek  kurumdur. Ancak yeni hükümet yasama üzerinde sınırsız güç sahibi olmak için Y

Yahudi Cesaret Ödülü üzerine

24 Haziran 2018 seçiminde CHP’den Cumhurbaşkanı adayı olan Muharrem İnce, 16 Ağustos’taki Twitter paylaşımlarıyla isim kullanmadan hükümete yönelik eleştirilerini sıraladı. Bu eleştirilerinin arasında “Siz, yaptığınız hizmetlerle Yahudi Cesaret Ödülüne lâyık görülen ve bu ödülü kendine lâyık görenlersiniz” ifadesine de yer verdi.  İnce’nin bu paylaşımı bu konudaki ilk çıkışı değildi. Geçtiğimiz yılın Aralık ayında, partisinin Yalova Merkez İlçe 10. Olağan Kongresi’ndeki konuşmasında da “Dünyada ‘Yahudi Cesaret Ödülü’ ya da diğer adıyla ‘Davut Yıldız’ı alan tek Müslüman, Recep Tayyip Erdoğan’dır,” demişti.  İnce, 2013 yılında yaptığı bir başka konuşmada ise bu sefer Türkiye’nin Rum vatandaşlarını kızdırmıştı. “Atatürk olmasaydı, (…) adınız Ahmet, Hasan, Hüseyin olmazdı, Dimitri, Yorgo olurdu. Bunları doğru bilmeleri lazım” demiş, gelen tepkilerin ardından Twitter hesabından “Benim gibi askerlik yapan, vergi veren, Cumhuriyet’e inanan, vatandaşımız olan Yorgo ve Dimitri’leri kastetm