Ana içeriğe atla

Koronavirüs her şeyi kontrol edemediğimizi gösterdi

"Yerküre ısınıyor, iklim değişikliği çok büyük bir tehdit" dendiğinde burun kıvıranlar, "geri dönülemez noktaya doğru ilerliyoruz" dendiğinde alınması tavsiye edilen önlemlerin ilk önce ekonomiye olan olası etkisini ve bu "masrafın" kimin cebinden çıkacağını hesaplayanlar, Koronavirüs (Covid-19) salgını ile karşı karşıya kalınca çaresiz kaldılar. Küresel ısınma gibi hayati bir konuda liderlik gösteremeyen, güçlü bir vizyon oluşturamayan, sınır ötesi dayanışma gerekirken bunu çok da önemsemeyenlerin, bu salgında ilk refleksinin ülke sınırlarını kapatmak olması bir rastlantı değil.
Sapiens kitabının yazarı Yuval Noah Harari’nin CNN’e verdiği röportajda söylediği gibi, "Ülkelerin sınırlarını kapatarak virüslerle mücadele etme fikri bir illüzyondan ibaret. Korumanız gereken tek sınır, ülkeler arasındaki değil, virüslerle insanların arasındaki alan." Çünkü bu virüs ne sınırları, ne kanunları, ne tarihsel anlatıları tanıyor. Şu an en çok ihtiyaç duyulan uluslararası dayanışma ve işbirliği. Ancak özellikle İtalya örneği, bunun tam aksinin yaşandığını bize çok açık bir şekilde gösteriyor. Her ülke Koronavirüs salgını ile mücadele ediyor ancak dünya genelinde bir dayanışma ruhu yok, koordinasyon yok, işbirliği yok,  çünkü ne diğer ülkelere ne de hükümetlere güven mevcut.
Yakın bir tarihe kadar tropikal ormanların ve vahşi hayvanların insanlar için ölümcül olan virüsleri barındırdığı düşünülürdü. Oysa son araştırmalar, aslında insanların biyoçeşitliliği yok ederek yeni virüs ve hastalıklara yol açacak koşulları yarattığını gösteriyor. İnsanoğlu vahşi yaşamı kontrol etmeye çalıştıkça, dünyada el değmemiş yer kalmadıkça, ağaçlar kesilip, hayvanlar öldürüldükçe veya doğal yaşam alanlarından uzaklaştırıldıkça, onlarla birlikte insanları koruyan doğal bariyerler de yok oluyor, hayvanlar gibi virüsler de yer değiştirerek yeni koşullara uyum sağlıyorlar.
Ekosistemin dengesi bir kere bozulunca, virüsler de doğal ev sahiplerini kaybediyorlar. Virüsler yeni bir yaşam alanı aramaya çıktıklarında, doğal sınırlar insan eliyle yok edildiğinden genellikle karşılarına bizler çıkıyoruz. Yeni ortamına alışmaya çalışan virüs yeni ev sahibinin özelliklerine kendini adapte ederken, bizler de vücudumuzun hiç alışık olmadığı, tanımadığı bu virüse karşı, bağışıklık sistemimizi cepheye sürerek bir savaş vermeye başlıyoruz.
Yine araştırmalar, son yıllarda ortaya çıkan yeni hastalık ve salgınların büyük bir çoğunluğunun hayvandan insana geçen bu tür virüslerden kaynaklandığını gösteriyor. AIDS, Ebola, SARS, ZİKA, kuş gribi ve son örneği Covid-19 hayvandan insana geçen hastalıklar. İnsanlar doğal yaşamı ve bu yaşamla arasındaki doğal bariyerleri yok ettikçe yeni ve bilinmeyen hastalıklara da davetiye çıkarıyor.
Daha önceki yıllarda da hayvanlardan insanlara geçen hastalıklar vardı mesela kuduz ve veba gibi. Bizim dönemin bir avantajı tıptaki ilerleme ile bunlara karşı savaşın bilgi ışığında verilebilmesi. Dezavantajı ise şehirleşmenin artması, uluslararası seyahatin yaygınlaşmasıyla kendimize yarattığımız bu kalabalık, sıkışık ve hareketli yaşam şeklinin virüslerin daha kolay yayılmasına elverişli olması. Aralık 2019’da Çin’de çıkan bir virüsün tüm dünyaya yayılması için birkaç ay yeterli gelirken, Veba ancak on yılda Çin’den Britanya’ya ulaşmıştı.
Bu salgının çevre konusunda gözle görülür, açıkça fark edilir "uyandırıcı" bir etkisi de var. Sokakların tenhalaşmasıyla birlikte Venedik’teki kanalların suyunun uzun yıllar sonra ilk defa berraklaştığı, balıkların ve ördeklerin yeniden görülebildiği haberi dikkatinizi çekmiştir. İtalya'nın sınai üretiminin büyük bir bölümünü üstlenen kuzeyinde de emisyon salınımının azaldığı kaydedilirken, havanın temizliği dikkat çekiyor. Çevre ve hava kirliliğinin azalması bu öldürücü virüsün olumlu bir yan etkisi. Evlere kapanarak hayatı ancak bir ekrandan izleyebilenler için de bu kadar korkutucu haber arasında sevindirici, umut verici bir gelişme. Venedik’teki balıklar, çevreye ve geleceğimize kendi ellerimizle yaptığımız tahribatla bizi yüzleştirerek, felaketle sonuçlanacak bu yoldan dönmemiz için de bizi uyarıyor adeta.
Her şey kontrolümüz altında değil. Bu ölümcül salgın bir şey öğretecekse bizlere, alacağımız ders bu olsun mutlaka. Virüsü kontrol altına almak için alınan önlemler küreselleşmenin nimetlerini elimizden tek tek geri alırken, daha az üretim yaparak, yapılan üretimde daha seçici olarak, daha az naklederek, daha az seyahat ederek, daha az trafik, daha az kalabalık yaşayarak, daha az plastik atık üreterek, insan nüfusunun yarattığı kirlilik de azalıyor. Doğa -benzetme yerindeyse- yeniden nefes alabiliyor. Ekonomi ise büyük bir şokun ardından kendini mutlaka toparlayacak bir çözüm yolu bulacaktır. Ancak Koronavirüs sonrası hayatın eskisi gibi olmayacağını, evlerimizden  yeniden rahatça çıkabildiğimizde bir çok radikal değişimin kalıcı olacağını öngörmek de mümkün.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ke vamos a mirar en la karantina?

Kon el fin del verano i el retorno de la karantina, estamos mas tiempo en las kazas. Les kero propozar tres serias de TV echos en Israel. El primer es "Tehran". Es una seria de espionaje muy enteresante. Una espion del Mossad viaja en sekreto a la kapital de Iran. Tehran es su lugar de nasimiento tambien. La hacker de komputadora tiene el objektivo de dezaktivar el reaktor nuklear. Esta misyon tendra implikasyones para el Medio Oriente i el mundo entero. La seria es en ebreo i perso. Es una sezon i tiene ocho episodios, kada uno 50 minutos. Mi segunda propozisyon es una seria romantika i komika. Lehiyot Ita (Estar Kon Eya) es una seria de 2013, ma muy simpatika. Izieron tambien la version Amerikana ke se yama “La beyeza i el panadero”. La seria konta la istorya de amor entre una supermodela internasyonal muy famoza i muy rika, i un simple panadero ke no tuvo la shans de ir a la eskola artistika por razones finansiales. La seria es dos sezones, 18 episodios en total i kada uno...

Ahmet Han: “Türkiye ile İsrail kadar stratejik çıkarları bu kadar örtüşen iki ülke daha yok”

Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Kasım Han ile İsrail’de üç çocuğun kaçırılmasının ardından başlayan süreci, son Gazze operasyonunun hem İsrail-Filistin ilişkilerinin geleceğine hem de dünyada artan antisemitizme etkisini konuştuk. Ayrıca yaşanan tüm bu olayların Türkiye’deki yansımaları ve Türkiye-İsrail ilişkilerinin geleceğini tartıştık. Dökme Kurşun Operasyonu’ndan sonra İsrail ile Hamas arasında sükûnete karşı sükûnet anlayışı hâkimdi. Ne değişti? İsrailli üç çocuğun kaçırılıp öldürülmesi ile mi işler değişti yoksa daha önceden bunun sinyalleri var mıydı? Tarafların ikisinin de birbirleri ile ilgili bir algıları var. Kim kimin neyi ne kadar stokladığını biliyor. Bu bakımdan herkesin bir müdahale eşiğinin olduğunu düşünüyorum. Yüksek sesle çok söylenmiyor ama pişe pişe bir noktaya geldiği zaman taraflar biliyor ki artık orada mutfağa girmek, müdahale etmek lazım. Bu İsrail için Hamas’ın silahlanması ve altyapısını geliştirmesi ile ...

Türkiye-Çin İlişkilerinde Yeni Dönem: Çok Kutupluluk, Ticaret ve Jeostrateji

Küresel düzen ciddi bir değişim yaşarken dünya, çok katmanlı krizler, jeopolitik sarsıntılar ve belirsizliklerle şekillenen bir döneme girdi. Soğuk Savaş sonrası ABD merkezli tek kutuplu düzen geride kalırken, yerine çok kutuplu ancak öngörülemez bir sistem şekilleniyor. Bu belirsizlik, Türkiye–Çin ilişkilerini hem fırsatları hem de çelişkileriyle öne çıkaran bir sahneye dönüştürüyor. Ankara ve Pekin söylem düzeyinde kolayca yan yana gelebiliyor. Türkiye’nin “Dünya beşten büyüktür” çıkışı ile Çin’in “çok kutuplu dünya” vurgusu, Batı merkezli düzeni sorgulayan ortak bir dil yaratıyor. Ancak bu söylemsel yakınlaşma, Türkiye’nin NATO üyeliği ve Batı ile kurumsal bağları düşünüldüğünde, stratejik sınırlarla karşılaşıyor. İlişkilerin gerçek boyutu, ticaretteki asimetri, Kuşak ve Yol yatırımlarındaki bağımlılık riski, savunma sanayii işbirliği, Uygur meselesinin ikili ilişkiler üzerindeki gölgesi ve ABD–Çin rekabetinin baskılarıyla şekilleniyor. Panorama Soruyor  bu ay, Türkiye-Çin ilişk...