Ana içeriğe atla

MLYA 2 - Farklı bir gece

Eski Şişli sokaklarında birbirinin salonlarını gören apartmanlarından birinde uyuyamayan biri karşı pencereden komşusunu izliyor. Boxer ile salona giren erkek önce puro yakıyor, sonra bir şey içiyor. Oturup bir şey okuduktan sonra telefonla biriyle kavga ediyor. Telefonu fırlatıp içeriye geçiyor. Hikayeyi tamamla.
Bu hikayede herkes olacakları bildiği için okuyucuları şaşırtmak istedim. Önce evine dönen kişinin izlenecek kişi olduğunu, daha sonra da izleyenin o olduğunun sanılmasını istedim. Sonra neden camdan baksın salonun bir köşesinden izlesin dedim. ve sürpriz bir son yarattım. Yazarken çok eğlendim. Bu da yazıma yansımış olmalı Mario bey de öyle olduğunu söyledi. Portekizce ise tamamen bir fantazi.

Farklı bir gece

İstanbul’un eski semtlerinden birinde, daracık ara yollarını çevreleyen, beş altı katlı yapışık nizam sıralanan apartmanlardan birindeki daireme doğru yürüyorum. Saat gece yarısını biraz geçmiş, etraf karanlık, sokaklar boşalmış. Birkaç kedi ve devrilmiş çöp bidonu dışında üst üste park etmiş gibi duran arabaların hâkimiyetinde sanki sokaklar.
Tüm dünyanın yükünü omuzlarımda taşıyor gibiyim. Tek isteğim bir an önce eve varabilmek ve uyumak. Ne bir şey düşünmek, ne biriyle karşılaşmak, ne de tek kelime etmek istiyorum. Sadece uyumak ve bu zor günü bitirmek.
Evde alışagelmemiş bir sessizlik hâkim. Uyumuş olmalı. Onu rahatsız etmekten çekinerek odaya gitmiyorum. Sessizce ayakkabılarımı çıkarıp, salon ışıklarını bile yakmadan pencereye uzak olan geniş kanepeye uzanıyorum. Üstüme bir battaniye çektiğim gibi uyku beni kolları arasına almaya başlıyor.
Birkaç tıkırtı duyuyorum, önemsemiyorum önce. Daha sonra hafif bir ışık gözüme geliyor. Fiskos sehpasının üzerindeki abajur yanıyor. “Ben mi söndürmeyi unuttum acaba yoksa eve hırsız mı girdi” diye düşünüyorum uyku mahmurluğumun arasında. “Ben olamam” diye geçiriyorum içimden. Gelirken hiç lambayı yakmadığımdan eminim. Sokaktan salona yansıyan hafif ışıkla önümü görebilmiştim.
Gözlerim hala yarı kapalı mutfaktan geldiğini düşündüğüm seslere kulak veriyorum. Bu Ahmet olmalı. Uyuyamamış, bir şeyler atıştırmak için mutfak dolaplarını karıştırıyordur. Ses çıkarmadan, elinde fincanı ile salona gelişini seyrediyorum. Duş almış olmalı saçları hala ıslak. Demek ki eve yeni gelmiş. Yattığım yerden kıpırdamadan, gölgelerin yarattığı görünmezlik pelerinine sarılarak sevgilimi seyrediyorum. Televizyonun karşısındaki koltuğa oturuyor. Üzerindeyse sadece bir boxer şort var. Vücudu yaşına göre oldukça iyi. Her gün spor salonunda saatlerce terlemenin meyvesi bu karın kasları. Televizyonu açıyor, kanallarda dolaşıyor. Sonunda bir ekonomi programında duruyor. Sanki sadece evde bir ses olsun diye açmış televizyonu, seyrettiği yok. Elindeki derginin sayfalarını karıştırıyor. Bir makaleyi beğenmiş olmalı dikkatle katlıyor dergiyi ve arkasına yaslanıp okumaya başlıyor. Ses çıkarmamaya özen göstererek, kendimi fark ettirmeden seyrediyorum yaptıklarını. Bir puro yakıyor, keyfi yerinde belli. Şimdi de fincanına doğru uzanıyor. İçtiği espresso’nun sıcacık kokusu bana kadar geliyor. Ne de çok sever bu zehir gibi kahveyi. Açık pencereden esen serin rüzgârla birlikte elimde olmadan tekrar gözlerim kapanmaya başlıyor.
Ne kadar uyuduğumu bilmiyorum. Birden bir telefon sesi ve bağırışlarla uyanıyorum. Portekizce bağırıyor telefondaki birine. O konuştuğunda her zaman çok seksi gelen bu dili şu an anlayamamanın rahatsızlığını hissediyorum. ‘Sao Paolo’ kelimesini ayırt edebiliyorum, bir de sürekli tekrarladığı ‘fundo’ ve ‘nao’ kelimelerini. Brezilya’da ne olmuş olabilir?, çözemiyorum. Brezilya’yla iş yaptığını bile bilmiyordum. Bu kadar zaman ona belli etmeden salonda saklanmış olmaktan utanarak ortaya çıkıp sormaya çekiniyorum. Sonunda telefonu koltuğa fırlatıp içeriye gidiyor. Yatak odasından sesler geliyor. Eşyalarını mı topluyor yoksa? Ciddi bir sorun var ve ben hiçbir şey bilmiyorum. Ya kalkıp giderse şimdi?
Bir süre bu sorularla boğuştuktan sonra kararlılıkla kalkıp battaniyeyi yerine kaldırıyorum. Neler olduğunu öğrenmem lazım. Çantamı alıp, ayakkabılarımı giyiyorum. Usulca sokak kapısından dışarı çıkıyorum. Asansörü çağırıp, ilk defa otomatik ışıkların bozulduğuna sevinerek karanlıkta beklemeye başlıyorum. Asansörün gelmesiyle birlikte, sanki yeni gelmişim gibi, gürültülü bir şekilde anahtarı kapının deliğine sokuyorum. Kapıyı açıp holün ışığını yakıyorum. Tam “ben geldiiiim” diye seslenmek üzereyken en sevdiğim birkaç mutlu ve bağrışan suratla karşılaşıyorum; “Nice yıllaraaaa!” Ben, şaşkınlık içinde önümdeki kalabalığa bakarken Ahmet, giyinmiş bir şekilde yaklaşıp kolunu belime doluyor. “Sonunda uyandın! Ne zor şeymiş seni uyandırmak! Ayça’nın söylediğinden daha erken eve gelmen işimi biraz zorlaştırdı ama herkesi bir yerlere saklamayı başarabildim. Neden bir türlü kalkmadın? Burada erkekliğimden bile şüphe etmeye başlayan kişiler oldu haberin olsun”
Konuşmalar devam ederken ben hala bir Ahmet’e bir arkadaşlarıma bakıyordum cevap bile veremeden. İlk baştaki şaşkınlığımın yerini heyecan alırken, üflememi bekleyen pastaya doğru mutlulukla ilerledim.

Karel Valansi, 23 Ekim 2012

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Karel; "Farklı Bir Gece" başlıklı hikayesini okudu, çok güzeldi. Arkadaşımız yazarken eğlenmek istediğini vurguladı, gerçekten eğlenmiş. Deneyimli olduğu hemen fark ediliyor, yazılarında istediği etkiyi verme gücüne sahip, kutluyoruz...
Selma Güven

Bu blogdaki popüler yayınlar

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

Yahudi Cesaret Ödülü üzerine

24 Haziran 2018 seçiminde CHP’den Cumhurbaşkanı adayı olan Muharrem İnce, 16 Ağustos’taki Twitter paylaşımlarıyla isim kullanmadan hükümete yönelik eleştirilerini sıraladı. Bu eleştirilerinin arasında “Siz, yaptığınız hizmetlerle Yahudi Cesaret Ödülüne lâyık görülen ve bu ödülü kendine lâyık görenlersiniz” ifadesine de yer verdi.  İnce’nin bu paylaşımı bu konudaki ilk çıkışı değildi. Geçtiğimiz yılın Aralık ayında, partisinin Yalova Merkez İlçe 10. Olağan Kongresi’ndeki konuşmasında da “Dünyada ‘Yahudi Cesaret Ödülü’ ya da diğer adıyla ‘Davut Yıldız’ı alan tek Müslüman, Recep Tayyip Erdoğan’dır,” demişti.  İnce, 2013 yılında yaptığı bir başka konuşmada ise bu sefer Türkiye’nin Rum vatandaşlarını kızdırmıştı. “Atatürk olmasaydı, (…) adınız Ahmet, Hasan, Hüseyin olmazdı, Dimitri, Yorgo olurdu. Bunları doğru bilmeleri lazım” demiş, gelen tepkilerin ardından Twitter hesabından “Benim gibi askerlik yapan, vergi veren, Cumhuriyet’e inanan, vatandaşımız olan Yorgo ve Dimitri’leri kastetm

Bu çocuğa dikkat! Adını çok duyacaksınız

Ralfi Kanyas ile tanıştırmak istiyorum sizleri. Çok özel bir genç. 22 yaşında hem medya iletişim üçüncü sınıfta okuyor hem de Hürriyet Ege’de muhabir olarak çalışıyor. 16 yaşında karşıdan karşıya geçerken bir arabanın çarpmasıyla hayatı değişiyor. Tekerlekli iskemleye bağlı kalmanın tüm zorluklarına rağmen hayata daha da sıkı tutunuyor. Başta zorluk çekse de önce ailesi sonra da arkadaşları ona güç veriyor ve engel tanımaz oluyor. Şimdi hem katıldığı gönüllü çalışmalarla, hem de gazete yazılarıyla engellilerin hayatında bir fark yaratmaya çalışıyor. Geleceğin başarılı gazetecisini şimdiden tanıyın istedim. Karel Valansi