Ana içeriğe atla

Döngü kırılıyor

İtiraf etmeliyim ki İsrail seçimlerini takip ederken çıkacak sonuçtan çok, kurulacak yeni hükümetin kalıcılığı ve gerginleşen İsrail-Amerikan ilişkilerine olan etkisini merak ediyordum. Obama ile Netanyahu arasındaki kişisel anlaşmazlık, iki ülke ilişkilerinin geleceği konusunda endişe yaratıyordu.
Obama’nın başkanlığının ilk günlerinde Kahire konuşması ile başlayan gerginlik, Netanyahu’nun cüretkâr açıklamaları ve Romney’yi açıkça desteklemesi ile sürüp gitti. Her ne kadar Obama ilk döneminde İsrail’in güvenliğinin tartışılamaz bir öncelik olduğunu belirtip başta Demir Kubbe olmak üzere askeri ve mali yardımları arttırsa ve uluslararası arenada İsrail’i desteklese de akıllarda Netanyahu hakkında Sarkozy’ye söylediği sözler ve yalanlamadığı Goldberg’in makalesi kaldı.
Mart ayında Washington’a gitmeyi planlayan Netanyahu’nun bu ziyaretinde ABD başkanı ile görüşmeyi başarıp başaramayacağı ve Obama’nın haziran ayında Kudüs’te yapılacak, Şimon Peres’in 90. doğum gününün de kutlanacağı Presidential Conference’a katılıp katılmayacağı tartışılıyordu. İsrail ile Filistinliler arasındaki barışın önceliği olduğunu söyleyen ABD Dışişleri yeni Bakanı John Kerry’nin İsrail’i ziyaret etmesi beklenirken, Obama şahsen İsrail, Batı Şeria ve Ürdün’e gideceğini açıkladı.
ABD başkanı olarak yapacağı bu ilk İsrail ziyaretinin zamanlaması fazlasıyla dikkat çekici. ABD bu kararıyla tersini iddia etse de, İsrail’de kurulacak yeni koalisyonu şekillendirecek. Netanyahu’nun geniş tabanlı bir koalisyon kurmasını garantileyeceği gibi, dört yıldır uyumakta olan iki devletli çözümü de yeniden gündem maddesi haline getirecek.
İkinci ve son döneminde kendine güvenen, tecrübeli ve rahat Obama’nın karşısında, muhtemelen son dönemine giren ve önemli bir siyasi başarı ile anılmayacak, önceliği İran olan güç kaybetmiş Netanyahu var. Ziyaretin zamanlamasını tartışırken İsrail’in İran konusunda diplomatik çözüm için bahara kadar süre verdiğini de unutmamak gerekiyor. İran konusunda Netanyahu’dan sabırlı olmasını isteyecek olan Obama’nın, son çare olarak askeri bir müdahale durumunda ABD’nin İsrail’in yanında olacağı gibi bir güvence vereceği öngörülebilir.
İlk döneminin başında Türkiye ve Mısır’ı ziyaret ederek İslam dünyası ile yeni bir başlangıç hedefleyen Obama, Kudüs’e gitmeyerek, yerleşimleri durdurma önkoşulunu getirerek İsrail’den de talepleri olacağını göstermişti. Ancak birkaç hafta içinde başarısızlıkla sonuçlanan barış görüşmeleri sonrasında iki devletli çözüm rafa kalkmış, ABD Arap Baharı’na rağmen Ortadoğu’dan uzaklaşmaya çalışmıştı.
İkinci döneminde Obama bu sefer İsrail ile yeni bir sayfa açmak istiyor. Amerika ile İslam dünyası arasındaki ilişkilerin İsrail-Filistin barış sürecine bağlı olduğuna kanaat getiren Obama hükümeti, iki tarafı görüşme masasına oturtmaya kararlı gözüküyor. Üstelik bu konudaki beklenti o kadar az ki, iki tarafı sadece masaya oturtmaya ikna etse bile bir başarı sayılacak.
Bu ziyaretinde Obama, Mahmud Abbas’la görüşerek güçlenen Hamas karşısında ona olan desteğini gösterecek. Mülteci sorunu ile boğuşan Ürdün Kralı Abdullah ile de bir araya gelecek olan Obama’nın bölge güvenliğini yakından ilgilendiren nükleer İran tehdidi ve Suriye’nin el değiştirme olasılığı bulunan kimyasal silahları konusunda fikir alışverişi yapacağı açıklandı. Mısır’daki son gelişmelerin ve Cumhurbaşkanı Mursi’nin güvenilir bir ortak olup olmadığının da bu görüşmelerde tartışılacağını düşünüyorum.
ABD ve İsrail’de yapılan seçimler ve değişen siyasi aktörler ile Ortadoğu, Türkiye’yi de yakından ilgilendiren yeni bir döneme girdi. Son bir hafta içinde hem ABD’nin hem de İsrail’in Ankara’yı açık ve sert bir şekilde eleştirmesi bu değişimin bir göstergesi. ABD’nin önem verdiği İsrail-Türkiye ilişkilerinde normalleşme sağlanabilecek mi? Bunu ancak zaman gösterebilir. Ancak İsrail’in ABD Büyükelçisi Michael Oren’in dediği gibi “Beyaz Saray gezinin amacını İsrail ve ABD arasındaki tarihsel bağı güçlendirmek olduğunu dile getirse de, büyük bir belirsizlik ve karmaşa yaşanan Ortadoğu’ya çok güçlü bir mesaj gönderdi ve bence bu gezinin asıl amacı da bu.”
Karel Valansi OBJEKTİF
Şalom Gazetesi 13 Şubat 2013
 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

1986 Neve Şalom Kurbanları Anıldı / Acılarımız hep aynı

6 Eylül 1986’da Neve Şalom Sinagoguna düzenlenen korkunç saldırıda hayatını kaybeden 22 kişi düzenlenen bir törenle anıldı. Terör kurbanlarının anısına yakınlarının yaktıkları mumlarla başlayan tören Türkiye Hahambaşılığı Vakfı Danışmanı Beri Koronyo’nun anlamlı konuşmasıyla sürdü. Hayatını kaybedenler için okunan duaların ardından Aşkenaz Mezarlığında bulunan anıt mezar ziyaret edildi. 6 Eylül 1986 Cumartesi sabahı saat 09.17’de Neve Şalom Sinagogu acımasız bir terör saldırısına uğradı. Sinagogu basan teröristler, ellerindeki makineli tüfeklerle Şabat ibadetlerini yerine getirmekte olan kişilere saldırdılar, birkaç dakika süren silahlı saldırıda 22 Yahudi hayatını kaybetti. Şabat duasını kana bulayan bu korkunç katliamın 33. yıldönümünde hayatını kaybeden Aşer Ergün, Avram Eskenazi, Bensiyon Levi, Binyamin Ereskenazi, Daniel Daryo Baruh, Davit Behar, Eliyezer Hara, İbrahim Ergün, İsak Barokas, İsak Gerşon, Jozef Alhalel, Leon Levi Musaoğlu, Mirza Ağajan Babazadeh, Moiz Levi, Dr. Mo

Yahudi Cesaret Ödülü üzerine

24 Haziran 2018 seçiminde CHP’den Cumhurbaşkanı adayı olan Muharrem İnce, 16 Ağustos’taki Twitter paylaşımlarıyla isim kullanmadan hükümete yönelik eleştirilerini sıraladı. Bu eleştirilerinin arasında “Siz, yaptığınız hizmetlerle Yahudi Cesaret Ödülüne lâyık görülen ve bu ödülü kendine lâyık görenlersiniz” ifadesine de yer verdi.  İnce’nin bu paylaşımı bu konudaki ilk çıkışı değildi. Geçtiğimiz yılın Aralık ayında, partisinin Yalova Merkez İlçe 10. Olağan Kongresi’ndeki konuşmasında da “Dünyada ‘Yahudi Cesaret Ödülü’ ya da diğer adıyla ‘Davut Yıldız’ı alan tek Müslüman, Recep Tayyip Erdoğan’dır,” demişti.  İnce, 2013 yılında yaptığı bir başka konuşmada ise bu sefer Türkiye’nin Rum vatandaşlarını kızdırmıştı. “Atatürk olmasaydı, (…) adınız Ahmet, Hasan, Hüseyin olmazdı, Dimitri, Yorgo olurdu. Bunları doğru bilmeleri lazım” demiş, gelen tepkilerin ardından Twitter hesabından “Benim gibi askerlik yapan, vergi veren, Cumhuriyet’e inanan, vatandaşımız olan Yorgo ve Dimitri’leri kastetm