Ana içeriğe atla

Büyük Şeytan ile Şer Ekseni’nin dostluğu

Koridorda mı karşılaşacaklar yoksa öğle yemeğinde mi buluşacaklar derken, 1979 devriminden beri ilk defa, ABD ve İran liderleri bir telefon görüşmesi ile doğrudan konuştular.
Cumhurbaşkanı seçilmesinden beri Ruhani’nin İran’ın ihtiyacı olan taze kan, Batı ile ilişkilerini düzeltecek ılımlı isim olacağı belliydi. Bir imaj yenileme sürecine girmişti İran. Hem halkın kabul edeceği, hem de Ahmedinejad’ın sert ve tehditkâr söylemleri ile zedelediği İran’ın saygınlığını uluslararası kamuoyunda düzeltecek bir ismin görevi devralması gerekiyordu. Dini Lider Hamaney’in onayladığı adaylar arasında Batı dünyasında uzlaşmacı olarak tanınan Nükleer eski Başmüzakereci Ruhani’nin ismi hemen öne çıkıyordu.
Önce BM eski Temsilcisi Cevad Zarif’i dışişleri bakanı yaparak eski dönemin kapandığına işaret eden Ruhani, bazı siyasi mahkûmları serbest bırakarak, Facebook ve Twitter gibi programlardaki erişim kısıtlamalarını kısmi olarak kaldırarak Batı’yı değişimden haberdar etti. Ancak asıl şaşkınlık, Ruhani ve Zarif’in Twitter aracılığıyla dünya Yahudilerinin yeni yılını kutlamaları ile yaşandı. Bunu Suriye konusunda Obama ile mektuplaşmalar izledi.
İran’daki değişim BM toplantısı ile iyice göz önüne çıktı. Yahudi milletvekili ile New York’a giden Ruhani ve Zarif makale ve röportajlarla değişimin altını çizerken, toplantılarda verdikleri olumlu mesajların yanı sıra Holokost ile ilgili açıklamaları ile derslerine iyi çalıştıklarını belli ettiler.
Ahmedinejad deneyiminden sonra diplomatik dili kullanabilen herhangi biri Batı’nın kalbini kazanabilirdi. Ruhani ise kısa bir sürede bunun çok daha fazlasını başardı. Ekonomisi can çekişen İran’ın ihtiyacı ve asıl hedefi uluslararası yaptırımların kaldırılmasını sağlayabilmek. Suriye konusundaki tartışmaları yakından takip eden İran için, ABD’nin diplomatik çözüm seçeneğine dört elle sarılacağını tahmin etmek hiç zor olmadı.
Uzun süre nükleer faaliyetlerini gizleyen İran’ın, Kuzey Kore’nin de daha önce yaptığı gibi, nükleer silaha ulaşana kadar diplomasiyi kullanmayacağına emin olmak gerek. Bunun tek yolu görüşmeler süresince ciddi bir şekilde amaçlarını tartmaktan ve gerçek anlamda bir adım atmadıkları sürece yaptırımları devam ettirmekten geçiyor. Sonuçta İran’ı Batı ile görüşmeye iten de bu yaptırımların verdiği zarardı.
Suriye’nin kimyasal silahlarını teslim etme kararından sonra Ortadoğu’yu kitle imha silahlarından arındırma ideali konuşulmaya başlandı. Ancak İsrail’e karşı bölge ülkelerinin düşmanlığı devam ettikçe bu olanaksız gözüküyor. Üstelik mezhep çatışmalarının arttığı bir dönemde, Sünni ülkelerle çevrili İran’ın da barışçıl olduğu şüpheli nükleer çalışmalarını bırakacağını düşünmek naiflik olur. Nükleer çalışmaları İran için düşmanlarını gücü ile korkutabileceği bir araç ve İslam cumhuriyetinin Batı’ya karşı boyun eğmediğinin ve egemenliğinin simgesi. Hamaney izin vermeyeceği gibi, bu milli davanın terk edilmesinin politik faturası da göze alınamayacak kadar ağır olacaktır.
İran ile ABD arasındaki yakınlaşma İsrail’i oldukça endişelendiriyor. Netanyahu ile bir araya gelen Obama, sadece vaatlerle hareket etmeyeceklerinin ve askeri operasyon dâhil tüm seçeneklerin masada olduğunun güvencesini verdi. Ancak buna rağmen İsrail, İran’ın nükleer tesislerine operasyon yapma hakkını hatırlattı. Bir diğer endişelenen ise Körfez ülkeleri. İran korkusu onları ABD’nin Ortadoğu’daki doğal müttefiki yapmış, ABD’nin askeri üssü ve silah ithalatçısı konumuna getirmişti. Suriye’deki gelişmelerin ardından ABD’nin İran ile yakınlaşması, Suudi Arabistan’ı Ortadoğu’da daha aktif rol oynamaya zorluyor.
Dünyada yükselen antimilitarizm ve savaşın ekonomik yükünün yanı sıra, Irak, Afganistan gibi başarısız örnekler diplomasi yolunun tercih edilmesini sağlıyor. Ancak diplomatik çözüm ideali sözlerle değil eylemlerle desteklenmedikçe çok tehlikeli sonuçlar yaratabilir. Nükleer bir İran da, istikrarsız Ortadoğu’da birçok dengeyi derinden sarsacak bir gelişme olacaktır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ke vamos a mirar en la karantina?

Kon el fin del verano i el retorno de la karantina, estamos mas tiempo en las kazas. Les kero propozar tres serias de TV echos en Israel. El primer es "Tehran". Es una seria de espionaje muy enteresante. Una espion del Mossad viaja en sekreto a la kapital de Iran. Tehran es su lugar de nasimiento tambien. La hacker de komputadora tiene el objektivo de dezaktivar el reaktor nuklear. Esta misyon tendra implikasyones para el Medio Oriente i el mundo entero. La seria es en ebreo i perso. Es una sezon i tiene ocho episodios, kada uno 50 minutos. Mi segunda propozisyon es una seria romantika i komika. Lehiyot Ita (Estar Kon Eya) es una seria de 2013, ma muy simpatika. Izieron tambien la version Amerikana ke se yama “La beyeza i el panadero”. La seria konta la istorya de amor entre una supermodela internasyonal muy famoza i muy rika, i un simple panadero ke no tuvo la shans de ir a la eskola artistika por razones finansiales. La seria es dos sezones, 18 episodios en total i kada uno...

Turkish people’s perception of Israel on its 68th anniversary

“ Today we are not only celebrating the 68th anniversary of the independence of the State of Israel, we are also celebrating the anniversary of the friendship between Turkey and Israel.”  These significant words belong to deputy Governor of Istanbul, Ismail Gultekin. Last Monday, the Israeli Consulate in Istanbul held an elegant reception in Istanbul, for the 68 th  anniversary of Israel’s independence. Gultekin’s speech in this event demonstrated how imminent the normalization of the relationship between Turkey and Israel and how willing Turkey is. Israeli Consul General Shai Cohen’s speech also included similar cordial messages. Cohen said that despite issues regarding diplomatic relations, the assistance offered by Turkey to Israel after the terror attack on March 19 on Istiklal Avenue which killed three Israeli citizens, demonstrated how profound the cooperation between the two countries is. He also emphasized that there is a positive atmosphere for the normalization ...

“We are Beyond What I Had Dreamed of When I Moved to Dubai”

Cem Habib  We talked about how the peace deal between Israel and the United Arab Emirates affected the Jewish life in the Emirates, with the investment manager Cem Habib, who has been living in Dubai since 2016, and who is one of the founding members of the Jewish Council of Emirates (JCE), the first officially recognized Jewish community of the UAE. How long have you been living in Dubai? What influenced you in deciding to live here? I moved to Dubai in 2016, before I had been living in London. My customer base at that time was in Kazakhstan and it had gotten harder commuting there from London every month after 6 years. There were three direct flights between Dubai and Kazakhstan, every day, with a flight time of less than 4 hours. To improve our quality of life and to spend more time with the kids, we moved to Dubai. When moving, how could you overcome the thought “As a Jew, will I be comfortable living in an Arab country with my family?” I talked to my friends from different cou...