Ana içeriğe atla

20 kilo eşya ve 20 dolarla ülkeyi terk edin deseler ne yapardınız?



Babil Derneği’nin hazırladığı ‘20 Dolar 20 Kilo’ adlı sergi, Tophane Tütün Deposu’nda açıldı. 4-30 Mart tarihleri arasında ziyaret edilebilen sergide, mağdurlarla gerçekleştirilen ses ve video kayıtları, döneme ait gazete kupürleri ve fotoğraflarla 1964 Rum Sürgünü tartışmaya açılıyor.



20 kilo eşya ve 20 dolarla ülkeyi terk edin deseler ne yapardınız?
Babil Derneği (Bağımsız Araştırma Bilgi ve İletişim Derneği), bu soru ile 1964 Rum tehcirinin 50. yıldönümünde, tarihin unutulmayı tercih edilmiş bu acı olayına dikkatleri çekmeye çalışıyor. 
Lozan Anlaşması ile mübadeleden muaf tutulan, 30 Ekim 1918’den önce İstanbul’a yerleşmiş Rumlar ile Gökçeada ve Bozcaada Rumları, 1964’de tırmanan Kıbrıs sorunu ve Yunan hükümeti ile artan gerilimden sorumlu tutulmaya başlandılar. 16 Mart 1964’te Türkiye tek taraflı olarak Yunanistan ile imzaladığı İkamet, Ticaret ve Seyrisefain Mukavelenamesini feshederek Yunan uyruklu Rumları gözetim altına aldı. “Bizim Kıbrıs ile ne alakamız var?” itirazlarına rağmen ekonomik boykot ve medyada karalama kampanyalarına maruz kalan Rumların bankalardaki hesapları ile gayrimenkulleri bloke edilmeye, okulları kapatılmaya başlandı. 
Türkiye’deki Rum Cemaati Türk ve Yunan uyruklulardan oluşuyordu ancak bu farkın bir önemi yoktu ve birbirleri ile evlilik yapmalarını, kendilerini İstanbullu hissetmelerini engellemiyordu. Yunanistan uyruklu 13 bin Rum hakkında ‘zararlı faaliyetleri’ nedeniyle sınır dışı kararı çıkarıldı. Listede adı olanlara birkaç gün içinde 20 kilo eşya ve 20 dolar para ile Türkiye’yi terk etmeleri emredildi. Yunanistan pasaportlu 13 bin Rum giderken ailelerini, yakınlarını, hasrete dayanamayan dostlarını da peşlerinden sürüklediler ve Türkiye’yi terk eden Rumların sayısı 45 bini buldu. Aynı dönemde Yunanistan vatandaşı 300 kadar Yahudi de sınır dışı edildi. 
Tophane’deki Tütün Deposu’nda 4 ile 30 Mart arasında gezilebilen ‘20 Dolar 20 Kilo’ adlı sergi, yakın tarihin bu büyük sürgün hikâyesini 50. yıldönümünde hatırlatıyor. Eski bavullar, dönemin Türk ve Yunan gazete kupürleri, fotoğraflar, ses kayıtları, sürgün mağdurları ve Rum cemaati liderleri ile gerçekleştirilen video kayıtları bu döneme ve yaşanan acıya, isyana ve terk edilmişlik duygusuna ışık tutuyor. 
İmroz’da (Gökçeada), İstanbul’da ve Atina’da yapılan video kayıtları ile anılarını paylaşan mağdurların video görüntüleri 80 dakika kadar sürüyor. Evlerinin en güzel köşesinde, en şık kıyafetleri ile Yunanistan’a vardıklarında yaşadıkları yabancılığı, dil sorununu, iş bulma zorluğunu ve vatan hasretini dile getiriyorlar. Elinden her şeyi alınan bir kişinin “Vatanımdan yanıma ne alabilirim?” diyerek bir çiçek koparıp kitabının arasına koymasını, bir diğerinin “İstanbul’dan yanıma aklımı aldım” demesini, İstanbul’un en bilinen ustasıyken Atina’da çırak olup sıfırdan başlamak zorunda kalan marangozun azmini, Türkiye’den kovulduktan sonra sadece İstanbul resmi yapan ressamın hikâyesini dinleyin.
Atina’dan bir mağdur “Her sabah okulda Türk’üm, doğruyum, çalışkanım diye ant içerdik. Kendimi Türk hissediyordum ama bana Türk vatandaşı olmama rağmen farklı muamele edildi, nedenini bulamıyorum,” diye anlatıyor. Bir papazın söylediği söz ise çok önemli; “Bizim bıraktığımız İstanbul ile döndüğümüz İstanbul arasında çok fark var. İstanbul için artık çok kültürlü bir şehir denilemez. Evet, kilise var, sinagog var ama bunlar sadece bina. O binaların dolu olması lazım oysa onlar sadece bir dönemi hatırlatan taş yapılar.” 
Mübadele sonrasında düzenlenen 1927 yılındaki resmi nüfus sayımına göre Türkiye’de Rumca konuşan nüfus 119.822 idi. 1964 sürgününden sonra Türkiye’de sadece iki bin Rum yaşamını sürdürmekte. 
‘20 Dolar 20 Kilo’ sergisi, İstanbul’dan sonra Ankara ve Atina'ya gidecek, Ekim ayında İstanbul’da bu konuda uluslararası bir sempozyum düzenlenecek. 

Karel Valansi Şalom Gazetesi 12 Mart 2014
http://www.salom.com.tr/newsdetails.asp?id=90318

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

“We are Beyond What I Had Dreamed of When I Moved to Dubai”

Cem Habib  We talked about how the peace deal between Israel and the United Arab Emirates affected the Jewish life in the Emirates, with the investment manager Cem Habib, who has been living in Dubai since 2016, and who is one of the founding members of the Jewish Council of Emirates (JCE), the first officially recognized Jewish community of the UAE. How long have you been living in Dubai? What influenced you in deciding to live here? I moved to Dubai in 2016, before I had been living in London. My customer base at that time was in Kazakhstan and it had gotten harder commuting there from London every month after 6 years. There were three direct flights between Dubai and Kazakhstan, every day, with a flight time of less than 4 hours. To improve our quality of life and to spend more time with the kids, we moved to Dubai. When moving, how could you overcome the thought “As a Jew, will I be comfortable living in an Arab country with my family?” I talked to my friends from different countri

Her yaşam bir roman - Panama´daki Türk Yahudileri

Panama´da hızla büyüyen bir Yahudi yaşamı var. Café con Teclas kitabının yazarı gazeteci Sarita Esses´in yanı sıra Antakyalı Eli Cemal, Mersinli Musa İlarslan, Trakya kökenli Julia Kohen de Ovadia ve kuzeni İstanbullu Çela Alkabes de Eskinazi ile göç hikayelerini ve Panama´daki yaşamlarını konuştuğumuz keyifli bir sohbet sizleri bekliyor. Julia Kohen de Ovadia İstanbul doğumluyum. Babam Çanakkaleli Aron Kohen, annem ise Çorlulu Suzi Bahar.  Seneler evvel büyükbabamın eltisi Meksikalı Sultana genç yaşta çocuksuz dul kalınca küçük teyzem Donna’yı yollamasını istedi anneannemden. Donna da Sultana teyzesiyle yaşamak için Meksika’ya gitti. Orada eniştem Moises Mizrachi ile tanıştı ve evlenerek Panama’ya taşındı. Büyükbabam Nessim Bahar vefat edince anneannem Coya, ablam Malka ile iki aylığına kızını görmeye Panama’ya gitti. Ancak orada ablam eniştemle tanıştı, evlendi ve hayatını Panama’da kurdu. Dört çocuğu ve on torunu var. Ablamın düğünü için Panama’ya geldiğimizde ben Saint Pulcherie’de

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları