Ana içeriğe atla

Movie Review: Cennet Nerede?

Türkçeye ‘Vaat Edilen Cennet’ olarak çevrilen 2005 yapımı ‘Paradise Now’ filmini bu hafta yeni seyrettim. İsrail-Filistin konusuna bu kadar kafa yormama, üstelik Filistinli yönetmenin Golden Globe ve Berlin Film Festivali’nde ödül alıp Oscar’a aday olduğunu bilmeme rağmen bu filmi şimdiye kadar seyredememiş olmam benim ayıbım.
Filmi izlerken kimi zaman istem dışı yumruğumu sıktığımı fark ettiğimde bir gerçek suratıma tokat gibi patladı. Her ne kadar İsrail-Filistin meselesinin siyasi yönünü objektif olarak değerlendirmeye çalışsam da, bu bitmeyen çatışmanın insani yönü söz konusu olduğunda her şey o kadar kolay, o kadar siyah-beyaz, o kadar da mantık ile açıklanabilir olmuyor. Çünkü ben bir canlı bomba tarafından patlatılan otobüsten geri kalan demir yığınına baktığımda, orada hayatını kaybetmiş, en büyük şansızlıkları o sırada o otobüste veya kafede bulunmaları olan asker veya sivil masum insanların yaşamlarının bir bıçak gibi kesildiğini, kaderleriyle oynanıp, tüm geleceklerinin, mutluluklarının ve geride kalan ailelerinin yaşamlarının ellerinden çalındığını düşünüyorum. Bu yüzden benim için eylemi gerçekleştiren o intihar bombacısı -hikâyesi ne olursa olsun- gözü dönmüş bir katil, hayattan hiçbir beklentisi kalmamış, beyni yıkanmış, ona verilen ilaçlarla mantıklı düşünme yetisini kaybetmiş biri olabilir ancak.
Filmde ilk andan itibaren tanımaya başladığımız, Paris’ten gelen insan hakları gönüllüsü Süha’ya aşık ama ona bir türlü açılamayan oto tamircisi sessiz Sait ile bir işte dikiş tutturamayan, hayatında bir amacı olmayan, sorumsuz Halit’in canlı bomba olarak seçildiklerini öğrenmeleriyle birlikte yaşadıkları anlatılıyor. Filmde intihar bombacılarının insani yönlerinin gösterilmesi rahatsız ediyor. Çünkü aklımdaki ‘canavar’ fikrine uymuyor. Öte yandan film hiçbir şekilde bu teröristleri övüp yaptıklarını doğrulamaya çalışmıyor. Yaşadıkları tereddüdü, iç çatışmayı, aileleriyle sessiz vedalarını aktarıyor dışardan bir gözle.
Filmin en rahatsız edici sahnesi, saldırıya hazırlanan iki arkadaşın bir damat gibi yıkanması, tıraş edilmesi ve vücutlarına bomba yerleştirildikten sonra siyah takım elbise giydirilip namaz kıldıktan sonra örgütün diğer üyeleri ile birlikte bir ziyafet masasına oturmaları. Sürekli tekrarlanan cennet vaadi, Allah’a kavuşma sevinci, direnişin devamı için tek yol sözleri, yaşanabilecek herhangi bir kararsızlığa fırsat vermemeyi amaçlıyor. İslami motiflerin az olması katıldıkları örgütün İslami Cihat’tan çok, laik ve solcu ideolojiye sahip olduğunu düşündürüyor. Video kaydı için ellerine verilen metinde İsrail’i yok etmek yerine iki devletli çözümü kabul etmesi çağrısında bulunması da bu fikrimi pekiştiriyor.
Halit bu yolla anlamsız hayatını bitirip bir kahraman, bir efsane haline gelmek istediğini “tüm ana meydanlara posterimi asın,” demesinden anlıyoruz. Oysa bir başka sahnede işbirlikçi videolarının ‘kahraman’ videolarından daha revaçta olduğunu öğreniyoruz. Olanlar boyunca sessizliğini koruyan Sait ise tüm çatışmasını içinde yaşıyor, İsrail ile işbirliği yaptığı için öldürülen babasının utancını aşmaya çalışıyor. Her ikisi de ailelerine bakılacağını, onlara daha iyi bir gelecek bıraktıklarını düşünüyorlar.
Hedef olarak Tel Aviv seçilmiş olsa bile filmin sonuna kadar Nablus’taki yaşam anlatılıyor. Kalabalık sokaklar, eski model arabalar, bozuk yan yollar, terk edilmiş binalar, yerlerde toplanmayan çöpler ve içme suyu için kullanılan su filtrelerinin önemi, şehri tanıtırken vurgulanıyor. İsrail ile olan ilişki ise çok az yansıtılıyor. Bazı yolların geçişe kapalı olması ve Süha kontrol noktasından geçerken ancak İsrail’in etkisini görebiliyoruz. Süha’nın Nablus’a girişi ise, beklediğimin aksine, uzun ve kalabalık bir bekleyiş yerine, üstüne doğrultulmuş bir silah gözetiminde asker ile Süha’nın göz kontağının ağırlığında anlatılmış. 
Tel Aviv gökdelenler, parklar, plajlar ve insanları ile hiçbir yazı veya açıklamaya gerek kalmadan kendini belli ediyor. Teröristlerle işbirliği yapan ancak Arap olmayan İsrailli ve kız arkadaşının rahatlığını görünce ise “neden?!” diye isyan ediyorum bir anda.
Filmin sonunu anlatmayacağım ancak Filistin davasından çok kişisel sebeplerin aldıkları bu kararda etkili olduğu gözüküyor. Tereddütleri şaşırtıyor, Süha’nın “şiddet dışında bir yol var” fikrinden etkilenmeleri kolayca manipüle edilebileceklerini gösteriyor. ‘Inferiority’ kelimesi ile İsraillilerle kendilerini sürekli kıyaslayıp geri kalmışlıklarından duydukları rahatsızlık filmin birçok yerinde üstüne basa basa vurgulanıyor. Bir zamanlar bu topraklarda Osmanlı İmparatorluğu’nun Yahudi tebaasına göre daha iyi şartlarda yaşayan Araplarının bu farktan duydukları rahatsızlık, kendi devletine sahip olma ve bağımsızlık fikirlerinden daha üste çıkıyor. Müziksiz, beyaz bir ışıkla biten film ise birçok kelimeden çok daha fazlasını anlatıyor seyircisine.
Güvenlik duvarının inşasından sonra intihar bombacılarının yerini Gazze’den atılan roketler aldı. Ve aynı kısır döngü bu sefer roket atanlarla İsrail ordusu arasında gerçekleşiyor. Filmde Süha Sait’i vazgeçirmeye çalışırken şöyle diyordu; “Bu saldırılar hiçbir işe yaramıyor, hatta durumu kötüleştiriyor. Çünkü İsrail’in eline daha da sertleşmesi için sebep veriyor. Biz barışçıl bir direniş yolu bulursak onlar da durur. Neden olmasın?” 
Yönetmen “bir yol daha var,” diyor, bunu düşündürmeye çalışıyor. Bu kısır döngünün bir şekilde bitebileceğini söylüyor. 
İntihar bombacıları, terörist örgütler ve eylemleri ile ilgili fikrim değişmedi. Ancak yaşanan kayıplar, acılar, çaresizlik, bir kan davası gibi kişileştirilmiş bu durumun statükoda devam edemeyeceğini, etmemesi gerektiğini gösteriyor. Birilerinin bu durumu çözmek için bir şeyler yapması lazım. Bir adım atılabilir. Bu adımın da çıkar peşinde koşan hükümetlerden değil, İsrail ve Filistin halkının içinden gelmesi lazım. Yapılabilir. “Neden olmasın?”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ke vamos a mirar en la karantina?

Kon el fin del verano i el retorno de la karantina, estamos mas tiempo en las kazas. Les kero propozar tres serias de TV echos en Israel. El primer es "Tehran". Es una seria de espionaje muy enteresante. Una espion del Mossad viaja en sekreto a la kapital de Iran. Tehran es su lugar de nasimiento tambien. La hacker de komputadora tiene el objektivo de dezaktivar el reaktor nuklear. Esta misyon tendra implikasyones para el Medio Oriente i el mundo entero. La seria es en ebreo i perso. Es una sezon i tiene ocho episodios, kada uno 50 minutos. Mi segunda propozisyon es una seria romantika i komika. Lehiyot Ita (Estar Kon Eya) es una seria de 2013, ma muy simpatika. Izieron tambien la version Amerikana ke se yama “La beyeza i el panadero”. La seria konta la istorya de amor entre una supermodela internasyonal muy famoza i muy rika, i un simple panadero ke no tuvo la shans de ir a la eskola artistika por razones finansiales. La seria es dos sezones, 18 episodios en total i kada uno...

Orta Büyüklükte Bir Güç Olarak Türkiye’nin Dış Politikası

Farklı bölgelerde devam eden savaş ve krizler, uluslararası ilişkilerde güç rekabetini öne çıkarıyor. Buna ABD’nin büyük güç olarak alışılmış rolünü yerine getirmekteki isteksizliği de eklendiğinde, 1945’ten bu yana kurulan uluslararası düzen ve yapı taşı olan kurumlar yıpranıyor. Bunun sonucu olarak belirsizlik artıyor ve mevcut küresel sistem bir geçiş döneminin sancılarını yaşıyor. Öte yandan bu durum, orta güç olarak tanımlanan ülkelere daha geniş bir hareket alanı da sağlıyor. Bu sayede orta güçteki ülkeler, sistemde dengeyi gözeten, arabuluculuk yapabilen, bölgesinin istikrarına katkı sağlayabilen, hatta zaman zaman kapasitesinin üzerinde sorumluluk ve inisiyatif alabilen, küresel düzeyde etkili roller oynayabilen aktörler haline geliyor. Özellikle belirsizlik dönemlerinde bu ülkeler çok yönlü diplomasi, proaktif dış politika, esnek ittifak arayışları ile öne çıkabiliyor. Türkiye, bu bağlamda, orta güçte bir devlet olarak dikkat çeken bir örnek teşkil ediyor. Jeostratejik konumu,...

Türkiye-Çin İlişkilerinde Yeni Dönem: Çok Kutupluluk, Ticaret ve Jeostrateji

Küresel düzen ciddi bir değişim yaşarken dünya, çok katmanlı krizler, jeopolitik sarsıntılar ve belirsizliklerle şekillenen bir döneme girdi. Soğuk Savaş sonrası ABD merkezli tek kutuplu düzen geride kalırken, yerine çok kutuplu ancak öngörülemez bir sistem şekilleniyor. Bu belirsizlik, Türkiye–Çin ilişkilerini hem fırsatları hem de çelişkileriyle öne çıkaran bir sahneye dönüştürüyor. Ankara ve Pekin söylem düzeyinde kolayca yan yana gelebiliyor. Türkiye’nin “Dünya beşten büyüktür” çıkışı ile Çin’in “çok kutuplu dünya” vurgusu, Batı merkezli düzeni sorgulayan ortak bir dil yaratıyor. Ancak bu söylemsel yakınlaşma, Türkiye’nin NATO üyeliği ve Batı ile kurumsal bağları düşünüldüğünde, stratejik sınırlarla karşılaşıyor. İlişkilerin gerçek boyutu, ticaretteki asimetri, Kuşak ve Yol yatırımlarındaki bağımlılık riski, savunma sanayii işbirliği, Uygur meselesinin ikili ilişkiler üzerindeki gölgesi ve ABD–Çin rekabetinin baskılarıyla şekilleniyor. Panorama Soruyor  bu ay, Türkiye-Çin ilişk...