Ana içeriğe atla

Şii hilali ve Sünni dolunayı

İran’ın Ortadoğu’daki gücü artıyor. Özellikle Arap Baharı’ndan sonra sıkça karşılaştığımız bu söylem, Şii hilali olarak da adlandırılan, kabaca Lübnan’dan Yemen’e uzanan ülkelerde mevcut Şii nüfus üzerinden İran’ın etki alanını arttırarak Ortadoğu ve İslam coğrafyasında egemenlik kurma anlayışı olarak tanımlanıyor. Özünde mezhepsel bir bölünmeyi işaret eden bu söylem, bölgede yaşananları sadece din ve mezhep üzerinden algılanması ve açıklanması sonucunu doğuruyor. Mezhepsel bir kutuplaşma durumunda, karşı tarafta bir Sünni cephesi kurulması kaçınılmaz oluyor. Şii hilaline karşı Suudi Arabistan liderliğinde Sünni dolunayı gecikmiyor.
Şii gücü deyince akla ilk gelen ise İran ve Hizbullah.
İran konusunda önemli iki tarih varsa biri hiç kuşkusuz Tahran’ın Batı’dan koptuğu 1979 İslam Devrimi, bir diğeri ise Irak Savaşı. Irak işgali sonucunda nüfusun çoğunluğunu oluşturan Şiiler, ülkede uzun yıllardır devam eden Sünni egemenliğini yıktılar. İran’ın bu tarihten sonra Irak’taki etkisi beklenenin aksine gün geçtikçe arttı.
Öte yandan, 1982’de İsrail’in Lübnan’ı işgaliyle İran destekli Hizbullah İsrail’e karşı verdiği mücadele ile özel bir konuma yükseldi. 2006 Lübnan Savaşı ile prestijini arttırdı. Bugün Suriye’nin derinliklerinde savaşan örgüt, 2006’dan sonra İsrail’e karşı direnişin sembolü haline gelmişti. Ardından siyasete de giren Hizbullah şu sıralar İran’ın Suriye ve Yemen’deki askeri gücü konumunda.

Irak işgalinin ardından, Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri’nin öldürülmesi ile Ortadoğu ılımlı Sünni liderden mahrum kaldı. Batı yanlısı Sünni diktatörler İran tehlikesini hep gündemde tuttular ve bunu gittikçe mezhepsel bir söylemle dile getirmeye başladılar. İran’ın yayılmacılığı Şii hilali ile tanımlanarak, Irak işgalinin İran lehine sonuçlanmasının ardından ifade edilir oldu.
2011’den itibaren Arap Baharı ile yeni bir döneme giren bu coğrafyada Sünni-Şii gerilimi arttı. Suriye iç savaşından Yemen’e, siyasi çatışma konusu olan bölgedeki her bir gelişme mezhep kavgasına indirgendi. Pragmatik dış politika yok farz edildi. Daha önceki Batı karşıtlığı Şii karşıtlığına dönüştü.
Suriye’deki Nusayrilerin veya Yemen’deki Husilerin inançlarının İran Şiiliği ile aynı olduğunu söylemek yanlış olur. Müslüman Kardeşler’in bir oluşumu olan Sünni Hamas’ın Suriye’de yanlış ata oynayarak İran’ın desteğini kaybetmesi ve halen bunu geri kazanmaya çalışması, bölgede yaşananları mezhepsel olarak açıklamaya çalışmanın yetersizliğini gösteriyor.
İran tehlikesi sadece Körfez ülkelerinin başını çektiği bir konu değil. ‘Sünni blokta’ adı geçen Türkiye de bu konuya dikkat çekiyor ancak aynı zamanda komşusu İran ile ilişkilerini hassas bir dengede tutmaya çalışıyor. Tarihsel rekabetleri iki ülkeyi işbirliğine zorluyor.
İran tehlikesi deyince ilk akla gelen Suudi Arabistan’dan önce İsrail aslında. Yıllardır Netanyahu bulunduğu her ortamda İran’ın nükleer tehlikesine dikkat çekti. Bunun için BM’de akıllara yer eden bir bomba çizimi kullandı, Amerikan Kongresinde -Obama’ya rağmen- nükleer İran tehlikesine dikkat çekti. Benzer uyarıları Amerikan neocon’lardan (yeni muhafazakârlar) da sürekli dinliyoruz. İran tüm bu açıklamalarla gözlerde olduğundan daha büyütülüyor, yarattığı tehlike konuşuldukça yenilmezliği tescilleniyor, caydırıcılığı artıyor.
Oysa aynı İran 1979 Devriminden beri ambargo altında yaşıyor. Nükleer çalışmalarını durdurması için eklenen sert yaptırımlar ve petrol fiyatlarının düşmesiyle ekonomisi can çekişiyor. Batı’ya karşı kullanacağı tek kozu nükleer çalışmaları. Bunun bir tehlike olarak algılanması işini kolaylaştırıyor. ABD’nin sıcak bir savaşa girmedeki çekimserliğinin bilincinde, başarılı bir müzakere taktiği ve ılımlı Ruhani’nin oluşturduğu pozitif imajla ilişkilerde diplomasi ayağına ağırlık veriyor. Acem zekâsı ne olursa olsun bir anlaşmaya varmak isteyen Obama’ya nükleer İran gerçeğini kabul ettirerek, yaptırımların kaldırılması karşılığında ‘süreci yavaşlatıp kontrol edelim’ mantığına sürüklüyor.
Peki, İran bu kadar güçlü mü?
Yemen’de bu algı değişmeye başladı. Günümüzde ilk defa bir Arap ülkesi açık olarak İran’ın çıkarlarına saldırdı. Ortadoğu’nun İsrail’den sonra en güçlü hava gücüne sahip Suudi Arabistan (Business Insider 2014), Yemen’de İran destekli Husilerin ilerleyişini durdurmak için atağa geçti. Suriye’de de durum farklı değil. Esad ve Hizbullah muhaliflere karşı durmakta zorlanıyor.
Suudi Arabistan İran’ın zayıflığını gözler önüne sererken İsrail’den sonra bu ülkenin de gerekirse İran’a karşı askeri bir saldırı yapmaktan çekinmeyeceğini görmüş olduk. Ortadoğu’daki güç boşluğu IŞ(İD) benzeri devlet-dışı aktörleri doğurup büyütürken, İran’ı da ABD ile yakınlaştırarak uluslararası sisteme eklemişti. Ancak son gelişmeler Tahran’ın Suriye ve Yemen dışında Irak ve Lübnan politikalarını da gözden geçirmesiyle sonuçlanabilir. Nükleer anlaşmaya bir etkisi olacak mı? Onu da yakında göreceğiz.

Karel Valansi OBJEKTİF Şalom Gazetesi 27 Mayıs 2015

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ke vamos a mirar en la karantina?

Kon el fin del verano i el retorno de la karantina, estamos mas tiempo en las kazas. Les kero propozar tres serias de TV echos en Israel. El primer es "Tehran". Es una seria de espionaje muy enteresante. Una espion del Mossad viaja en sekreto a la kapital de Iran. Tehran es su lugar de nasimiento tambien. La hacker de komputadora tiene el objektivo de dezaktivar el reaktor nuklear. Esta misyon tendra implikasyones para el Medio Oriente i el mundo entero. La seria es en ebreo i perso. Es una sezon i tiene ocho episodios, kada uno 50 minutos. Mi segunda propozisyon es una seria romantika i komika. Lehiyot Ita (Estar Kon Eya) es una seria de 2013, ma muy simpatika. Izieron tambien la version Amerikana ke se yama “La beyeza i el panadero”. La seria konta la istorya de amor entre una supermodela internasyonal muy famoza i muy rika, i un simple panadero ke no tuvo la shans de ir a la eskola artistika por razones finansiales. La seria es dos sezones, 18 episodios en total i kada uno...

Commemorating the Holocaust in Turkey (With an Attack on Israel)

The victims of the Holocaust were officially going to be commemorated in Turkey – as they would be in many other countries. This was huge. And it would happen in Ankara, the heart of Turkey! We already had a Yom HaShoah, a Holocaust memorial day. The UN’s Holocaust International Remembrance Day was first commemorated in Turkey five years ago at Neve Shalom Synagogue. Last year, the commemoration was held for the first time outside Jewish institutions, at Kadir Has University in Istanbul. This year it would be held at Bilkent University in Ankara. This year was also important because the Speaker of Parliament, Cemil Çiçek, would be attending the ceremony. It would be the first time that such a high ranking official did so.

Ontological Security and Israel’s Search for ‘Thick’ Recognition

This extended summary is prepared for the PhD thesis[1] that was successfully defended at the School of Graduate Studies, Department of International Relations, Kadir Has University, in January 2025. In the international system, states face a dual struggle encompassing both material and non-material dimensions of security. On the one hand, they must safeguard the tangible aspects of their existence, including political borders, military capabilities, human resources, and economic stability, which collectively ensure their physical survival (Waltz, 1979). On the other hand, states must address intangible needs critical for their ontological security; a sense of stability, self-consistency, and identity that allows them to navigate an uncertain international environment (Mitzen, 2006; Steele, 2008). This dissertation focuses on Israel as a case study to examine how states pursue ontological security, the role of recognition in maintaining it, and the ways in which narrative constructions...