Ana içeriğe atla

Musul bir son değil

IŞİD, 2014 Haziranında Musul ve Tikrit’i ele geçirdiğinde herhangi bir terör örgütü olmadığını ortaya koymuştu. Önce kamyon şoförleri, ardından Türk konsolosluğunda görevli diplomatların kaçırılmasıyla Türkiye de işin içine çekilmişti. Suriye’deki muhalif gruplara destek vermekten kaçınan ABD’nin eğittiği Irak ordusu dağılmış, silahlar ve askeri araçlar IŞİD’in kontrolüne geçmişti. IŞİD’in isminde barındırdığı ‘devlet’ artık bir gerçek olarak karşımızda duruyordu. Irak petrolünün yüzde 15’ini taşıyan boru hatlarını ele geçirmiş, kontrol ettiği, ordusu ile güvenliğini sağladığı toprağı ve ona bağlı, vergi veren bir nüfus vardı. Musul’un düşmesi aslında, ABD’nin 2003’te başlattığı milyar dolarlık ‘Irak’a demokrasi getirme’ projesinin muhteşem iflasını sembolize ediyordu.
Temmuz 2017’ye gelindiğinde, Musul’un IŞİD’den tamamen kurtarıldığı açıklandı. Ortaya çıkan görüntüler ise Irak’ın en büyük ikinci kentinden geriye ancak dev bir enkaz, acı ve gözyaşı kaldığını tüm çıplaklığıyla gösteriyor. Bizlerin göremediği, tahmin bile edemediği bir vahşetten geriye kalanlardı fotoğraf makinelerinin objektifine yansıyanlar.

Ebu Bekir El-Bağdadi’nin hilafeti ilan ettiği, El Nuri Caminin Habda minaresinin IŞİD’in kendisi tarafından yıkılması, IŞİD’in Irak’ta yenilmesini simgeliyordu belki ama aynı zamanda şehrin sembolünü yok ederek oradaki halka, belki de ‘hilafeti ve gerçek İslam’ı hak etmiyorsunuz” demek için son bir darbe indirmek istemişti terör örgütü.
IŞİD’in Irak’taki başkenti olan Musul’u geri almak büyük bir başarı, ancak Musul’un kurtarılması IŞİD’in yenildiği anlamına gelmez. IŞİD’e karşı savaşta, hem Irak hem de Suriye’de, daha çok yol kat edilmesi gerekiyor. Üstelik toprak kaybı, IŞİD konusunda tek başına bir başarısızlık ölçütü kabul edilmemeli. IŞİD bir süredir toprak kaybı yaşayabileceğini öngörüyordu ve bu yeni gerçeğe göre stratejisini değiştirmeye başlamıştı. Geçtiğimiz Mayıs ayında IŞİD Liderlerinden Ebu Muhammed El Adnani ölmeden önce yaptığı bir konuşmasında, örgüt üyelerini bu duruma, yani şehirleri kaybetmeye karşı hazırlıklı olma konusunda uyarmıştı. Bu durumun, düşmana karşı savaşta yeni bir döneme geçildiğini gösterdiğini, bir son değil, bir başlangıç olduğunu belirtmişti.
Yeni döneminde devlet inşası son bulsa da, IŞİD var olmaya devam edecek. Taktik değiştirerek, elindeki finansal ve askeri gücü düşman bellediklerine karşı farklı şekillerde kullanacak. Başarısının peşinden örgüte katılanların sayısında azalma olsa da, hala birçok kişiyi etkilemeyi başarıyor. İlham verdiği, ana merkezden yönetilmeyen, yalnız kurt saldırıları bu aralar azalmış olsa veya daha amatörce gibi gözükse de, bu tür, Batı şehirlerini hedefleyen saldırılara öncelik vermesi mümkün. Çünkü IŞİD’e katılan yabancı savaşçıların seçeneklerinin ne olduğuna göz atınca; ölümüne savaşmak ve esir düşmek dışında kendi ülkelerine dönmek kalıyor. Döndüklerinde ise yeni saldırılar planlamayacakları veya dışlanmış Müslüman gençlerini kendilerine çekip eğitmeyeceklerinin bir garantisi yok. Üstelik aşırı sağ partiler yükselirken, popülizm almış başını giderken, Müslümanlara karşı düşmanlık ve önyargı artmışken bu kısır döngüden çıkılması da pek kolay gözükmüyor. Her ne kadar IŞİD’e en çok yabancı savaşçı yollayan ülkelerden Danimarka’da, dönen kişiler rehabilite edilmeye çalışılsa da, bu proje ne yeterli kaynak, ne siyasi istek, ne de halktan destek bulabilir.
IŞİD’in asıl yenilgisi kendisine takipçi bulamadığında olacak. Bunun için bölgedeki siyasi ve güvenlik açığını kapatmak, IŞİD’den kurtulan şehirlerin yeniden yapılanması, ekonominin yeniden işlemeye başlaması lazım. Ancak bu şekilde devlete güven başlar,  geriye kalan enkazdan yeni bir hayat filizlenebilir. Çünkü IŞİD’in asıl besin kaynağı bölgedeki kutuplaşma, mezhepçilik, eşitsizlik, kanunsuzluk. Ve şu an bunların hepsi mevcut. Çünkü unutmamak gerekir ki IŞİD, Irak’taki veya Suriye’deki sorunların bir yansıması, güç boşluğunun bir sonucuydu, hiçbir zaman ana sorun kaynağı değildi.

Öte yandan IŞİD bir şeyi başardı; bölgedeki temel sorunları ötelemeyi veya gizlemeyi başardı. ABD’nin liderliğinde bir gaye için bir araya gelen IŞİD karşıtı koalisyonun aktörlerine veya bölgedeki güçlere baktığımızda, hiçbirinin önceliği aslında IŞİD değil. Türkiye için Kürtler, Kürtler için bağımsız bir devlet, ABD ve Rusya için etki alanı, Suudi Arabistan ve İran için bölgede liderlik savaşı, Katar ve BAE için rekabet, Iraklılar için etnik liderlik... Ve IŞİD yok da olsa, sadece zayıflasa da, Pandora’nın Kutusu eninde sonunda açılacak.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

Her yaşam bir roman - Panama´daki Türk Yahudileri

Panama´da hızla büyüyen bir Yahudi yaşamı var. Café con Teclas kitabının yazarı gazeteci Sarita Esses´in yanı sıra Antakyalı Eli Cemal, Mersinli Musa İlarslan, Trakya kökenli Julia Kohen de Ovadia ve kuzeni İstanbullu Çela Alkabes de Eskinazi ile göç hikayelerini ve Panama´daki yaşamlarını konuştuğumuz keyifli bir sohbet sizleri bekliyor. Julia Kohen de Ovadia İstanbul doğumluyum. Babam Çanakkaleli Aron Kohen, annem ise Çorlulu Suzi Bahar.  Seneler evvel büyükbabamın eltisi Meksikalı Sultana genç yaşta çocuksuz dul kalınca küçük teyzem Donna’yı yollamasını istedi anneannemden. Donna da Sultana teyzesiyle yaşamak için Meksika’ya gitti. Orada eniştem Moises Mizrachi ile tanıştı ve evlenerek Panama’ya taşındı. Büyükbabam Nessim Bahar vefat edince anneannem Coya, ablam Malka ile iki aylığına kızını görmeye Panama’ya gitti. Ancak orada ablam eniştemle tanıştı, evlendi ve hayatını Panama’da kurdu. Dört çocuğu ve on torunu var. Ablamın düğünü için Panama’ya geldiğimizde ben Saint Pulcherie’de

Karel´den Mario´ya veda…

Kelimeler acı veriyor be Mario! Zormuş senin hakkında bir veda yazısı yazmaya oturmak. Biliyorum, seçmeye çalıştığım hiçbir kelime yaşadığım üzüntüyü aktarmaya yetmeyeceği gibi, seni anlatmaya da yetmeyecek. Bir de şu var. Bu yazıyı bitirip yolladığımda ve basılıp gazetede okuduğumda senin gitmiş olduğun kesinleşecek, oysa daha çok erken! Şu an ne isterdim biliyor musun, veda yazısı yerine senin başarılarını, yeni kitaplarını, söyleşilerini yazmak, seninle yine bir röportaj yapmak. Sevgili hocam, sevgili dostum, öykülerimi ilk okuyanım, edebi yönümü en çok destekleyenim, hiç tanımadığım yazarların hiç duymadığım kitaplarıyla beni tanıştıran.  İzlediği ilginç filmleri benimle paylaşan, tartışan… “Merhaba” diye başlarsın yaratıcı yazarlık derslerine, sonra eklersin “merhaba demek benden sana zarar gelmez demektir,” diye. Koca kalbinle kimseyi üzecek, kıracak bir söz dahi etmediğinden eminim. Günlerdir seni anıyorum. “Twitter’da olmalısın” deyip sana hesap açışımızı, özene bezene seçtiğin