Ana içeriğe atla

Diplomatik ilişkilerden savunma işbirliğine 2


Ortadoğu daha çok savaşlarla ve çatışmalarla tanınıyor. Ancak tüm bu olumsuzlukların yanında, yeni bir ‘normal’ de filizleniyor. Çok değil, iki-üç sene önce hayalini bile kurmakta zorlanacağımız yeni bir işbirliği –bu sefer gizlisi saklısı olmadan- gözümüzün önünde şekilleniyor ve gittikçe güçleniyor. İbrahim Anlaşmasıyla (Abraham Accords) gün yüzüne çıkan bu işbirliği, artık sahnede Trump ve Kushner olmasa da, anlaşmanın imzacılarının himayesinde gelişmeye devam ediyor. Bir önceki yazıda İbrahim Anlaşmasına taraf olan ülkeler ile İsrail’in diplomatik ilişkilerinin nasıl bir savunma ilişkisine evrildiğine değinmiştim. Şimdi ise, İsrail ile diğer Arap ülkelerinin gelişen ilişkilerini konuşacağız.

Suudi Arabistan, İsrail ile kapalı kapılar ardında devam ettirdiği ilişkilerini henüz resmiyete dönüştürmedi. Ancak ilişkilerin iyileştiğinin en önemli göstergesi karşımızda; Suudiler hava sahasını İsrail’e açarak niyetlerini belli etti bile. Bu hafta New York Times’da (NYT) yayınlanan haber, sahne arkasındaki motivasyonları daha iyi anlamaya yardımcı oldu.

İsrail merkezli NSO siber istihbarat şirketinin ürettiği Pegasus yazılımı bilindiği üzere otoriter ülkeler (Macaristan, Hindistan, Meksika, Fas, Suudi Arabistan) tarafından tercih edilen ve gerçek işlevi olan terörist ve suçluları takip etmek yerine rejim karşıtlarını ve ellerinde muhalifleri susturmak için kullanılan bir araç haline geldi.

Riyad’ın Pegasus lisans süresi dolduğunda İsrail uzatılmasına karşı çıktı. Sebebi ise Pegasus’un kötü niyetle kullanıldığının ortaya çıktığı 2018’de İstanbul’daki Suudi Arabistan konsolosluğunda gerçekleşen gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayeti.

NYT’ın ilgili haberine göre Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman doğrudan dönemin İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu arayarak lisansın uzatılmasını rica etti ve karşılığında İsrail için hayati öneme sahip olan Suudi Arabistan hava sahasını açmayı teklif etti. Üstelik bu konuşma İbrahim Anlaşmasının açıklanmasından hemen önce gerçekleşti, belki de bu süreci hızlandırdı. Suudilerin hava sahalarını açmasıyla İsrail uçakları artık doğrudan anlaşmayı imzalayan Körfez ülkelerine ve daha da Doğu’ya gidebiliyor artık.

Suudi Arabistan’dan Umman’a geçelim. Umman Sultanlığı ile İsrail arasındaki yakın ilişkiler zaten biliniyor. Ekim 2018’de dönemin Başbakanı Netanyahu Umman Sultanlığını ziyaret ederek Sultan Kabus bin Said ile görüşmüştü. Konu ise İran tehdidiydi. Yüzyılın Anlaşmasının açılandığı salonda BAE ve Bahreyn temsilcisinin yanında bulunan yine Umman’ın Washington büyükelçisiydi. Umman ayrıca varılan İbrahim Anlaşmasını ilk kutlayan ülkeler arasındaydı.

Körfez ülkelerinden bağımsız bir dış politika sürdüren ve Türkiye ile farklı bir blok oluşturan Katar’ın ise 1990’lardan beri İsrail ile yakın bir ilişkisi var ve bu durumu özellikle İsrail ile Hamas arasındaki sükuneti sağlamak için kullanıyor. Tansiyonun yükselmesi durumunda Mısır gibi araya giriyor ve en önemlisi, İsrail’in oluruyla Gazze’ye ekonomik destek vererek oranın gelişmesini sağlıyor.

Bu ülkelerin İsrail ile ilişkileri iyi kötü tahmin edilebilir. Bir de hiç beklenmeyenler var. Mesela Lübnan. Lübnan ile İsrail 2020 yılından bu yana deniz sınırını belirlemek için ABD arabuluculuğunda görüşüyor. Ancak görüşmeler sadece sınırları belirlemeyi kapsamıyor. Kanal 12’nin (İsrail) haberine göre ekonomik sorunlar ve enerji sıkıntısı yaşayan Lübnan ile İsrail’in yaptığı anlaşma sayesinde Leviathan’dan çıkacak gaz önce Ürdün’e transfer edilecek ardından Suriye üzerinden Lübnan’a aktarılacak. Doğalgaz neden bu kadar dolaşarak Lübnan’a gelecek derseniz, teknik olarak İsrail ve Lübnan halen savaş halinde. Artan maliyete rağmen gazın bu seyahati sayesinde “düşman ülke ile ticaret yapılması” durumu aşılmış olacak. Gerçekleşirse, Doğu Akdeniz doğalgazı İsrail için önemli bir diplomatik kart olarak kullanışlılığını yeniden göstermiş olacak.

Bir başka gelişme ise yine bir başka Doğu Akdeniz ülkesi Libya ile gerçekleşti. Basında çıkan haberlere göre Mossad Direktörü David Barnea ile Libya Başbakanı Abdulhamid Mohammed Al-Dabaiba iki ülke arasında normalleşme ve güvenlik işbirliğini görüşmek üzere Ürdün’de bir araya geldi. Libya başbakanlık ofisi ziyaret haberini yalanladı. Öte yandan  İsrail ve Libyalı yetkililerin görüşmeleri daha önce de basına sızmıştı. Libya demişken, Doğu Akdeniz Gaz Forumuna karşı Türkiye ile Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti arasında 2019’da Akdeniz'de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşmasını da hatırlamak gerek. Bu anlaşmadan artık pek söz eden yok.

Tüm bu gelişmeler yaşanırken, Arap Birliği üyelerinin 2002 yılında Suudi Arabistan liderliğinde kabul ettiği Arap Barış Girişiminden veya Filistin haklarından söz edilmediğini de belirtmek gerekir. İsrail’in dış ilişkilerinde her zaman var olan Filistin etkisi azalırken, ABD bağlantısı devam ediyor.

İsrail ile diplomatik ilişkiler başlatan ülkeler sadece bu ülke ile işbirliğinden kazanç sağlamayacaklar. Mısır örneğine bakalım. 1979 yılından beri İsrail ile resmi ilişkileri bulunan Mısır aynı zamanda bölgede ABD’den en çok ekonomik ve askeri yardım alan ikinci ülke. Ve bunca senedir ülkedeki antidemokratik durum veya zayıf insan hakları karnesi İsrail’in güvenliği ve ABD’nin Ortadoğu çıkarları nedeniyle görmezden gelinebiliyor. İmzacı ülkeler de benzer bir müsamahaya uygun görülebilir, ABD’den yardım, destek ve gelişmiş silahlar satın alabilirler. Üstelik ABD’nin Ortadoğu politikasını kendi istedikleri yöne, İran tehdidine doğru yöneltebilirler.

Bu satırları yazarken İsrail Devlet Başkanı İshak Herzog Birleşik Arap Emirliklerini ziyaret eden ilk İsrail devlet başkanı oluyor, İsrail’in milli marşı Hatikva (umut) Abu Dabi kraliyet sarayında çalınıyordu. Ortadoğu’daki değişim artık inkar edilemez. Önemli olan Türkiye bu değişimin neresinde yer alacak. Dış politikasında bir değişime giden Ankara’nın açılımları kabul görse de var olan şüpheyi gidermeye yetecek mi? Asıl soru bu.

Karel Valansi, Şalom Gazetesi, OBJEKTİF 2 Şubat 2022 https://www.salom.com.tr/koseyazisi-121144-diplomatik_iliskilerden_savunma_isbirligine_2.html

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ke vamos a mirar en la karantina?

Kon el fin del verano i el retorno de la karantina, estamos mas tiempo en las kazas. Les kero propozar tres serias de TV echos en Israel. El primer es "Tehran". Es una seria de espionaje muy enteresante. Una espion del Mossad viaja en sekreto a la kapital de Iran. Tehran es su lugar de nasimiento tambien. La hacker de komputadora tiene el objektivo de dezaktivar el reaktor nuklear. Esta misyon tendra implikasyones para el Medio Oriente i el mundo entero. La seria es en ebreo i perso. Es una sezon i tiene ocho episodios, kada uno 50 minutos. Mi segunda propozisyon es una seria romantika i komika. Lehiyot Ita (Estar Kon Eya) es una seria de 2013, ma muy simpatika. Izieron tambien la version Amerikana ke se yama “La beyeza i el panadero”. La seria konta la istorya de amor entre una supermodela internasyonal muy famoza i muy rika, i un simple panadero ke no tuvo la shans de ir a la eskola artistika por razones finansiales. La seria es dos sezones, 18 episodios en total i kada uno...

Türkiye-Çin İlişkilerinde Yeni Dönem: Çok Kutupluluk, Ticaret ve Jeostrateji

Küresel düzen ciddi bir değişim yaşarken dünya, çok katmanlı krizler, jeopolitik sarsıntılar ve belirsizliklerle şekillenen bir döneme girdi. Soğuk Savaş sonrası ABD merkezli tek kutuplu düzen geride kalırken, yerine çok kutuplu ancak öngörülemez bir sistem şekilleniyor. Bu belirsizlik, Türkiye–Çin ilişkilerini hem fırsatları hem de çelişkileriyle öne çıkaran bir sahneye dönüştürüyor. Ankara ve Pekin söylem düzeyinde kolayca yan yana gelebiliyor. Türkiye’nin “Dünya beşten büyüktür” çıkışı ile Çin’in “çok kutuplu dünya” vurgusu, Batı merkezli düzeni sorgulayan ortak bir dil yaratıyor. Ancak bu söylemsel yakınlaşma, Türkiye’nin NATO üyeliği ve Batı ile kurumsal bağları düşünüldüğünde, stratejik sınırlarla karşılaşıyor. İlişkilerin gerçek boyutu, ticaretteki asimetri, Kuşak ve Yol yatırımlarındaki bağımlılık riski, savunma sanayii işbirliği, Uygur meselesinin ikili ilişkiler üzerindeki gölgesi ve ABD–Çin rekabetinin baskılarıyla şekilleniyor. Panorama Soruyor  bu ay, Türkiye-Çin ilişk...

Orta Büyüklükte Bir Güç Olarak Türkiye’nin Dış Politikası

Farklı bölgelerde devam eden savaş ve krizler, uluslararası ilişkilerde güç rekabetini öne çıkarıyor. Buna ABD’nin büyük güç olarak alışılmış rolünü yerine getirmekteki isteksizliği de eklendiğinde, 1945’ten bu yana kurulan uluslararası düzen ve yapı taşı olan kurumlar yıpranıyor. Bunun sonucu olarak belirsizlik artıyor ve mevcut küresel sistem bir geçiş döneminin sancılarını yaşıyor. Öte yandan bu durum, orta güç olarak tanımlanan ülkelere daha geniş bir hareket alanı da sağlıyor. Bu sayede orta güçteki ülkeler, sistemde dengeyi gözeten, arabuluculuk yapabilen, bölgesinin istikrarına katkı sağlayabilen, hatta zaman zaman kapasitesinin üzerinde sorumluluk ve inisiyatif alabilen, küresel düzeyde etkili roller oynayabilen aktörler haline geliyor. Özellikle belirsizlik dönemlerinde bu ülkeler çok yönlü diplomasi, proaktif dış politika, esnek ittifak arayışları ile öne çıkabiliyor. Türkiye, bu bağlamda, orta güçte bir devlet olarak dikkat çeken bir örnek teşkil ediyor. Jeostratejik konumu,...