Ana içeriğe atla

Zülfü Livaneli “Tarihi sadece öğrenmek değil, yüzleşmek gerekiyor”

Kamuoyunun farkındalığını ve dikkatini Struma faciasına ve kurbanlarına çeken isimlerin başında yazar Zülfü Livaneli gelir. 60 yıllık aşkının izinden İstanbul´a gelen Alman profesörle, hayatın acımasızlığı içinde yıpranmış bir kadının kendi aile sırlarını keşfetmesini anlatan Serenad romanı, bir milyonuncu baskısını gerçekleştirdi. Romanı, yakın zamanda bir Netflix filmi olmaya hazırlanan Zülfü Livaneli ile facianın 80. yıldönümü öncesinde bir araya geldik.

Struma faciasının 80. yıldönümünde Zülfü Livaneli ile Serenad

Haftalarca Sarayburnu açıklarında bekletilen ve daha sonra Karadeniz’e çekilip Sovyet torpidosuyla batırılan Struma gemisi Holokost’tan, ölümden kaçan Yahudileri taşıyordu. Ancak 768 kişiye mezar olan gemiden sadece bir kişi sağ kurtulabildi. Türkiye’de geniş bir kitle İstanbul kıyılarında gerçekleşen Struma Faciasını onun kitabından öğrendi. Dillerden düşmeyen şarkıların, onlarca dile çevrilmiş romanların yazarı Zülfü Livaneli ile Struma faciasının 80. yıldönümünde bir araya geldik. 60 yıllık aşkının izinden İstanbul’a gelen Alman profesörle, hayatın acımasızlığı içinde yıpranmış bir kadının kendi aile sırlarını keşfetmesini anlatan Serenad romanı ise bir milyonuncu baskısını yaptı. Üstelik yakın bir zamanda bir Netflix filmi olmaya hazırlanıyor.

Serenad tam bir aşk romanı değil ancak çoğu kez öyle anılıyor. Maya Duran ve Maximillian Wagner’in ilişkisi üzerinden Struma faciası, Mavi Alay gibi tarihi gerçeklere de yer veriyorsunuz. İkinci Dünya Savaşı, Holokost, Ermeni ve Kürt sorunu, Türkiye’deki üniversite reformu da kitapta yer alıyor. Siyasi düşüncesi oturmuş, mesaj kaygısı olmayan ancak güçlü ve aynı zamanda sürükleyici bir roman çıktı ortaya. 2011 yılında yayınlanan romanınız hâlâ konuşuluyor. Struma deyince akla ilk gelen eser oluyor. Struma faciasını arka plana alan bir roman yazma fikri nasıl oluştu, nasıl bir ön çalışma yaptınız?

Teşekkür ederim, evet dediğiniz gibi Serenad tam bir aşk romanı değil ama içinde elbette ki aşk da var. Romanlarım zaten tek bir tema üzerine oturmuyor. Karakterler oluşturuyorum ve bu karakterler elbette ki uzayda değil dünyada yaşıyorlar. Yaşadıkları ülkenin, dönemin ve koşulların etkisinde kalıyorlar. Onları etkilediği kadar sorunlar romana giriyor. Zaten doğru bir roman da ancak öyle çıkabilir. Çünkü hepimiz etkiler altındayız. Siyasi etkiler de var, aşk da var, geçim zorluğu da var, hastalık da var. İnsana ait olan her şey bizde var. Dolayısıyla insanlar benim yarattığım ortamda yaşarken bu tip olaylardan da etkileniyorlar. Bir mesaj kaygım yoktu dediğiniz gibi, çok teşekkür ederim.

Evet, 2011 yılında yayınlandı roman. Daha önceden de düşünmeye başlamıştım. Struma zaten beni çok etkileyen bir hikayeydi ama nedense Türkiye'de bilinmiyordu, konuşulmuyordu. Aslında hayret edilecek şekilde dünyada da yok edilmiş. Kitap Amerika'da çıktığı zaman "Yaa bilmiyorduk, bu bir ifşaat" vs. gibi yazılar çıktı. Almanya'da da öyle, her yerde öyle oldu. Struma ile ilgili bir romanın, Türkiye'ye gelen Alman bilim adamlarıyla ilgili olarak işlenmesi ve o dönemde Ermeni meselesi ve diğer olaylar, hepimizi etkileyen olaylarla, Mavi Alayla birlikte işlenmesi bana daha doğru bir yöntem gibi göründü ama dediğim gibi önemli olan karakterler.

Türkiye’de geniş bir kitle Struma faciasını sizin kitabınız sayesinde öğrendi. O dönem büyük bir heyecan yarattı ve konu tartışılmaya başlandı. Edebiyat veya ‘Kulüp’ dizisi örneğinde olduğu gibi popüler kültür öğeleri tarihi öğrenmek için bir araç olabilir mi?

Evet, dediğim gibi Türkiye'de bilinmiyordu Struma faciası; bu kitaptan sonra özellikle basının da çok ilgi göstermesinden sonra bir noktaya geldi. Kitabın yasal baskısı bir milyon olduğuna, bir kitabı 3-4 kişi okuduğuna göre, kütüphaneler, bir de tabii Türkiye'de çok önemli bir sorun olan korsan baskıları da gördüğümüz zaman demek ki milyonlarca kişinin okuduğu bir kitap oldu. Bence edebiyat çok önemli, tarihle yüzleşmek için, kendimizi tanımak için çok önemli. İnsanlar birdenbire bilmedikleri yepyeni sorunlarla karşı karşıya kalıyor, yok böyle bir şey diyorlar. Ermeni meseleleri gibi, Yahudi meseleleri gibi. Ama romanlarda bunları okumuş olsalar, edebiyat bunları işlemiş olsa hiç olmazsa bir fikirleri olacak. O bakımdan popüler kültür ögelerine de, sanatsal yaratı ögelerine de mutlaka tarihi olayları koymak gerekir ki bütün dünya da böyle yapar zaten.

Sadece tarihi öğrenmek yeterli değil. Bir de tarihle yüzleşmek gerek tekrarlanmaması için, ders alınabilmesi için. Türkiye’nin bu konudaki karnesi zayıf. Sizce bu tür sanatsal, kültürel eserler bir kapı açabilir mi?  

Evet, sadece tarihi öğrenmek değil yüzleşmek gerekiyor tabii. Unutmak ve affetmek farklı şeyler. Mesela insan affedebilir, yıllar geçer üzerinden affedebilir ama unutmaz. Unutmaması lazım. Unutmak bunların tekrarını getirir. O yüzden bu acıları unutmuyoruz, hiçbir zaman. Edebiyat da zaten bunun önemli araçlarından birisi.

Tabi buradaki asıl soru Türkiye ve toplum buna hazır mı? Struma faciası veya Varlık vergisi veya diğer benzer olaylar için yüzleşmeye hazır mıyız?

Türkiye toplumu pek yüzleşmeye hazır değil ama eskisine göre daha iyi durumda. Çünkü Türkiye toplumu açıldı. Televizyonlar, diziler, filmler, dünya haberleri, gidip gelenler... Türkiye eskisi gibi kendi içine kapanık ve tek bir ideoloji ile yaşayan bir ülke değil artık. O yüzden bence daha hazır hale geldi. İşte bu tip çalışmalar da bu bilinci arttıracak tahmin ediyorum.

2015 yılında, Struma faciasının 73. yılında, ilk kez bir devlet töreni düzenlendi Sarayburnu’nda. O tarihten itibaren her 24 Şubat tarihinde bu anma yapılıyor. Bu sene facianın 80. yılı. Benzer faciaların hiç kimse için tekrarlanmaması için düzenleniyor bu anma törenleri. Sizce az sayıda kişinin haberdar olduğu bu törenler amacına ulaşıyor mu? 

Evet, 73. yılında Struma için ilk kez devlet töreni düzenlendi, Sarayburnu'nda. Bu çok önemli bir şey. Bundan aslında kendime de biraz pay çıkarıyor gibi olmayayım ama kitabın gördüğü ilgi, konuşulması, basının gösterdiği ilgi ve bunun çok güncel bir konu haline gelmesi o anmayı da yarattı. Büyükelçi Ertan Tezgör dostum vardı bu ilişkilerin başında, Dışişleri Bakanlığı'nda. O geldi, yani devlet resmen buna girmiş oldu. Hahambaşı geldi ve önemli bir anma oldu, her yıl yapılıyor. Bence çok önemli, tabi daha da fazla duyulması lazım. Bir de ilginç bir şey, bana anlatıldığına göre, ilk defa sinagoglarda Struma kurbanları için dua okundu. Demek ki o zamana kadar ondan da mı çekinilmiş, bilmiyorum. Belki de bu duyum yanlıştır.

Karşı cinsin ağzından yazmak oldukça zordur, siz bunu başardınız. Özellikle kadının toplumdaki yeri, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini çocuklu boşanmış bir kadının gözünden başarılı bir şekilde aktardınız. Bunun bir formülü var mı? 

Dediğiniz çok doğru, empati ve gözlemden başka bir teknik yok. Bir de şu var tabii, sanatçıların kafa ve duygu yapıları kadınlara daha yakındır. Kadınlar çünkü erkeklere göre daha katmanlıdır. Katman katmandır kadınlar. Erkekler daha tek düzedir. Ama sanatçı ruhu ve düşüncesi galiba kadın katmanlarına daha yakın. Bana o kadar doğal geldi ki o, özel bir kararla da çıkmadı birdenbire öyle başladı roman. Bırakın beni ve bu yaşta bunu yazmamı koskoca Tolstoy 80 yaşında yazdığı bir uzun hikâyede 18 yaşında bir kızın evlenme heyecanlarını ve aşkını anlatır ben diye, birinci şahısla. Demek ki bu iş hakikaten empati meselesi. Zaten dünyanın yarısını anlamam diyen bir yazar olamaz herhalde. O yüzden kadınları da anlamak şart.

İstanbul’u ziyaret eden profesörün adı Maximillian Wagner.  Wagner ismi malum Nazilerle eşleştirilen, müziği kadar antisemit olması ile bilinen ve birçok yerde sanatı boykot edilen kompozitör Richard Wagner’i çağrıştırıyor. Bu isim seçiminin özel bir anlamı var mıydı?

Maximillian Wagner, evet Münihli bir isim. Maximillian da Wagner de, evet, eşleştirilen bir ad. Ama bu aykırı bir tip tabii, yani iyi Alman diyebileceğimiz bir kişi. İnsanlar arasında böyle kişiler de vardı tabii. Yani toplumlar birdenbire sürükleniyor, birdenbire Nazileşiyor ama içlerinden tabii ki iyi insanlar da çıkabilir.

Serenad güzel bir film olur demiştiniz bir röportajınızda. Bu konuda bir çalışma var mı?

Evet, Serenad film olacak. Bunu Tims şirketi, Timur Savcı arkadaşımız Netflix için hazırlıyor. Büyük bir prodüksiyon olacak. Umarım 2022 içinde çekilir.

Harika bir haber! Bir de aralık ayında 1 milyonuncu baskısını yapmış Serenad. Sizi tebrik ediyorum. İnkılap Kitabevi QR içeren özel bir baskı hazırladı. Okuyuculara bir sürpriz var deniyor. Bu sürpriz nedir, bizimle paylaşabilir misiniz?

Evet, bir milyonuncu baskıyı yapmış. Doğru. QR'da sürpriz var deniyor. Sürpriz de şu, kitapla ilgili yaptığım yeni söyleşi de orada, QR koduyla okunabilecek.

Çok teşekkür ederim. Şalom benim çok değer verdiğim dostlarımın olduğu, yazdığı ve ziyaret ettiğim zaman beni çok güzel ağırlamış olan bir gazete. Bu vesileyle bütün Şalom okurlarına, cemaate, bütün dostlarıma sevgiler…

Karel Valansi, Şalom 23 Şubat 2022 https://www.salom.com.tr/haber-121366-tarihi_sadece_ogrenmek_degil_yuzlesmek_gerekiyor.html


 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

“We are Beyond What I Had Dreamed of When I Moved to Dubai”

Cem Habib  We talked about how the peace deal between Israel and the United Arab Emirates affected the Jewish life in the Emirates, with the investment manager Cem Habib, who has been living in Dubai since 2016, and who is one of the founding members of the Jewish Council of Emirates (JCE), the first officially recognized Jewish community of the UAE. How long have you been living in Dubai? What influenced you in deciding to live here? I moved to Dubai in 2016, before I had been living in London. My customer base at that time was in Kazakhstan and it had gotten harder commuting there from London every month after 6 years. There were three direct flights between Dubai and Kazakhstan, every day, with a flight time of less than 4 hours. To improve our quality of life and to spend more time with the kids, we moved to Dubai. When moving, how could you overcome the thought “As a Jew, will I be comfortable living in an Arab country with my family?” I talked to my friends from different countri

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

The one question people asked me when I got home from Turkey - Tami Sussman

If I had been handed a hundred dollars for every Australian Jew who asked me if I was worried about travelling to Turkey in July due to antisemitism, I would have been able to fly business class. Qantas business class. Add another hundred for every Jew who asked me how I could justify supporting the Turkish economy in the current climate and I could have made it a return flight.  Instead, I found myself wedged between my screaming children in economy with separate  Bluey theme songs blasting through unsynced iPads, reassessing every life choice that had brought me to this point. Reproducing with their half-Turkish Sephardi father Yosi “because he is very good looking” suddenly seemed like a questionable decision made by a naive 30-year-old who didn’t consider the inevitable trip we’d have to make in order for the children to meet their great grandmother, aunts, uncles and cousins who don’t travel further than Madrid.  The honest truth is yes, I was worried about antisemitism. I had rea