Ana içeriğe atla

“Bu bizim için bir milattır”

Türk Yahudi Cemaati Başkanı İshak İbrahimzadeh “Bu bizim için milattır. Çok mutluyuz” sözleriyle ifade etti 26 Mart ile ilgili duygularını. Gerçekten de öyle, Büyük Edirne Sinagogu’nun açılışının çok özel bir anlamı var bizim için.
Yanlış bir kanı vardır; Türk Yahudilerinin tarihi genelde 1492 İspanya’daki engizisyondan kaçarak Osmanlı’ya sığınmaları ile başlatılır. Osmanlı’nın hoşgörüsünün bir kanıtı olan ama aradan beş yüz kusur yıl geçse dahi bir türlü ‘yabancı’ etiketinden kurtulamayan Sefarad Yahudileri günümüzde çoğunluğu oluştursa da Anadolu topraklarındaki Yahudi tarihi çok daha eskidir. Manisa’da bulunan MÖ 3. yüzyıla uzanan Sardes Sinagogu da bunun çarpıcı bir kanıtı.
Roma döneminde Yahudilerin Edirne’de yaşadığı biliniyor. Tarih boyunca da Avrupa’dan gelen Yahudi göçleriyle önemli bir ticaret şehri ve Osmanlı Yahudilerinin ilim merkezi haline geldi. Birinci Dünya Savaşı öncesinde sadece Edirne’de 28 bin Yahudi yaşamaktaydı. Bu sayının büyüklüğü bugün tüm Türkiye’deki yaklaşık 18 bin Yahudi ile kıyaslanınca ortaya çıkıyor. 1905 yangını ise Edirne için bir yıkım oldu. 2 Eylül gecesi binlerce ev yanarken on üç sinagog, dört kilise ve bir cami kül oldu. Yanan onlarca sinagog yerine Sultan II. Abdülhamit’in fermanıyla Viyana Sinagogu örnek alınarak Kal Kadoş haGadol  (Kutsal Büyük Havra) inşa edildi.

***
26 Mart’taki açılışla Osmanlı’nın ibadet özgürlüğünün simgesi olan bu tarihi miras yeniden canlanacak. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilen, Edirne Valisi’nin yakışıksız sözleri ile dikkatleri üzerine çeken Edirne Sinagogu’nun günümüzde tek bir eksiği var; cemaati yok.
Etnik ve dinsel temeller üzerinden ulus bütünlüğünü sağlamak için başlatılan ‘Vatandaş Türkçe Konuş’ gibi toplumu homojenleştirme çalışmaları, Varlık Vergisi, 20 Kura askerlik gibi gayrimüslimleri hedefleyen uygulamalar Türkiye’den Yahudi göçünü hızlandırırken, Balkan Savaşları ile sarsılan, ticari özelliğini yitiren Edirne’ye en büyük darbeyi 1934’deki Trakya Olayları vurdu.
Görünürde İstanbul’da yayımlanan Milli İnkılap dergisindeki Cevat Rıfat Atilhan ile Edirne’de yayınlanan Orhun dergisindeki Nihal Atsız’ın Yahudi düşmanlığını körükleyen yazıları fitili ateşlerken arka planda ise Türkiye-İtalya ilişkileri yatıyordu. Nazi Almanya’sından Avrupa’ya yayılan antisemit söylemlerin payını inkâr etmemekle birlikte Türkiye-Almanya arasındaki siyasi ve ekonomik ilişkiler devam etmiş, ancak Rusya’nın yanı sıra yayılmacı bir politika güden İtalya önemli bir dış tehdit oluşturmaya devam etmişti. Mussolini’nin Mart 1934’te tarihi hedeflerini Asya ve Afrika olarak açıklaması, konuşmalarında Akdeniz’den Mare Nostrum (Bizim Deniz) olarak söz etmesi, Türkiye’deki olası ilk hedefi olarak tahmin edilen Trakya için yeni bir strateji oluşturulmasını gerektirdi. Öte yandan 1923’de askerden arındırılmış bölge kabul edilen Trakya’daki bu hareketlilik büyük güçler tarafından boğazların silahlanmasına yönelik bir adım olarak algılandı.
14 Haziran 1934’de 2510 sayılı İskân Kanunu ile yeterince Türk kabul edilmeyen grupların ekonomik, siyasi, askeri nedenlerle yer değiştirmeye zorlanabileceği yasallaştı. Oysa kanundan bir ay önce Türk Yahudi Cemaati Milli İnkılap dergisinin antisemit yayınlarını başbakanlığa bildirmiş, Trakya’daki birçok Yahudiye tehdit mektupları gelmeye başlamıştı bile. 21 Haziran’dan 4 Temmuz’a kadar geçen süre zarfında eş zamanlı olarak Trakya Yahudilerine yönelik tehditler yağmaya, hakaretler şiddete dönüştü. Binlerce Yahudi her şeyini bırakıp İstanbul’a doğru kaçarken basın suskundu.
3 Temmuz günü Yahudi cemaatinden Gad Franko ile Mişon Ventura, Atatürk ile görüşür. 5 Temmuz’da ise İsmet İnönü TBMM’de “Antisemitizm Türkiye zihniyeti değildir” diyerek olaylar hakkında soruşturma açar. Ancak iş işten geçmiş, birçok aile bir daha dönmemecesine memleketlerini terk etmiştir.
***
Edirne Sinagogu benim için bir ilk olacak. Hayatımda ilk defa bir sinagog açılışına gideceğim. Zaman geçse de, artık eskisi gibi Balat-Ortaköy-Galata-Kuzguncuk’ta oturmasak da sinagoglarımız belli. Sayımız azaldıkça sinagoglarımız da azalıyor. 1983’ten beri kullanılmayan bir sinagogun açılması bu nedenle oldukça önemli. Ayrıca resimlerden görmüşsünüzdür Edirne Sinagogu müthiş bir mimariye sahip, bahçe içinde güzel ve renkli bir yapı. İstanbul’daki sinagogların çoğu binalar arasında sıkışmış, gri, gösterişsiz, mümkünse yerini bilmeyen bulamasın diye kendini gizler. Oysa Edirne Sinagogu tüm ihtişamı ile yeni bir gelin gibi bütün ilgiyi kendisine çekiyor.
Tüm yaşananların tarihi yükü karşısında, bu restorasyonu Trakya’nın Yahudi mirasının sahiplenilmesi olarak algılıyorum. Ancak Trakya olaylarından 80 yıl sonra bile, 1923’ten beri oluşturulmaya çalışılan ‘biz’e bir türlü eklenmeyen ve çeşitli vesilelerle sadakatlerini ispatlaması istenen Türk Yahudileri, halen nefret söyleminin hedefi olmakta ve çağdaş vatandaşlık kriterlerine uygun eşit vatandaş olmanın mücadelesini vermekte…

Karel Valansi OBJEKTİF Şalom Gazetesi 18 Mart 2015

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ahmet Han: “Türkiye ile İsrail kadar stratejik çıkarları bu kadar örtüşen iki ülke daha yok”

Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Kasım Han ile İsrail’de üç çocuğun kaçırılmasının ardından başlayan süreci, son Gazze operasyonunun hem İsrail-Filistin ilişkilerinin geleceğine hem de dünyada artan antisemitizme etkisini konuştuk. Ayrıca yaşanan tüm bu olayların Türkiye’deki yansımaları ve Türkiye-İsrail ilişkilerinin geleceğini tartıştık. Dökme Kurşun Operasyonu’ndan sonra İsrail ile Hamas arasında sükûnete karşı sükûnet anlayışı hâkimdi. Ne değişti? İsrailli üç çocuğun kaçırılıp öldürülmesi ile mi işler değişti yoksa daha önceden bunun sinyalleri var mıydı? Tarafların ikisinin de birbirleri ile ilgili bir algıları var. Kim kimin neyi ne kadar stokladığını biliyor. Bu bakımdan herkesin bir müdahale eşiğinin olduğunu düşünüyorum. Yüksek sesle çok söylenmiyor ama pişe pişe bir noktaya geldiği zaman taraflar biliyor ki artık orada mutfağa girmek, müdahale etmek lazım. Bu İsrail için Hamas’ın silahlanması ve altyapısını geliştirmesi ile ...

Orta Büyüklükte Bir Güç Olarak Türkiye’nin Dış Politikası

Farklı bölgelerde devam eden savaş ve krizler, uluslararası ilişkilerde güç rekabetini öne çıkarıyor. Buna ABD’nin büyük güç olarak alışılmış rolünü yerine getirmekteki isteksizliği de eklendiğinde, 1945’ten bu yana kurulan uluslararası düzen ve yapı taşı olan kurumlar yıpranıyor. Bunun sonucu olarak belirsizlik artıyor ve mevcut küresel sistem bir geçiş döneminin sancılarını yaşıyor. Öte yandan bu durum, orta güç olarak tanımlanan ülkelere daha geniş bir hareket alanı da sağlıyor. Bu sayede orta güçteki ülkeler, sistemde dengeyi gözeten, arabuluculuk yapabilen, bölgesinin istikrarına katkı sağlayabilen, hatta zaman zaman kapasitesinin üzerinde sorumluluk ve inisiyatif alabilen, küresel düzeyde etkili roller oynayabilen aktörler haline geliyor. Özellikle belirsizlik dönemlerinde bu ülkeler çok yönlü diplomasi, proaktif dış politika, esnek ittifak arayışları ile öne çıkabiliyor. Türkiye, bu bağlamda, orta güçte bir devlet olarak dikkat çeken bir örnek teşkil ediyor. Jeostratejik konumu,...

Her yaşam bir roman - Panama´daki Türk Yahudileri

Panama´da hızla büyüyen bir Yahudi yaşamı var. Café con Teclas kitabının yazarı gazeteci Sarita Esses´in yanı sıra Antakyalı Eli Cemal, Mersinli Musa İlarslan, Trakya kökenli Julia Kohen de Ovadia ve kuzeni İstanbullu Çela Alkabes de Eskinazi ile göç hikayelerini ve Panama´daki yaşamlarını konuştuğumuz keyifli bir sohbet sizleri bekliyor. Julia Kohen de Ovadia İstanbul doğumluyum. Babam Çanakkaleli Aron Kohen, annem ise Çorlulu Suzi Bahar.  Seneler evvel büyükbabamın eltisi Meksikalı Sultana genç yaşta çocuksuz dul kalınca küçük teyzem Donna’yı yollamasını istedi anneannemden. Donna da Sultana teyzesiyle yaşamak için Meksika’ya gitti. Orada eniştem Moises Mizrachi ile tanıştı ve evlenerek Panama’ya taşındı. Büyükbabam Nessim Bahar vefat edince anneannem Coya, ablam Malka ile iki aylığına kızını görmeye Panama’ya gitti. Ancak orada ablam eniştemle tanıştı, evlendi ve hayatını Panama’da kurdu. Dört çocuğu ve on torunu var. Ablamın düğünü için Panama’ya geldiğimizde ben Saint Pulcheri...