Ana içeriğe atla

Bizi yargılamadan önce tanı!... Yahudi Kitaplar konuşuyor



Biz, ayrımcılığa, ötekileştirmeye ve Yahudilere karşı gittikçe artan nefret söylemine karşı durmak isteyen bir grup aktivist ruhlu genciz. Önyargıları yıkmaya yönelik Yaşayan Kütüphane projesine destek verebilmek için bir araya geldik. Büyüklerimizin bilgilerinden, daha önce bu etkinliklerde Yahudi Kitap olarak görev almış arkadaşlarımızın deneyimlerinden yararlandık. Bu proje sayesinde hayatlarında hiç Yahudi görmemiş, önyargı ve yanlış bilgilerle kafası dolmuş ama aynı zamanda bizleri dinlemeye hazır, öğrenmeye meraklı birçok kişi ile görüştük. İşte bu sene yaşadıklarımız!

Karel Valansi

Yaşayan Kütüphane ‘yabancı’ veya ‘öteki’ olarak tanımlanan ve ayrımcılığa uğrayanları toplumla bir araya getiriyor. Hedefi ise bilinmeyene karşı olan olumsuz düşünceyi yıkarak diyalogla insanlar arasında bir köprü kurabilmek.
Birkaç yıldır düzenlenen Yaşayan Kütüphane aracılığı ile Toplum Gönüllüleri Vakfı (TOG) ve üniversiteler bu gerçeği değiştirmek için çaba sarf ediyor. Gönüllü öğrencilerin özverili çalışmaları ile oluşturulan bu etkinlikte, dini inancı, etnik kökeni, ideolojisi, cinsel eğilimi, mesleği, rahatsızlığı veya engeli nedeniyle haklarında önyargı oluşmuş, ayrımcılığa maruz kalmış kişiler, kendilerini merak eden ‘okuyucu’ ile buluşuyor. Yaklaşık otuz dakikalık sürede, okuyucu merak ettiği her türlü soruyu sorarak ‘ötekini’ daha yakından tanıma fırsatı elde ediyor.
Kütüphane kitapları arasında Türkiye’nin neredeyse her rengi mevcut: Yahudi, Hıristiyan, Ermeni, Alevi, Kürt, Roman, Başı Örtülü, Ateist, Kemalist, Feminist, Siyahi, Sakat, Görme Engelli, Lezbiyen, Gay, Transseksüel, Listag (LGBT ailesi), eski Seks İşçisi, Şizofren, eski Uyuşturucu Bağımlısı, Pozitif HIV’li, Mülteci…
Okuyucular kütüphane bankosuna geldiklerinde orada mevcut bulunan kitaplarla ilgili bir önyargı kataloğuna bakarak seçimlerini yapıyorlar. Bu seneki kataloglarda Yahudiler için önyargılar şu şekilde sıralanıyor; zengin, tüccar, dolandırıcı, para düşkünü, cimri, paragöz, açgözlü, zenginliğinin nereden geldiği belli olmayan, sinsi, mason, Amerikan yanlısı, diktatör, misyoner, bebek katili, lanetli insan, ırkçı, yabancı, İsrailli, yaşamayı hak etmeyen, düşman, bölücü…
Yahudi kitap olarak görev aldığımız bu etkinlikte amacımız, büyük çoğunluğu hayatlarında hiç Yahudi ile karşılaşmamış okuyuculara kendimizi anlatabilmek, toplumda var olduğumuzu gösterebilmek, kafalarındaki duvarları bir nebze yıkabilmek.

DANİ BARAN: “Üniversite öğrencilerin gözünde nasıl bir Yahudi algısının var olduğunu öğrenmiş oldum”
Bu yıl ilk defa Yaşayan Kütüphane’ye katıldım. İstanbul’da Boğaziçi, Yıldız Teknik, Ankara ODTÜ ve İzmir Dokuz Eylül Üniversitelerinde öğrencilerle sohbet etme imkânı buldum. Bu deneyim gerçekten çok keyifli, bir o kadar da öğretici oldu benim için. Karşılaştığım kişilerin Yahudilik hakkındaki yanlış bilgilerini ve ön yargılarını değiştirmelerine yardımcı olduğumu hissettim. Türkiye’nin sayılı üniversitelerine girmiş bu başarılı öğrencilerin gözünde nasıl bir Yahudi algısının var olduğunu öğrenmiş oldum. Bu faaliyetin bana kattığı en önemli şey bu oldu.
Bu etkinlik sırasında diğer ‘kitaplar’ ile de tanışma fırsatı buldum. Büyüklerimizden duyduğumuz bazı olayların çok benzerlerini başka grupların da yaşamış olduğu gerçeği beni çok etkiledi. İsteseniz de empati kurmakta zorlandığınız ‘kitaplar’ da vardı. Onların toplumda var olma çaba ve gayretleri beni derinden etkiledi.
Görüştüklerimi üç grupta toplayabilirim. İlk grup daha önce hayatında hiç Yahudi görmemiş, öğrenmeye ve dinlemeye açık, genç bir Türk Yahudi’sinin nasıl yaşadığını merak edenlerdi. Bu grup aslında birbirimizden inançlarımız dışında hiçbir farkımız olmadığını anlayan ve ayrılırken her seferinde yüzlerindeki tebessümü çok net görebildiklerimdi. İkinci grup ise daha çok dini meseleleri merak edenlerdi. Bildiğim kadarıyla onlara doğruları anlatmaya gayret ettim. Vaat edilmiş topraklar, seçilmiş kavim ve ‘asla karışık evlilik yapmazlar’ en temel sorulardı. Yahudilik hakkında bilgilerin kasıtlı olarak çarpıtılarak verildiğini, bu dezenformasyonun araştırarak ve farklı kaynakları okuyarak aşılabileceğini belirttim. Üçüncü grup ise yüzündeki ifadeden, ses tonundan ve bakışlarından hissedebileceğiniz gibi Yahudiliği sadece İsrail-Filistin üzerinden değerlendirenlerdi. Konuşmanın en zor olduğu grup buydu. Yahudileri bu ülkede yaşayan, vergi veren, askerlik yapan TC vatandaşı olarak değil İsrail’in politikasından sorumlu görenlerdi. Soruları hep ‘sizler’ diye başlıyor, dinlemekten çok kendi kafalarındaki ‘doğruyu’ tebliğ etmeye gayret ediyorlardı. Her etkinlik sonunda tüm kitaplar aynı temennilerle birbirimizle vedalaştık; ötekisi olmayan bir dünya hayaliyle…

EMMA BARUH“Elhamdülillah Türk'üm”

Yaşayan Kütüphane’ye bu sene ilk defa katıldım ve gerçekten çok keyif aldım. Konuştuklarımın hepsinin hayatlarında gördükleri ilk Yahudi ben oldum. Hiçbiri bana olumsuz şekilde yaklaşmadı. Çoğunluğu merak duydukları için ve bilgi edinmek amacıyla Yahudi Kitap’ı seçmişlerdi. Allah’a inanıp inanmadığımı, Yahudi’nin Müslümandan farkının ne olduğunu, nerede nasıl yaşadığımı, Filistin konusunda ne düşündüğümü, Ermeni soykırımına destek verip vermediğimi ve dini ritüellerimizi sordular. Bu sorular üzerinden başlayan sohbetler genelde pozitif geçti. Türk mü olduğumu soran biri kendisi için “elhamdülillah Türk'üm” cevabını verdiğinde ise önce arkadaşı sonra hepimiz gülümsedik. Neden Müslüman olmayı düşünmediğimi soran birine, “Sen din değiştirmeyi düşünüyor musun?” diye sorduğumda, “Ben Allah'ın lütfuyla Müslüman olarak dünyaya geldim” demesi düşünce tarzını özetliyordu. Yaşayan Kütüphane’ye katılan diğer ‘kitaplarla’ tanışarak onlar hakkında bilmediğim birçok şey öğrendim, yeni bir bakış açısı edindim.

HENRİ ÇİPRUT: “O neslin dilinden konuşunca anlaşmak daha kolay ve hızlı oluyor”
2008 yılından beri Yaşayan Kütüphane etkinliklerinde gönüllü oldum. Şimdiye kadar İstanbul’da GepGenç, Barışa Rock, Sivil Sesler içinde gerçekleşen ve IF İstanbul programı kapsamında düzenlenen Yaşayan Kütüphane’lere katıldım. Bu yıl ilk olarak şehir dışında Kocaeli’ndeki kütüphanede bulundum. Ardından da Avcılar’da yapılan MODA’da (Marmara, Okan, Doğuş ve İstanbul Üniversitelerinin ortak projesi) yer aldım.
Kütüphanelerde genellikle Yahudilik 101 düzeyinde sorular gelir, temel bilgiler sorulur, merak giderilir. Ancak kütüphane, gazetecilerin deyimi ile “Ortadoğu’da suların ısındığı” anlara denk gelirse buna İsrail-Filistin çatışmasına yönelik sorular da ekleniyor. Bazısı “Bu konuda ne düşünüyorsunuz?” gibi biraz ürkek, bazısı da “Sizin gibi soykırıma uğramış bir ırk nasıl olur da Filistin’de kendisi soykırım yapar?” şeklinde en baştan sorunlu sorularla gelir. Elimden geldiğince önce soruyu düzeltip sonra da yanıtını veririm. İsrail ile ilgili sadece yanlı, eksik ve çoğu çarpıtılmış bilgiler sunan bir medyadan bilgi aldıklarını söyleyerek elbette. Son iki senedir kısaca “Penguenci basın” diyorum, o neslin dilinden konuşunca anlaşmak çok daha kolay ve hızlı oluyor.
Muhafazakâr bir ahalisinin olduğunu düşündüğüm Kocaeli ve Avcılar’da kütüphaneye katılma fikri başta beni biraz tedirgin etti. Kocaeli’nde, Yaşayan Kütüphane için anlaştıkları mekânın duvarında Naci El Ali’nin meşhur ‘Sırtı donuk çocuk Hanzala’ karakterini ve ‘İşgal altındaki Kudüs’ temalı karikatürlerini gördüm. Tam biraz rahatladığımda ise bu sefer bizim kitap başlığının önyargı listesi ile karşılaştım: Zengin, Lanetli İnsan, Irkçı, Mason. Bu önyargıları belirlemek için üniversitede kapsamlı bir saha araştırması yapmışlar; güncel ve gerçek bir algı profili yani.
Bende gerçekten iz bırakan şey muhafazakâr okuyucularımdan birinin “Siz Yahudilerin sokakta kipa ile dolaşamıyor oluşunuz zulümdür” demesi oldu. Aynen kipa kelimesini kullanarak. Kütüphane sonrasındaki toplantımızda ise, Alevi kitabın söylediği “Ben okumalarımda gelen saçma sapan sorulara karşı Yahudi Canlarımı savundum!” demesi, Hıristiyan kitabın da “Ben de aynı şeyi yaptım!” diye ona katılması eşsiz ve gerçek bir deneyimdi.

KAREL VALANSİ: “Sıcak bir gülümsemenin ilk baştan buzları kırabildiğine inanıyorum”
Üç yıldır Yaşayan Kütüphane’ye Yahudi kitap olarak katılıyorum. Önyargılarla yüklü bir şekilde sizi ‘okumaya’ gelen kişileri sıcak bir gülümsemeyle karşılayınca, daha ilk baştan buzların kırılabildiğine içtenlikle inanıyorum. Karşınızdakinin gözünde uzaydan gelmiş, dünyayı yöneten ve her türlü kötülüğün ana kaynağı olarak görülseniz bile, sizin yeşil renkli ve şeytan kulaklı olmadığınızı görmek bile akıllarında yer etmiş düşünceleri sorgulamalarına yetiyor. Farklılıklarınızla Türk toplumunun bir parçası olduğunuzu gördüklerinde, Türkçe konuşup hayatınızın tamamını vatan olarak tanımladığınız Türkiye’de yaşamak istediğinizi duyduklarında da sizi bugüne kadar İsrailli, yabancı ve düşman olarak gördüklerini itiraf ediyorlar. Birebir ve çok kısa bir sürede yaşanan bu etkileşim bir diyalog kapısını açtığı gibi, kendimi bir Türk Yahudi’si olarak anlatabilme imkânını da sağlıyor. Bu etkinliği heyecanla beklememin en önemli sebebi ise kendime, Türk Yahudi’sine bir de toplumun öbür tarafından, bir aynanın aksine bakar gibi bakabilmem, kendim ile ilgili algı ve düşünceleri açık seçik bu kişilerde görebilmem ve öğrenebilmem. Kütüphanelerde bulunan diğer kitap başlıklarına da bir göz attıysanız bunca farklılıkların bir arada bulunabileceği ve her türlü etiketten uzak sohbet edebileceği başka bir ortam hayal bile edemiyorum. Beni zenginleştiren, farklı düşünmeye yönelten, gönülden desteklediğim bir proje Yaşayan Kütüphane.

Karel Valansi ve Tracy Kazmirci
TRACY KAZMİRCİ: “Bir nevi hayvanat bahçesi”
Yaşayan Kütüphane... Bence bir nevi hayvanat bahçesi... Bu benzetme bazılarını kızdırabilir veya rahatsız edebilir o yüzden hemen bir parantez açmak istiyorum. Ben bebeğimin gelişimini köpek gelişimiyle karşılaştıran, köpek davranışlarının bebek davranışlarına benzediğini düşünen bir hayvan severim. Bu benzetmeyle ‘kitap’ olarak okumalar sırasında hissettiğim duyguyu açıklamak niyetim.
“Neden Yahudi kitap seçtiniz?” sorusuna verilen genel cevap, “Etrafımda hiç yok, hiç görmedim, merak ettim görmek istedim” oldu. Bence bu cevap diğer kitaplar için de geçerliydi. Zaten önyargı dediğimiz şey daha çok tanımadığımıza, bilmediğimize karşı oluşturduğumuz yargılar değil mi? Asılsız astarsız... Herhangi bir deneyime veya gerçek bilgiye dayanmayan... İşte oraya biz, nasıl hiç görmediğimiz fili, aslanı, zürafayı yakından görmeye, merak gidermeye hayvanat bahçesine gidiyorsak, onların da bu şekilde Yaşayan Kütüphane’ye geldiklerini hissettim. Ve bence bu kulağa geldiğinin aksine oldukça keyif vericiydi. Özellikle de şaşırdıklarını, “Böyle bir Yahudi” beklemediklerini söylediklerinde. Daha radikal, daha keskin köşeleri olan, savunacak, tartışacak, ikna etmeye çalışılacak bir Yahudi idi bekledikleri. Yırtıcı aslan görmeyi beklerken uyuklayan bir aslanla karşılaşır gibi... Ama bu güzel bir hayal kırıklığıydı bence; istenen, hedeflenen. “Ben de senin gibiyim, farkım yok” diyen. İnsan olmak değil mi en nihayetinde öz? Dini, dili, ırkı, mezhebi, cinsel yönelimi, inancı, mesleği, milliyeti ne olursa olsun! Ama lafta değil bu sefer somut, etiyle kemiğiyle karşısında. Önümüzdeki senelerde çok daha fazla kereler ‘Kitap’ olabilmek dileğiyle... 

MORİS LEVİ: “Bir kişiyi bile ikna edebilirsem yeter bana”
Sorulan soruların satır aralarındaki ön yargıları açıklamaya çalışırken sanki çok önemli bir eseri tamir ettiğim duygusuna kapılıyorum, hissettiğim sevinç, tatmin ve huzur. Ailemi, sevdiklerimi, hemcinslerimi ve atalarımı savunabilme fırsatı bulmuş olmaktan ötürü seviniyorum. Hep göz ardı edilmiş gerçeği anlattığım için ve iyi de anlattığıma inandığım için tatmin oluyorum. Bana atalarımdan bu yana intikal eden görevlerimden birini elimden geldiğince yaptığım için de huzur duyuyorum. Kimilerine göre bir bardak suda delik açıyoruz. Belki de haklılar.  Ama, bugüne kadar görüştüğüm onlarca kişiden bir tanesini bile ikna edebildiysem bana yeter, diyorum.

Devamı Haftaya, Kaçırmayın...

Şalom Gazetesi 24 Haziran 2015

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

Her yaşam bir roman - Panama´daki Türk Yahudileri

Panama´da hızla büyüyen bir Yahudi yaşamı var. Café con Teclas kitabının yazarı gazeteci Sarita Esses´in yanı sıra Antakyalı Eli Cemal, Mersinli Musa İlarslan, Trakya kökenli Julia Kohen de Ovadia ve kuzeni İstanbullu Çela Alkabes de Eskinazi ile göç hikayelerini ve Panama´daki yaşamlarını konuştuğumuz keyifli bir sohbet sizleri bekliyor. Julia Kohen de Ovadia İstanbul doğumluyum. Babam Çanakkaleli Aron Kohen, annem ise Çorlulu Suzi Bahar.  Seneler evvel büyükbabamın eltisi Meksikalı Sultana genç yaşta çocuksuz dul kalınca küçük teyzem Donna’yı yollamasını istedi anneannemden. Donna da Sultana teyzesiyle yaşamak için Meksika’ya gitti. Orada eniştem Moises Mizrachi ile tanıştı ve evlenerek Panama’ya taşındı. Büyükbabam Nessim Bahar vefat edince anneannem Coya, ablam Malka ile iki aylığına kızını görmeye Panama’ya gitti. Ancak orada ablam eniştemle tanıştı, evlendi ve hayatını Panama’da kurdu. Dört çocuğu ve on torunu var. Ablamın düğünü için Panama’ya geldiğimizde ben Saint Pulcherie’de

Karel´den Mario´ya veda…

Kelimeler acı veriyor be Mario! Zormuş senin hakkında bir veda yazısı yazmaya oturmak. Biliyorum, seçmeye çalıştığım hiçbir kelime yaşadığım üzüntüyü aktarmaya yetmeyeceği gibi, seni anlatmaya da yetmeyecek. Bir de şu var. Bu yazıyı bitirip yolladığımda ve basılıp gazetede okuduğumda senin gitmiş olduğun kesinleşecek, oysa daha çok erken! Şu an ne isterdim biliyor musun, veda yazısı yerine senin başarılarını, yeni kitaplarını, söyleşilerini yazmak, seninle yine bir röportaj yapmak. Sevgili hocam, sevgili dostum, öykülerimi ilk okuyanım, edebi yönümü en çok destekleyenim, hiç tanımadığım yazarların hiç duymadığım kitaplarıyla beni tanıştıran.  İzlediği ilginç filmleri benimle paylaşan, tartışan… “Merhaba” diye başlarsın yaratıcı yazarlık derslerine, sonra eklersin “merhaba demek benden sana zarar gelmez demektir,” diye. Koca kalbinle kimseyi üzecek, kıracak bir söz dahi etmediğinden eminim. Günlerdir seni anıyorum. “Twitter’da olmalısın” deyip sana hesap açışımızı, özene bezene seçtiğin