Ana içeriğe atla

Antisemit liderlerin İsrail sevgisi

Seçtiğim başlık kendi içerisinde çelişki içeriyor gözükse de, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile Avrupa’nın sağ, popülist liderleri arasında son yıllarda gelişen yakınlığı anlatabilmenin en kısa ve çarpıcı yolu bu. 
Trump’ın ABD başkanı seçilmesiyle birlikte Obama dönemi sonrası rahat bir nefes alan Netanyahu, ABD büyükelçiliğinin Tel Aviv’den Kudüs’e taşınmasıyla da en çok istediği hediyeye kavuşmuş oldu. Trump’ın ikinci önemli armağanı ise ABD’yi İran nükleer anlaşmasından tek taraflı ayırması ve yaptırımları geri getirmesi oldu. Anlaşmaya baştan karşı çıkan ve bu anlaşmayı engellemek için BM’de hatta Amerikan Kongresinde konuşma yapan Netanyahu için İran sadece nükleer anlamda değil, Suriye’deki faaliyetleri, Hizbullah’a desteği ile de en öncelikli tehdit algısı. Buna ek olarak Trump’ın ‘Yüzyılın Anlaşması’nı hazırlarken Filistin tarafını masaya oturtmak için yaptığı hamleler en çok İsrail’in elini rahatlattı. ABD’nin BM Güvenlik Konseyindeki veto gücü ise İsrail’i hedef alan kararları durdurabildi. 
Ancak asıl sorun da uluslararası forumlarda, kurumlarda İsrail’in karşısına çıkıyor. İsrail kendi sorunlarını anlatmak, çıkarlarını gözetmek için daha fazla dost ülkeye ihtiyacı olduğunu biliyor. 
İsrail’in ABD ile ilişkileri iyi olsa da bir diğer önemli güç olan Avrupa Birliği ile hiçbir şekilde yıldızı barışmıyor. AB ülkeleri Trump’ın Kudüs kararını eleştirmiş, İran anlaşmasının devamını sağlamak için de halen çaba gösteriyor. Filistin konusundaki ağır eleştiriler yine AB ülkelerinden geliyor. Yerleşimlere açıkça karşı çıkan AB’nin, buradan gelen ürünlerin farklı etiketlenmesini talep etmesi İsrail tarafından bir boykot çağrısı olarak kabul edilmişti. Bu nedenle Netanyahu önceliğini AB’nin İsrail karşıtı olarak gördüğü tutumunu içeriden değiştirmek olarak belirledi. Bu amaçla Visegrad Dörtlüsü, Baltık ve Balkan ülkeleri ile yakınlaşmayı ve böylece AB kararlarını etkilemeyi tasarladı. 
Bu konuda da başarılı oldu. Bu ülkelerle yakınlaşması İsrail’in kendi ile ilgili konularda, AB’yi ikiye bölmesini sağladı. Hali hazırda göçmen sorunuyla uğraşan, Brexit’in belirsizliği ve Trump’ın transatlantik ilişkileri yeniden düzenleme çabasıyla karşı karşıya olan AB, İsrail konusunda da tek ses olamamaya başladı. Mesela BM’nin İsrail ile ilgili oylamalarında çekimser kalmayı tercih eden Macaristan, Trump’ın Kudüs adımını eleştiren bir AB kararının geçmesini Romanya ve Çek Cumhuriyeti ile birlikte durdurmayı başardı.
İsrail için bu ülkelerle geliştirilen ilişkiler bir dış politika başarısı ve kurulan ekonomik ilişkiler de oldukça önemli. Ancak Netanyahu’nun dost seçimi beraberinde sert eleştirileri de getiriyor. 
Antisemit söylemleri ile öne çıkan Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın İsrail ziyaretinde el üstünde tutulması büyük tartışmaları beraberinde getirmişti. Orban’ın, İkinci Dünya Savaşı sırasında Macar Yahudilerini Nazilere teslim eden Miklos Horthy’yi ‘müstesna devlet adamı’ olarak övmesi, Macaristan doğumlu milyarder George Soros’u antisemit söylemler kullanarak hedef göstermesi henüz akıllardayken ve Macaristan’da artan Yahudi karşıtlığına rağmen özellikle Soros konusunda İsrail’in ilgisiz tutumu bu eleştirilerin odağındaydı. 
İsrail’in yakınlaştığı bir diğer ülke olan Polonya’nın ise Holokost zamanındaki suçlarından kendini sıyırmak için çıkardığı kanunu hafif bir makyaj ile düzeltip İsrail ile sıcak ilişkilerine devam edebilmesi başta Yad Vaşem olmak üzere tepki çekmişti. Ve liste devam ediyor; tarihi yeniden yazıp Holokost’taki suçlarını unutturmak isteyen ancak Yahudi nüfusunun yüzde 90’ı İkinci Dünya Savaşı sırasında yok olan Litvanya ve İtalyan Lega, Alman Alternative für Deutschland… İsrail’in son zamanlarda yakınlaştığı ülke ve partilerden bazıları.
Avrupa’nın sağcı, göçmen karşıtı, popülist liderleri artan Müslüman ve göçmen karşıtlıklarına olan tepkiyi Yahudi dostu görünerek azaltmaya çalışıyor olabilir, İkinci Dünya Savaşındaki rollerini gölgelemeye çalışıyor olabilir ya da ABD’ye giden kısa yolun İsrail üzerinden geçtiğini düşünüp İsrail’e yakınlaşıyor olabilir. Ancak ülkelerinde antisemitizm arttıkça bunların pek bir inandırıcılığı kalmıyor. 
Netanyahu’nun politik çıkarlar için Avrupalı milliyetçi liderlerle yakınlaşması ise daha büyük sıkıntıları ortaya çıkarıyor. Netanyahu, amacının İsrail’e karşı pek dostça olmayan AB politikalarını dengelemek isteği ve aralarında daha adil bir ilişki kurulabilmesini sağlamak olarak açıklamış olsa da, antisemit olduğu kanıtlanmış liderler veya içerisinde Neo-Nazilerin bulunduğu hükümetlerle yakınlaşması İsrail’in bir devlet olarak önem verdiği değerlerin erozyona uğraması olarak görülüyor. İsrail ile yakınlaşıp antisemit olmadığını tescil etmek isteyen ülkeler İkinci Dünya Savaşı’ndaki suçlarını bu sayede aklama yolluna başvururken İsrail, Holokost’un siyasi amaçlarla kullanılması göz yumması, siyasetin değerlere üstün gelmesi, İsrail’in demokratik değerlerinin gerilemesi konularında eleştiri oklarına hedef oluyor.

Karel Valansi, Şalom Gazetesi, 30 Ocak 2019

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

“We are Beyond What I Had Dreamed of When I Moved to Dubai”

Cem Habib  We talked about how the peace deal between Israel and the United Arab Emirates affected the Jewish life in the Emirates, with the investment manager Cem Habib, who has been living in Dubai since 2016, and who is one of the founding members of the Jewish Council of Emirates (JCE), the first officially recognized Jewish community of the UAE. How long have you been living in Dubai? What influenced you in deciding to live here? I moved to Dubai in 2016, before I had been living in London. My customer base at that time was in Kazakhstan and it had gotten harder commuting there from London every month after 6 years. There were three direct flights between Dubai and Kazakhstan, every day, with a flight time of less than 4 hours. To improve our quality of life and to spend more time with the kids, we moved to Dubai. When moving, how could you overcome the thought “As a Jew, will I be comfortable living in an Arab country with my family?” I talked to my friends from different countri

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

Her yaşam bir roman - Panama´daki Türk Yahudileri

Panama´da hızla büyüyen bir Yahudi yaşamı var. Café con Teclas kitabının yazarı gazeteci Sarita Esses´in yanı sıra Antakyalı Eli Cemal, Mersinli Musa İlarslan, Trakya kökenli Julia Kohen de Ovadia ve kuzeni İstanbullu Çela Alkabes de Eskinazi ile göç hikayelerini ve Panama´daki yaşamlarını konuştuğumuz keyifli bir sohbet sizleri bekliyor. Julia Kohen de Ovadia İstanbul doğumluyum. Babam Çanakkaleli Aron Kohen, annem ise Çorlulu Suzi Bahar.  Seneler evvel büyükbabamın eltisi Meksikalı Sultana genç yaşta çocuksuz dul kalınca küçük teyzem Donna’yı yollamasını istedi anneannemden. Donna da Sultana teyzesiyle yaşamak için Meksika’ya gitti. Orada eniştem Moises Mizrachi ile tanıştı ve evlenerek Panama’ya taşındı. Büyükbabam Nessim Bahar vefat edince anneannem Coya, ablam Malka ile iki aylığına kızını görmeye Panama’ya gitti. Ancak orada ablam eniştemle tanıştı, evlendi ve hayatını Panama’da kurdu. Dört çocuğu ve on torunu var. Ablamın düğünü için Panama’ya geldiğimizde ben Saint Pulcherie’de