Ana içeriğe atla

Brexit ve sonrası, hüzün ve coşku

İlişkileri en baştan mesafeli başladı. İngiltere projeye temkinli yaklaşıyordu. On yıl sonra katılmak istediğinde ise iki defa Fransa, daha doğrusu Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle tarafından geri çevrildi. En nihayetinde Birlik’in bir parçası olduğunda ise tarihler 1 Ocak 1973’ü gösteriyordu. Evlilikleri hep sıkıntılıydı ancak boşanma raddesine gelinmemişti, ta ki Haziran 2016’daki Brexit referandumuna kadar.
Yüzde 52 oy oranıyla AB’ye hayır diyen İngilizler, üç yıl uğraşıp üç başbakan eskittikten sonra, 31 Ocak akşamı Avrupa Birliği’nden ayrıldılar. İngiliz Merkez Bankası bu tarihe özel bastırılan madeni paralarla ayrılığı kutlarken, Başbakan Boris Johnson ülkenin “Yeni bir çağın şafağında” olduğunu söylüyordu ulusa sesleniş konuşmasında. Varılan anlaşmaya göre 11 aylık bir geçiş dönemi başlıyor. Buna göre yılbaşına kadar ülke fiilen Birlik’in bir üyesi olarak kalacak ancak karar mekanizmalarında yer almayacak.
İngiltere bayrakları, Avrupa Birliği ve kurumlarından bir tören düzenlenmeden, sessiz sedasız ama bir o kadar da hüzünlü bir şekilde indirildiğinde bir dönemin sonuna gelindiğinin herkes farkındaydı. Brexit’in hem İngiltere hem de AB için önemli bir dönüm noktası olduğu da tartışma götürmüyor.
AB açısından, örnek gösterilen bir kurumdan İngiltere gibi güçlü bir ülkenin ayrılmak istemesi düşünülebilecek en son şeydi. Çok uzak değil, on yıl öncesine kadar bir istikrar abidesi olarak beğenilen AB, bir başarı öyküsü olarak kabul görmüştü. Avrupalı olmanın şüphe götürmeyen şartı, kaderiydi. Üye ülkeler arasındaki işbirliğini derinleştiren, sağlamlaştıran, üye olmayan ülkeleri imrendiren bu büyük Avrupa projesi, Brexit ile darbe aldı. Avrupa şüpheciliği artarken, AB’de işlerin öyle sanıldığı kadar iyi gitmediğini de göstermiş oldu. AB’nin cazibe merkezi özelliği sorgulanmaya başlandı, vazgeçilmez olduğu düşüncesi lekelendi. Brexit’in birçok ülkeye örnek olabilecek bir adım olması korkusu ise Birlik’in var olan yapısal sorunlarına eklendi.
İngiltere ise, dünyanın daha tehlikeli hale geldiği, daha karmaşıklaştığı günümüzde kendi kendini yalnızlaştırıyor. Güvenilir bir işbirliğine her zamankinden daha fazla ihtiyaç olduğu bir anda AB’den ayrılıyor. İngilizler egemenliklerini Brüksel’den geri aldıklarından, boyunduruğundan kurtulduklarından bahsediyor. Oysa bu adımla Avrupalı olmaktan çıkmıyorlar, görev ve sorumluluklarını terk ediyorlar. İngiltere’nin en büyük ticaret ortağı AB olmaya devam edecek. En güvenebileceği ülkeler de onlar olacak. Çin’in ekonomik tehdidi, Rusya’nın siyasi manevraları devam eder, Trump’ın ABD’si Avrupa’yı hırpalarken, İngiltere AB’ye, AB de İngiltere’ye hep ihtiyaç duyacak. Ekonomik ve stratejik anlamda da AB İngiltere’ye daha yakın, onunla daha avantajlı durumda. Bu değişmeyecek. Değişecek olan, “egemenliğimi geri aldım” derken, AB’nin kararlarından doğrudan etkilenmeye devam ederken, bu karar mekanizmasında artık yer almayacak, bir söz hakkı bulunmayacak olması.
Brexit kampanyası en başından beri mantıktan çok duygulara seslenen bir çağrıydı. Verilerden çok, Brexit çevresinde yaratılan hikâye konuşuldu. Bir kurtuluş, bir özgürlük adımı olarak tanımlandı. Şu an Brexit destekçileri için AB’den çıkmaları dahi bir başarı olarak kabul ediliyor. Asıl çıkış ise yıl sonunda geçiş dönemi kazasız belasız atlatıldığında gerçekleşecek (eğer yeniden bir uzatma alınmazsa).
Beş - on sene sonra İngilizler hâlâ aynı fikirdeyse o zaman Brexit’çilerin hakkını teslim etmek gerekecek. Ama eğer değillerse Brexit’i geri çevirecek bir adım atacaklardır. Bunun için ve kendi geleceği için AB’nin önce kendi iç sorunlarını çözüp, ileriye bakabiliyor olması gerekiyor. Daha dinamik, üyeleri arasında tutarlı, uyumlu ve ortak bir vizyona sahip olabilmek için kendini yenilemesi, Birlik’i ileriye taşıması gerekiyor.

Karel Valansi, OBJEKTİF, Şalom Gazetesi 12 Şubat 2020 http://www.salom.com.tr/koseyazisi-113541-brexit_ve_sonrasi_huzun_ve_cosku.html

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

“We are Beyond What I Had Dreamed of When I Moved to Dubai”

Cem Habib  We talked about how the peace deal between Israel and the United Arab Emirates affected the Jewish life in the Emirates, with the investment manager Cem Habib, who has been living in Dubai since 2016, and who is one of the founding members of the Jewish Council of Emirates (JCE), the first officially recognized Jewish community of the UAE. How long have you been living in Dubai? What influenced you in deciding to live here? I moved to Dubai in 2016, before I had been living in London. My customer base at that time was in Kazakhstan and it had gotten harder commuting there from London every month after 6 years. There were three direct flights between Dubai and Kazakhstan, every day, with a flight time of less than 4 hours. To improve our quality of life and to spend more time with the kids, we moved to Dubai. When moving, how could you overcome the thought “As a Jew, will I be comfortable living in an Arab country with my family?” I talked to my friends from different countri

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

Her yaşam bir roman - Panama´daki Türk Yahudileri

Panama´da hızla büyüyen bir Yahudi yaşamı var. Café con Teclas kitabının yazarı gazeteci Sarita Esses´in yanı sıra Antakyalı Eli Cemal, Mersinli Musa İlarslan, Trakya kökenli Julia Kohen de Ovadia ve kuzeni İstanbullu Çela Alkabes de Eskinazi ile göç hikayelerini ve Panama´daki yaşamlarını konuştuğumuz keyifli bir sohbet sizleri bekliyor. Julia Kohen de Ovadia İstanbul doğumluyum. Babam Çanakkaleli Aron Kohen, annem ise Çorlulu Suzi Bahar.  Seneler evvel büyükbabamın eltisi Meksikalı Sultana genç yaşta çocuksuz dul kalınca küçük teyzem Donna’yı yollamasını istedi anneannemden. Donna da Sultana teyzesiyle yaşamak için Meksika’ya gitti. Orada eniştem Moises Mizrachi ile tanıştı ve evlenerek Panama’ya taşındı. Büyükbabam Nessim Bahar vefat edince anneannem Coya, ablam Malka ile iki aylığına kızını görmeye Panama’ya gitti. Ancak orada ablam eniştemle tanıştı, evlendi ve hayatını Panama’da kurdu. Dört çocuğu ve on torunu var. Ablamın düğünü için Panama’ya geldiğimizde ben Saint Pulcherie’de