Ana içeriğe atla

Koronavirüs Türkiye-İsrail İlişkilerinde Bir Kapı Aralayabilir mi?

Koronavirüs bir çok ilişkiyi yeniden tanımlarken, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin yeniden normalleşmesi için bazı fırsatlar da sunuyor. Ancak bunları değerlendirmek, yeni bir bakış açısıyla ilişkileri ele almak bu iki devletin elinde. İlişkilerdeki güvensizlik ve bunun halklara yansıyan olumsuz etkisi istenirse aşılabilir ama bunun için başta siyasi irade ve dış politikada bir açılım gerekir. Doğal afetlerin ya da pandeminin başlatacağı bir yakınlaşma ancak bu irade olursa sağlanabilir. 

İsrail koronavirüse bir yıldır süren siyasi bir kriz ve Yüzyılın Anlaşması’nın açıklanmasının hemen ardından yakalandı. Pandemiye karşı sert tedbirleri çok hızlı aldı. Zayıf halkası ise modernliği ve seküler yaşam tarzını reddeden Haredimlerdi (ultra-Ortodoks Yahudiler). Türkiye ise koronavirüse karşı biraz daha geç ve bu kadar sert olmayan ama gerekli bir takım tedbirler aldı. 
Elinin değdiği her yeri ve her şeyi içine alan ve hayatı durdurma noktasına getiren koronavirüse karşı insanlık büyük bir savaş veriyor. Bilinmeze doğru verilen bu mücadelede her ülke birbirinin tecrübesinden yararlanıyor. 
Türkiye ve İsrail’e baktığımızda, her iki ülkenin aynı yoğunlukta olmasa da birbirlerine benzer tedbirler almaya çalıştığını görüyoruz. Mesela 8 Nisan akşamı başlayan Pesah Bayramı’nda herkesin ailesiyle bir arada olmak isteyeceğini düşünerek geçici sokağa çıkma yasağı uygulayan İsrail’in ardından aynı hafta Türkiye, havaların güzel olmasından istifade dışarı çıkmak isteyenleri engellemek için hafta sonuna yönelik iki günlük bir sokağa çıkma yasağı uyguladı. Planlama hatasından kaynaklanan panik ise göz ardı edilemez düzeyde oldu. İçişleri Bakanı sorumluluğu kabul ederek istifa etti. Ancak istifası Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilmedi.
Yine aynı hafta Türkiye’de, 65 yaş üstü veya kronik hastalıkları olan ve izolasyon bölgelerini terk eden bazı kişilere cep telefonlarından uyarı mesajları gelmeye başladı. Pandemi izolasyon takip projesi Türkiye’de denenmeye başlarken, start-up ülkesi İsrail’de 23 Mart’tan itibaren Covid-19 testi pozitif çıkan kişilerin hareketlerini takip eden ve kullanıcıya son 14 günde bu kişilerle bir araya gelip gelmediğini gösteren Hamagen uygulaması kullanılmaya başlandı. Başta insan hakları olmak üzere hakkında büyük tartışmalar yaşanan bu uygulamanın bir benzerinin Türkiye’de kullanılmaya başlaması ise iki ülke arasında know-howtüründe bir iş birliği yapıldığını düşündürüyor. 
Yine kapalı kapılar ardında kalan bir iş birliği olasılığı daha var bu dönemde. Türkiye dünyanınüçüncü en büyük yumurta ihracatçısı. En önemli pazarını Orta Doğu ülkeleri oluşturuyor. İsrail ise yumurta konusunda genelde yurt dışına bağımlı. Her sene özellikle Pesah Bayramı’nda yaşanan yumurta sıkıntısı bu sene pandemiyle üst düzeye çıktı. Boş yumurta raflarının fotoğrafları sosyal medyanın da gündemine oturdu. İsrail, İspanya ve Ukrayna gibi ülkelerden yumurta aldığını açıklarken, 2012’deki salmonella krizine kadar İsrail’in yumurta ihtiyacını karşılayan ana tedarikçi konumundaki Türkiye’nin adı ise haberlerde geçmedi. Öte yandan Türkiye’nin yumurta ihracatının yüzde 70’inin gerçekleştiği Irak ile 2019’dan beri yaşanan kriz, Türkiye’nin elinde yumurta fazlasının kalması ile sonuçlandı. İsrail’in alımı Irak’ınkiyle kıyaslanmayacak düzeyde olsa bile, her iki ülkenin bu konuda yaşadığı sıkıntıyı bir nebze hafifletebilecek durumda. 
Bahsettiğim bu olasılıklar bir kenarda dursun, iki ülkenin basına yansıyan ve koronavirüse bağlı iş birliği tıbbi malzeme alanında da gerçekleşti. 9 Nisan tarihinde Bloomberg’de yayınlanan habere göre, Türkiye İsrail’e koruyucu maske, tulum ve steril eldiven satışına onay verdi. Benzer bir paketse Filistin Yönetimi’ne yardım olarak gönderilecek.
Bu haber aslında iki ülke arasındaki ilişkilerin üç temel özelliğine dikkatimizi çekiyor. Birincisi, ilişkilerde siyaset ve ticaret birbirinden boşanmış durumda. İkili ilişkilerin felaket anı diyebileceğimiz Mavi Marmara olayından sonra bile ticaret hacmi artarak devam etmiş, iki ülkenin farklı ürünler üretiyor olması ve bu anlamda ekonomilerinin birbirini tamamlıyor olması buna yardımcı olmuştu. İstanbul-Tel Aviv arası direkt uçuşlar ise koronavirüs önlemleri öncesinde günde 14 sefer olarak gerçekleşiyordu. İstanbul havaalanları, her şeye rağmen İsrail’in dış dünyaya önemli bir bağlantı noktası olmaya devam etti. 
İkincisi, iki ülke arasındaki her türlü siyasi krize rağmen doğal afetler karşısındaki insani yardımlaşma ve iş birliği devam etti. Bu ilişkilerin kurulduğu ilk yıllardan beri böyle. Bu nedenle koronavirüs salgınındaki iş birliği çabaları şaşırtıcı değil. 1999 depreminde Türkiye’nin yardımına koşan ilk ülkelerin başında geliyordu İsrail. 2010 Karmel Dağı’ndaki orman yangınında Türkiye, İsrail’e yangın söndürme uçakları göndermişti. 2011’deki Van depreminde Türkiye’ye yardım elini uzatan ülkelerin başında İsrail yer alıyordu. Mart 2016’da Taksim’de gerçekleşen terör saldırısında hayatını kaybeden ve yaralanan İsrail vatandaşlarının ülkeye götürülmesi için -ilişkilerin o günkü kötü durumunda bile- İsrail askeri uçağının sivil bir havaalanı olan Atatürk Havaalanına inmesine izin verilmişti. 
Üçüncüsü ise Filistin meselesi. Bu haberde de gördüğümüz gibi, İsrail’e tıbbi ürün satışı yapılacağı bilgisinin hemen yanında Filistin Yönetimi’ne de yardım yapılacağı söyleniyor. İki ülke ilişkilerinin tam ortasında her zaman Filistin duruyor ve ikili ilişkilerin en hassas noktasını oluşturuyor.
Türkiye ile İsrail’i koronavirüs konusunda bir araya getiren ikinci konu ise, ikili ilişkilerin normalleşmesinin önünde duran en önemli engellerden birini oluşturuyor. Koronavirüs, Türk halkının bir bölümünün komplo teorilerine olan inancı kadar, yerleşmiş olan İsrail karşıtlığını ve antisemitizmi (Yahudi düşmanlığı) sosyal medyaya da yansıyan dolmuş sohbetinde ve sokak röportajında en çıplak haliyle gösterdi.
Son birkaç yıla kadar bu durumun İsrail’de net bir karşılığı yoktu. Ancak son yıllarda İsrail’in gözündeki olumlu Türkiye imajının da yıprandığını görebiliyoruz. Liderler arasında süren sataşmaların yanı sıra İsrail’deki son seçim döneminde Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, tıpkı İran gibi olumsuz bir örnek olarak sıkça her iki kanat tarafından kullanıldı
Türkiye uzun zamandır vazgeçilebilir görüyordu İsrail’i. Özellikle iç politikada İsrail karşıtlığının bir oy potansiyeli vardı. Bir süredir İsrail’de de Türkiye için benzer bir durum var. Türkiye İsraillilerin gözündeki o özel konumunu kaybetti ve yerini doldurabilen bir çok alternatif var artık. Bunu özellikle İsrail’in Doğu Akdeniz’de ve Körfez ülkeleriyle geliştirdiği ilişkilerde görebiliyoruz.
Koronavirüs öncesi döneme baktığımızda, iki ülke arasında birçok gerilim noktası olduğunu görüyoruz. Filistin konusu her zaman iki ülke ilişkilerini doğrudan etkileyen bir konu olmayı sürdürüyor. İsrail’in gözünde Türkiye, ABD’nin elçiliğini Kudüs’e taşıma kararı ile Yüzyılın Anlaşmasına verdiği tepkilerle eskisi gibi bir arabulucu olarak değil, taraf olarak konumlanıyor. İsraillilerin en hassas noktası, bir nevi bam teli olan Holokost ve Nazi benzetmeleri Türk tarafının ağzından eksik olmazken, bu durum İsrail’in Türkiye’yi İsrail karşıtı kampta görmesine ve daha da önemlisi Türkiye’ye güvenmemesine neden oluyor. 
Bu güvensizlik ticarete belki etki etmiyor ama stratejik bir iş birliğinin önündeki en büyük psikolojik engeli oluşturuyor. Bunun en açık örneği Doğu Akdeniz’de yaşanıyor. İsrail doğalgazının Avrupa’ya ulaşması için en ekonomik yol Türkiye üzerinden mevcut boru hatlarını kullanmaktan geçiyor. Ancak İsrail, ikili ilişkilerin normale en yakın olduğu dönemde bile Türkiye ile boru hattı kurulsa dahi diğer alternatiflerden vazgeçmeyeceğini söylüyordu.  
Bu sene ilk defa İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) Türkiye’yi “zorluk (challenge) listesine” ekledi. Rapora göre IDF, Türkiye ile doğrudan bir savaş çıkmasını beklemiyor ancak takip edilmesi gereken ülke ve lider olarak tanımlıyor. Bu da İsrail’in gözünde Türkiye’nin dikkat edilmesi gereken ülkeler arasına girdiğini gösteriyor. Bu durumun birçok sebebi var.
İsrail açısından Türkiye’nin NATO’ya ve AB adaylığına verdiği değer, Rusya ile karmaşık ilişkisi, Orta Doğu’ya yönelik artan ilgisi soru işaretleri uyandırıyor, Türkiye’nin dış politikadaki yönünü sorgulatıyor. Ayrıca, başkanlık sistemine geçiş, ülkedeki kutuplaşma ve otoriterleşme İsrail tarafından kuşkuyla karşılanıyor. 2016’daki normalleşme anlaşmasının bir parçası olmasına rağmen Hamas’ın Türkiye’de faaliyetlerini sürdürdüğü yönündeki suçlamalar, Doğu Akdeniz’deki gerginlik, Suriye’de özellikle Kürtler konusundaki farklı duruşları stratejik bir ilişkinin kurulmasını, yapıcı ve uzun ömürlü bir iş birliğinin başlamasını engelliyor.
Koronavirüs iki ülke arasındaki bu derin güvensizliği yenemese de özellikle İsrail’in güçlü olduğu teknoloji ve biyoteknoloji alanında iki ülke arasındaki iş birliğini geliştirebilir. İsrail Covid-19’a karşı ilaç ve aşıyı bulabilecek ülkelerin başında geliyor. Çin’deki salgının başladığı andan itibaren üretim kapasitesini arttıran Türkiye ise tıbbi ürünler konusunda oldukça güçlü ve günümüzde sadece İsrail’e değil birçok ülkeye ihracat yapıyor. 
Koronavirüs bir çok kavramı tartışmaya açarken sağlık sektörünün eksiklikleri kadar reform ihtiyacı da gündeme gelecek. Koronavirüsün yayılma hızı ülke sınırlarını yeniden güçlendirirken özellikle tarım konusunda ülkelerin kendi kendine yetebilmesi daha da önemli hale gelecek. Çünkü kamu sağlığı aynı zamanda gıdanın ulaşılabilirliği ve kalitesi ile de yakından bağlantılı. Böylece tarım Türkiye’de yeniden hak ettiği öneme kavuşurken, bu konuda gelişmiş teknolojiler kullanan İsrail’in uzmanlığından yararlanılabilir.   
Enerji fiyatlarında yaşanan düşüş ve aynı zamanda talepteki azalma ekonomik dengeleri alt üst ederken, Doğu Akdeniz doğalgaz planları da belirsiz bir süre için ertelenebilir. Bu durum Türkiye ile İsrail arasında bu konuda süren gerginliğin azalmasına ve iki ülke arasında daha yapıcı bir diyalog kapısının açılmasına zemin hazırlayabilir.  
Orta Doğu koronavirüs öncesinde de belirsizliğin ve istikrarsızlığın hüküm sürdüğü bir dönemden geçiyordu. Koronavirüs bu durumu daha da derinleştirebilir. Yaşanacak ekonomik kriz kamu sistemlerinin kilitlenmesine, iflas etmesine ve hükümetlerin devrilmesine kadar gidebilecek bir sürece evrilebilir. Bu durum yeterince vahimken, güç boşlukları terör örgütleri, özellikle de IŞİD tarafından, yeniden doldurulabilir. Böylesi bir tablo karşısında Türkiye ve İsrail’in iş birliği yapması hem Orta Doğu’yu yeniden istikrara kavuşturmak hem de bu tehditlerin kendi sınırlarına dayanmasını engellemek için gerekli olacaktır. 
Koronavirüs hayatımızı hiç beklemediğimiz ölçüde ve halen sonucunu tam olarak öngöremediğimiz bir şekilde değiştirdi. Zaman ve mekan alıştığımız anlamından çıkarak farklı bir boyuta geçerken, bu yeni gerçeklik kendi avantaj ve dezavantajlarıyla birlikte geliyor. Koronavirüs birçok ilişkiyi yeniden tanımlarken, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin yeniden normalleşmesi için bazı fırsatlar sunuyor. Ancak bunları değerlendirmek, yeni bir bakış açısıyla ilişkileri ele almak bu iki devletin elinde. İlişkilerdeki güvensizlik hali ve bunun halklara yansıyan olumsuz etkisi istenirse aşılabilir ama bunun için başta siyasi irade ve dış politikada bir açılım gerekir. Doğal afetlerin ya da pandeminin başlatacağı bir yakınlaşma ancak bu irade olursa sağlanabilir.

Karel Valansi, GPoT Center op-ed, 15 Nisan 2020 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

Her yaşam bir roman - Panama´daki Türk Yahudileri

Panama´da hızla büyüyen bir Yahudi yaşamı var. Café con Teclas kitabının yazarı gazeteci Sarita Esses´in yanı sıra Antakyalı Eli Cemal, Mersinli Musa İlarslan, Trakya kökenli Julia Kohen de Ovadia ve kuzeni İstanbullu Çela Alkabes de Eskinazi ile göç hikayelerini ve Panama´daki yaşamlarını konuştuğumuz keyifli bir sohbet sizleri bekliyor. Julia Kohen de Ovadia İstanbul doğumluyum. Babam Çanakkaleli Aron Kohen, annem ise Çorlulu Suzi Bahar.  Seneler evvel büyükbabamın eltisi Meksikalı Sultana genç yaşta çocuksuz dul kalınca küçük teyzem Donna’yı yollamasını istedi anneannemden. Donna da Sultana teyzesiyle yaşamak için Meksika’ya gitti. Orada eniştem Moises Mizrachi ile tanıştı ve evlenerek Panama’ya taşındı. Büyükbabam Nessim Bahar vefat edince anneannem Coya, ablam Malka ile iki aylığına kızını görmeye Panama’ya gitti. Ancak orada ablam eniştemle tanıştı, evlendi ve hayatını Panama’da kurdu. Dört çocuğu ve on torunu var. Ablamın düğünü için Panama’ya geldiğimizde ben Saint Pulcherie’de

Bu yılki Elküs Marküs ödüllerine Şalom damgasını vurdu

İki yılda bir düzenlenen ancak pandemi nedeniyle 2020 yılında gerçekleştirilemeyen Elküs Marküs Erdem ve Hayırseverlik Ödül Töreni 30 Mart akşamı çevirim içi olarak gerçekleştirildi. Bir çok dalda ödüllerin dağıtıldığı gecede Şalom Dergi ve Şalom yazarlarına da ödüller yağdı. Fakirleri Koruma Derneği’nin Elküs Marküs Erdem ve Hayırseverlik Ödül Töreni 30 Mart Çarşamba akşamı Zoom üzerinden gerçekleştirildi. İki yılda bir düzenlenen ödül töreni pandemi nedeniyle planlandığı gibi Mart 2020 yılında gerçekleştirilememişti. Ödül töreni dört yıllık zorunlu bir aradan sonra çevirim içi bir törenle sahiplerine teslim edildi, başarıları ödüllendirildi.  Türk Yahudi Toplumunun yegane ödül veren kurumu olan Fakirleri Koruma Derneği, bu ödülü 1916 yılında, dönemin ABD İstanbul Büyükelçisi Abraham Elküs ve Gertrude Elküs’ün henüz 16 yaşındayken hayatını kaybeden kızları Jane Selma Elküs’ün anısını yaşatmak için vermeye başlamıştı. Davranışlarıyla hayranlık uyandıran kişileri onurlandırmak ve bu kiş