Ana içeriğe atla

Yeni bir Orta Doğu’nun şafağında

2011'den beri Orta Doğu bir değişim içinde. Tüm taşlar yerinden oynadı, yıkılmaz sanılan rejimler parçalandı, sınırlar silikleşti, devlet dışı aktörler güçlendi. Bu istikrarsızlık ortamında bu hafta bir barış adımı atıldı

Salı günü Washington'daki törene katılanlar liderlerden bu sözü duyuyorlardı: "Yeni bir Orta Doğu'nun şafağındayız." O gün televizyonları başında olanlar tarihi bir olaya tanıklık ettiler. "Büyük bir değişimin eşiğindeyiz" diyordu liderler. Bu değişimin bölge için tam olarak ne ifade ettiğini ileride analiz edebileceğiz ancak önemli bir adım olduğunu teslim etmek gerekir.

Bu nedenle bu gelişmeyi küçümsemeye çalışanlara katılmıyorum. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn'in yüzölçümü olarak veya nüfus açısından küçük olması, veya İsrail ile hiç savaşmamış olmaları, tanıklık ettiğimiz, Orta Doğu'da çok ender rastlanan barış anlaşmasının önemini azaltmıyor. Bu üç küçük ülkenin neler başardığı, BAE'nin özellikle bir çok dünya meselesinde varlık gösterdiğini biliyoruz.

Bu olumsuz söylemler, anlaşmanın yaydığı umut ışığını da karartamıyor. Tam tersine Hartum'da karar verilen "Üç Hayır"dan nerelere gelinebildiğini tüm açıklığıyla gösteriyor. Trump başka ülkelerin de sırada olduğunu söyledi, töreni izleyenler arasında Sudan ve Umman'dan diplomatların da olduğunu bu nedenle not etmek gerek.

Böylesi bir tören her gün olmuyor. İsrail Mısır ile 1979'da, Ürdün ile ise 1994'de, tam 26 sene önce barış anlaşması imzalamıştı. Bu nedenle BAE'nin kalın duvarda bir yol açtığını söylemeliyiz. Körfez ülkeleri ile İsrail'in hali hazırda yaklaşık 20 senedir devam eden ilişkileri vardı. Ancak BAE ve hemen ardından Bahreyn yaptıkları anlaşmayla bu ilişkiyi artık gizli saklı olmaktan çıkarıp daha görünür hale getirmeye karar verdiler.

Bu adım ile bu iki Körfez ülkesi, hem İsrail ile ilişkilerini bir çok alanda geliştirmek istediklerini, hem ulusal çıkarlarını şimdiye kadar dokunulmaz kabul edilen Filistin meselesi gibi konuların üstünde tuttuklarını gösterdiler. Ama daha da önemlisi, şimdiye kadar sürdüğü gibi gidebilecek bir işbirliğini görünür kıldılar, ele güne karşı bu ilişkiyi kabullendiklerini gösterdiler. 

Bu kabullenmenin sebebi her iki tarafın işbirliği alanlarını genişletme isteğinden çok, tehdit algılarının benzemesinde yatıyor. Burada da hedefimize İran oturuyor. BAE açık açık bu ittifakı İran tehdidine karşı kurduğunu söylemeyip başka öncelikler öne sürse de, bu kararıyla İran'ın sinir uçlarına değdiği malum. Bu gelişmenin 1949 yılında İsrail devletini kendisi tanımış olmasına rağmen Ankara'nın da hoşuna gitmediği dışişleri bakanlığının kınama mesajlarından açıkça görülüyor.

Böylesi bir tablo, BAE'nin bir çok konuda ayrı düştüğü İran ve Türkiye'yi bölgenin önemli bir gücü olan İsrail ile dengelemek istediğini gösteriyor. Doğu Akdeniz'den Libya'ya bir çok gerilim noktasında gördüğümüz bloklaşmanın ise daha da sağlamlaştığı anlaşılıyor. İsrail ile Körfez ülkelerinin aynı kulvarda yer almak istediklerini anlıyor hatta bunu açık açık ilan ettiklerini görüyoruz.

Bu dengeleme ihtiyacının merkezinde, ABD'nin son iki başkanının Orta Doğu politikalarındaki değişim bulunuyor. Hem Obama hem de Trump bir çok kez Orta Doğu'dan Asya Pasifik'e kaymak istediklerini dile getirdiler. Bu durum Körfez ülkelerini bir hayli endişelendiriyor. Obama döneminde yerleşen güvensizlik, Trump dönemindeki Aramco'ya yönelik saldırı gibi büyük olaylarla pekişti. Bu nedenle, ABD seçimleri Orta Doğu için de çok önemli.

Ancak, Biden veya Trump'ın seçilmesi durumunda dahi Orta Doğu'ya gerektiğinden fazla mesai harcandığını söyleyebilirler. Ayrıca Biden'in seçilmesi durumunda Obama'nın yaptığı İran açılımını tekrarlama ihtimali de var. Bu nedenle BAE, hem bölgede işbirliği yapabileceği güçlü bir ülke olarak İsrail ile yakınlaşıyor hem de -her iki başkan adayına da- bölgede ABD'nin güvenebileceği bir müttefik olarak kendisinin de bulunduğunu hatırlatıyor.

Konumuz BAE ve Bahreyn olsa dahi, tüm bu gelişmelerin Suudi Arabistan'ın onayı olmadan gerçekleşmeyeceğini göz önünde tutarak, genel anlamda Körfez ülkelerinde bir değişimin yaşandığını söylemek mümkün.

BAE özelinde ise, emirliklerde bir çok farklı milletten insan yaşıyor. Bu kişilerin gereksinimlerine göre kilise, sinagog ve diğer mabetler açılıyor. Bu farklı kimlikleri barındıran BAE'de birlikte yaşama anlayışının oluştuğunu, bu durumun da İsrail ile yapılan açılıma izin verdiğini söyleyebiliriz. BAE'nin geçtiğimiz senelerde Expo 2020'ye İsrail'i davet etmesi, İsrailli turistlerin ülkeyi ziyaret edebileceğini açıklaması, İsrail ile olası bir normalleşme karşısında halkın nabzını tutan adımlardı. İsrail ile hiç savaşılmamış olunması da bu adımı kolaylaştıran bir etkendi. İsrail ile barışın eğitim müfredatına eklenmesi ise bu konuya verilen önemi gösteriyor.

Böyle bir ilk adımı atan BAE'nin kendine güveninin de tam olduğunu eklemek gerek. Çünkü BAE ve Bahreyn bu kararı bir baskı veya zorunluluk karşısında almadılar. Rasyonel bir hesaplama yapıp, artı ve eksisine bakıp, İsrail ile ilişkileri normalleştirme seçeneğini seçtiler. Öte yandan, İsrail ile herhangi bir işbirliğinin bölgede tabu olduğu, Mısır ve Ürdün örneğinde olduğu gibi ağır bir bedeli olduğu zamanların geride kaldığını da hatırlatmak gerek.

2011'den beri Orta Doğu bir değişim içinde. Tüm taşlar yerinden oynadı, yıkılmaz sanılan rejimler parçalandı, sınırlar silikleşti, devlet dışı aktörler güçlendi. Bu istikrarsızlık ortamında bu hafta bir barış adımı atıldı. Bu adım ile Körfez ülkeleri, liderlerin törende söyledikleri gibi "yeni bir Orta Doğu doğarken" yerlerini sağlamlaştırıyorlar dersek yanlış olmaz sanırım.

Karel Valansi, T24, 17 Eylül 2020 https://t24.com.tr/yazarlar/karel-valansi/yeni-bir-orta-dogu-nun-safaginda,28041

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

“We are Beyond What I Had Dreamed of When I Moved to Dubai”

Cem Habib  We talked about how the peace deal between Israel and the United Arab Emirates affected the Jewish life in the Emirates, with the investment manager Cem Habib, who has been living in Dubai since 2016, and who is one of the founding members of the Jewish Council of Emirates (JCE), the first officially recognized Jewish community of the UAE. How long have you been living in Dubai? What influenced you in deciding to live here? I moved to Dubai in 2016, before I had been living in London. My customer base at that time was in Kazakhstan and it had gotten harder commuting there from London every month after 6 years. There were three direct flights between Dubai and Kazakhstan, every day, with a flight time of less than 4 hours. To improve our quality of life and to spend more time with the kids, we moved to Dubai. When moving, how could you overcome the thought “As a Jew, will I be comfortable living in an Arab country with my family?” I talked to my friends from different countri

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

Her yaşam bir roman - Panama´daki Türk Yahudileri

Panama´da hızla büyüyen bir Yahudi yaşamı var. Café con Teclas kitabının yazarı gazeteci Sarita Esses´in yanı sıra Antakyalı Eli Cemal, Mersinli Musa İlarslan, Trakya kökenli Julia Kohen de Ovadia ve kuzeni İstanbullu Çela Alkabes de Eskinazi ile göç hikayelerini ve Panama´daki yaşamlarını konuştuğumuz keyifli bir sohbet sizleri bekliyor. Julia Kohen de Ovadia İstanbul doğumluyum. Babam Çanakkaleli Aron Kohen, annem ise Çorlulu Suzi Bahar.  Seneler evvel büyükbabamın eltisi Meksikalı Sultana genç yaşta çocuksuz dul kalınca küçük teyzem Donna’yı yollamasını istedi anneannemden. Donna da Sultana teyzesiyle yaşamak için Meksika’ya gitti. Orada eniştem Moises Mizrachi ile tanıştı ve evlenerek Panama’ya taşındı. Büyükbabam Nessim Bahar vefat edince anneannem Coya, ablam Malka ile iki aylığına kızını görmeye Panama’ya gitti. Ancak orada ablam eniştemle tanıştı, evlendi ve hayatını Panama’da kurdu. Dört çocuğu ve on torunu var. Ablamın düğünü için Panama’ya geldiğimizde ben Saint Pulcherie’de