Ana içeriğe atla

Biden'ın Filistin başlığı

ABD'nin 46. Başkanı Joe Biden, başkan yardımcısı olarak görev aldığı dönemden çok daha farklı bir Orta Doğu ile karşı karşıya. Her şeyden önce bölgede üç savaş sürüyor; Suriye, Libya ve Yemen. Ayrıca, bölgede farklı ittifaklar oluştu. İran cephesinde Tahran'ın yanında Hizbullah gibi Şii örgütler var. Sünni ülkelerin oluşturduğu bir karşı cephe de bulunuyor. İsrail'in de içinde bulunduğu bu grubu İran tehdidi bir araya getirmiş olsa da Covid-19, güvenlik, ekonomi gibi ortak çıkarların varlığı, ikili ilişkileri de olumlu yönde etkiliyor. Bir diğer gruplaşma Doğu Akdeniz'de yaşanıyor. Enerjinin itici gücü Mısır, İsrail, Ürdün gibi ülkeleri bir araya getirirken, onlara Filistin Yönetimi, Kıbrıs Rum Kesimi, Yunanistan ve İtalya da ekleniyor. Tüm bu gruplaşmanın dışında kalan Türkiye'nin Katar ile oluşturduğu işbirliğini de bir diğer grup olarak ekleyebiliriz.

Her ne kadar Obama dönemindeki isimleri yönetiminin kilit noktalarına yerleştirmeyi tercih etmiş olsa da, Biden yönetiminin Obama döneminden çok daha farklı öncelikleri var. İç sorunlar ve pandemi yeni yönetimin ana konularını oluşturuyor. Orta Doğu'nun ise Biden'ın önceliği olmadığının altını çizmek gerek. Bölgeye yönelik dış politikasını saptarken oluşmuş olan bu ittifakları da göz önüne almalı. Türkiye, İran, Körfez ülkeleri, İsrail, Rusya'yı ve çatışan hedeflerini de dikkate alarak kıvrak bir politika benimsemesi gerekiyor.

İran konusu bu bölgedeki ana başlığı. Ekonomik yaptırımların kaldırılmasını isteyen Tahran da kendini sürekli ABD'ye hatırlatıyor. İran'ın ana önceliği Biden yönetimindeki ABD'nin nükleer anlaşmaya yeniden dönmesi değil. Obama'nın diyalog yaklaşımı da, Trump'ın maksimum baskı politikası da Tahran'ı nükleer çalışmalarından alıkoyamamıştı. Nasılsa aklındakini yapacak olan İran için ABD'nin JCPOA'ya dönüp dönmemesi değil, ne olursa olsun ekonomik yaptırımları kaldırılması en önemli konu.

Tıpkı İran gibi, Trump'ın baskı ile masaya oturtmaya çalıştığı bir de Filistinliler vardı. Filistinliler için Biden'ın göreve gelmesi, Trump ile bir dört yıl daha geçirmek zorunda kalmaktan daha umut verici olduğu muhakkak. Ancak Biden'ın Obama dönemi kadar siyasi enerji ve sermayesini İsrail ile Filistinliler arasındaki barış görüşmelerine harcayacağını beklememek gerekir. Her ne kadar konuya yaklaşımı Obama'ya benzerlikler gösterecek olsa da, Biden'ın Trump'ın bölgede kurduğu yeni düzenden, oluşturduğu yeni parametrelerden ilerleyeceğini söyleyebiliriz. Daha açıkça söylemek gerekirse, ABD büyükelçiliği Kudüs'te kalacak, İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki ilişkiler kurulurken Filistin konusu belirleyici olmayacak.

Trump daha önceki yönetimlerin aksine İsrail-Filistin çatışmasını Orta Doğu'nun ana meselesi olmaktan çıkardı. Bu sayede İsrail bölgeye kabul edilerek, İran tehdidine karşı bir birlik oluşturmaya öncelik verildi. Böylece bir tabu daha yıkıldı ve son aylarda dört Arap ülkesi İsrail ile diplomatik ilişkilerini başlattı. Ayrıca Trump, önceki başkanların aksine, ABD'nin bu konuda tarafsız bir aktör olduğunu iddia etmedi ve Filistinlileri görüşme masasına oturtmak veya Arap ülkelerinin desteğini sağlamak adına, İsrail'e yakınlığını gizleme ihtiyacını hissetmedi. Tam tersine, Filistin liderlerini sorumluluk almaya çağırırken, çatışmayı bitirmek için ödün vermeye yanaşmamakla ve Filistin halkına zarar vermekle suçladı. Filistin tarafını değişime zorladı. Filistin devletinin kurulması için terörü desteklemekten ve halka İsrail nefreti aşılamaktan vazgeçilmesinin yanı sıra hukuk düzeni, insan hakları, özgür basın, şeffaflık talep ederken, yolsuzluğun engellenmesi gibi konularda gelişme sağlanmasını istedi. Maksimum baskı ile Filistinlileri masaya oturtma stratejisini benimseyen Trump, ABD'nin geleneksel olarak yürüttüğü hassas, dengeli diplomatik anlayıştan da böylece uzaklaştı.

Biden yönetiminin ise Trump'tan farklı olarak daha öngörülebilir olacağını söylemek gerekir. Trump'ın yaptığının aksine beklenmedik sürprizlerden kaçınacak. Yani bir sabah herhangi bir konuda Twitter'dan dışişleri bakanlığı ile bile çelişen yeni bir politika değişikliğini öğrenmeyeceğiz.

İsrail-Filistin çatışmasında ise Biden'ın konuya daha dengeli yaklaştığını söylemek mümkün. Trump'ın aksine baskı yerine Filistinlilere de söz hakkı tanıyacak. Ancak Orta Doğu önceliği olmadığı için bu konuda da en azından ilk başlarda ciddi bir çaba veya yeni bir barış sürecini başlatacak bir adım beklememek gerekir. Filistinlileri baskı ile masaya oturtma çabasına son verirken, konuyu uluslararası platformlarda, farklı ülkelerin desteğiyle ilerletmeyi tercih edebilir.

Kasım ayında, şimdiki Başkan Yardımcısı Kamala Harris Doğu Kudüs'te elçilik ve Washington'da FKÖ misyonunun yeniden açılması için çalışmalara başlanacağını ve Filistinlilere yönelik ekonomik ve insani yardımın başlatılacağını açıklamıştı. Dışişleri Bakanlık sözcüsü Ned Price da Filistinlilere mali yardımın kesilmesinin olumlu bir sonucu olmadığını belirtti. Oysa bazı analistler Price'ın bu görüşüne karşı çıkarak, dört yılda başarılı olmayan bu politikanın 25 yıldır başarılı olamamış bir politikayla değiştirilmesini doğru bulmadıklarını belirttiler. 

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde konuyla ilgili bir açıklama yapan Büyükelçi Richard Mills de yeni yönetimin konuya yaklaşımına açıklık getirdi. Buna göre ABD'nin, iki devletli çözümü desteklediğini, barışın hiçbir tarafa empoze edilemeyeceğini vurgulayarak, her iki tarafla da görüş alışverişine önem verdiklerini belirtti. İsrail ve Filistin yönetimini iki devletli çözümü zora sokacak tek taraflı adımlar atmaması konusunda  uyardı. Bunlar arasında İsrail için ilhak ve yeni yerleşimler öne çıkarken, Filistinliler için de şiddete teşvik ve terör suçlularına tazminat verilmesinin durdurulması gerektiği belirtildi.

Biden yönetimi ABD'nin konuya yaklaşımında eskiye bir dönüş planlarken, Kongre 250 milyon dolarlık bir fon oluşturdu. "The Nita M. Lowey Partnership Fund for Peace Act" ile Filistin ekonomisinin desteklenmesi ve bölgede barış çalışmalarının hızlanması planlanıyor. Uzun zamandır yapılan bu en büyük destek ile sürecin momentum kazanması arzulanıyor.

ABD'den gelen bu iyi niyetli adımlar ancak karşılık bulabilirse başarılı olabilir. Söylemek gerekir ki, iki devletli çözüm mümkün olmasa da, tek seçenek olarak yerini koruyor. Günümüzde İsrail ile Filistinliler arasındaki diyalog çok az. Biden döneminde iki taraf arasındaki görüşme ve işbirliği artabilir, en azından bugün olduğundan daha iyi hale gelebilir. ABD veya bir başka ülkenin bu sürece katkı sağlayabilmesi için iki tarafında statükodan gerçek anlamda rahatsız olması ve işbirliği için adım atması gerekiyor. Ancak şu an her iki tarafta da böyle bir talep yok. ABD'nin istekli olması yetmez, her iki tarafın da bir diğerinin varlığını reddetmeden çözüm için çalışması gerekir. Bunun için de güven arttırıcı adımlara olumlu yaklaşmaları gerekir.

Biden ne yapabilir? Batı Şeria'daki yerleşimlerin uluslararası hukuka aykırı olduklarını yeniden ifade edebilir. Ancak Kudüs'teki elçiliği Tel Aviv'e geri taşımayacaktır. İbrahim anlaşması adını kullanmasa da İsrail ile Arap ülkeleri arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasını destekleyecek ancak bunun karşılığında ABD'den teşvik edici ödüller vermeye pek taraftar olmayacaktır. İsrail'i yerleşimler konusunda daha sert eleştirebilir. Filistinlileri ise teröristlere yapılan tazminatlar konusunda sıkıştırabilir.

Bu sırada Hady Amr benzer bir görevle konunun odağına geri döndü. ABD Dışişleri Bakanlığı İsrail-Filistin müzakereleri sorumlu bakan yardımcılığı görevine, Obama döneminde Dışişleri Bakanı John Kerry'nin yanında İsrail-Filistin müzakerelerinde görevli olan Hady Amr'ın getirilmesi akla iki sebebi getiriyor. Obama'nın başarısız olan barış süreci yenilenecek ve yine hiçbir  sonuca ulaşılmayacak ya da yepyeni bir barış planı hazırlanmayacağı için göstermelik adımlar, söylemlerde bulunulacak. Daha önce başarısız olan adımların tekrarlanması ise hem İsrail'e hem de Filistinlilere zarar verecek.

Orta Doğu önceki yönetimler gibi Biden yönetimindeki ABD'nin de önceliğini oluşturmuyor. Ancak sorunlar Biden'ı da Orta Doğu'nun içlerine kadar çekebilir. Bölgedeki ana önceliğini İran oluşturdukça, İsrail-Filistin çatışmasına Obama ile Kerry ikilisi kadar çok ilgi ve zaman ayıramayacaktır. Her ne olursa olsun, Biden'in tepsisinde İran tehdidi dururken, İsrail ile ABD arasındaki ilişkileri kötüleştirmekten kaçınacak, Körfez ülkeleriyle de gerilimi arttırmamaya çalışacaktır.

Karel Valansi, T24, 8 Şubat 2021 https://t24.com.tr/yazarlar/karel-valansi/biden-in-filistin-basligi,29786

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ke vamos a mirar en la karantina?

Kon el fin del verano i el retorno de la karantina, estamos mas tiempo en las kazas. Les kero propozar tres serias de TV echos en Israel. El primer es "Tehran". Es una seria de espionaje muy enteresante. Una espion del Mossad viaja en sekreto a la kapital de Iran. Tehran es su lugar de nasimiento tambien. La hacker de komputadora tiene el objektivo de dezaktivar el reaktor nuklear. Esta misyon tendra implikasyones para el Medio Oriente i el mundo entero. La seria es en ebreo i perso. Es una sezon i tiene ocho episodios, kada uno 50 minutos. Mi segunda propozisyon es una seria romantika i komika. Lehiyot Ita (Estar Kon Eya) es una seria de 2013, ma muy simpatika. Izieron tambien la version Amerikana ke se yama “La beyeza i el panadero”. La seria konta la istorya de amor entre una supermodela internasyonal muy famoza i muy rika, i un simple panadero ke no tuvo la shans de ir a la eskola artistika por razones finansiales. La seria es dos sezones, 18 episodios en total i kada uno...

Savaşin yarattiği yeni yildiz: El Cezire televizyonu

Tüm dünya evinde rahat koltuğunda oturarak naklen savaşı takip etmeyi ilk kez 1991 yılında CNN`in Körfez Savaşı yayınlarını izleyerek başladı. Devam etmekte olan Irak savaşı için seçilen kanal ise Usame bin Ladin röportajları, tutuklu askerleri ve rehineleri göstermesi gibi eleştirilen yayınları ile Arap kanalı El Cezire oldu Hakkında en çok haber yapılan haber kanalı El Cezire’nin doğuşu Arap dünyasında olağan olmayan bir olayla, Katar emirinin 1995 Kasımında İsviçre’de tatilde olduğu sırada, oğlu tarafından tahttan indirilmesi ile başlar. 1950 başkent Doha doğumlu yeni Emir Şeyh Hamad Bin Khalifa Al Thani, İngiltere’de Royal Military Academy Sandhurst’te eğitim görmüş liberal ve yenilikçi yeni bir kuşağı temsil eder. Kansız bir darbe ile dünyanın en zengin 11. ülkesinin yönetimini devralan Emir Hamad, emirliğin hazinesini Katar’ın modernleştirilmesi için kullanmaya başlar, yeni bir anayasa hazırlatır, kadına seçme ve seçilme hakkı verir. Emir Hamad ‘ın en dikkat çekici kararı ise...

The Concept of Middle Power and Türkiye’s Foreign Policy

Ongoing conflicts and crises across various regions continue to underscore the intensifying power rivalries that define today’s international relations. The erosion of the post-1945 international order—and the weakening of the institutions that underpin it—has been further accelerated by the United States’ growing reluctance to maintain its traditional leadership role. As a result, uncertainty has become a defining feature of the current global landscape, marking a turbulent and complex period of transition.  Amid this shifting order, middle powers have begun to occupy a broader space in global affairs. These states, often positioned between global hegemons and smaller, less influential nations, act as stabilizers within the international system. Through mediation efforts, regional diplomacy, and strategic initiatives—sometimes beyond their material capabilities—they contribute meaningfully to international stability and governance. In times of heightened uncertainty, such states o...