Ana içeriğe atla

Fransa’nın tutkulu aşkı

Bir süredir Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da devam eden değişim rüzgârı geçtiğimiz haftalarda Suriye ve Yemen’e de sıçradı. Tunus ve Mısır’da yönetimin el değiştirmesi ile sonuçlanan isyanlar, Kaddafi’nin koltuğunu bırakmamakta direnmesi ve kendi halkına karşı askeri güç kullanmasıyla Libya’da çok daha farklı bir boyut aldı. ABD’nin 2003’te Irak’ı işgalinden beri ilk defa Batılı güçler, Arap Birliği’nin de desteğiyle, Libya’ya karşı kapsamlı bir operasyon düzenliyor. Tüm bu tabloda Fransa’nın aceleci, ısrarcı ve kararlı tavrı oldukça dikkat çekici.
Kaddafi, isyanı bastırmak için sivillere karşı askeri harekâta başladığı anda Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy “deli adam” olarak nitelediği Kaddafi’ye karşı tavrını koydu. Fransa, Libya Muhalif Geçici Ulusal Konsey üyelerini Elysée Sarayı’nda ağırlayarak Libya halkının tek temsilcisi olduklarını resmi olarak tanıyan ilk ülke oldu. Henüz BM Libya konusunda bir karar almadan ve NATO’nun desteği söz konusu bile değilken Fransa, Libya’nın uçuşa yasak bölge olması konusunda dünya liderlerini ikna turlarına başladı. Önce İngiltere, daha sonra da Arap Ligi bu öneriyi kabul etti. ABD ise Lig’den yedi gün sonra Batılı kuvvetlere katıldığını açıkladı. Bu sırada Sarkozy, Trablus’daki elçisini Bingazi’ye yollamıştı bile.
Dünya petrol rezervinin sadece yüzde 2’sine sahip 6 milyon nüfuslu bu çöl ülkesine, Fransa’nın bu ilgisi merak uyandırıcı.
Libya’da çıkan isyan Fransa’yı çok ciddi bir biçimde etkilemiyor. BM’nin 2003’te Libya’ya karşı yaptırımları kaldırdığından beri Fransa toplam petrol kullanımının sadece yüzde 10’unu Libya’dan karşılıyor. Sebep bu olsaydı yüzde 24 ile Libya’ya bağımlı olan İtalya’nın bu konuda liderlik yapıyor olması gerekirdi. Terörist faaliyetleri desteklemekten uzun zamandır vazgeçen Kaddafi ile yapılan ekonomik yardım anlaşması gereği göçmenler de kontrol altında. İsyan sırasında ülkeden kaçıp Fransa’ya yerleşecek göçmenlerin sayısının da tüm dünyayı yanına alıp bir savaş çıkaracak kadar bir önemi yok.
İlk akla gelen, sert bir dille eleştirilen Kaddafi’nin Batılı güçlere rağmen bildiğini okumasının bu ülkelere vereceği saygınlık kaybı olabilir. Politik güç olarak imajını korumak için müdahalede bulunmak zorunda kalmış olabilirler. İngiltere eski Başbakanı Tony Blair’in dediği gibi, “Hiçbir eylemde bulunmamak da bir seçimdir ve sonuçları vardır.” Ancak bu sebep de tüm Batılı ülkeler için geçerli.
Libya’da Fransa’nın birçok çıkarı var. Enerji önemli bir etken olsa da Fransa’nın savunma endüstrisi geliri çok daha önemli. Fransa isyancıları destekleyerek aslında yeni kurulacak hükümete Fransız savaş ürünleri satabilmenin ilk adımını atıyor. Ayrıca Libya, Afrika’nın giriş kapısı. Fransa daha önceki kolonileşme deneyimlerinden bölgeyi çok iyi tanıyor. Eskiden pamuk, altın ve ucuz işgücü için sömürülen Afrika, günümüzde petrol ve cep telefonları için gerekli coltan minerali sebebiyle iştahları kabartıyor. Ancak Fransa’nın Libya müdahalesi ile asıl kazanmak isteklerinin altında iç politik sebepler ve Avrupa Birliği güç dengelerinde yerini sağlamlaştırmak yatıyor.
Tunus ve Mısır’daki isyanlarda geç kalan Fransa, bir de dönemin Dışişleri Bakanı Alliot-Marie’nin Bin Ali yandaşı bir işadamıyla kişisel iş görüşmelerinin ortaya çıkması ile zor durumda kaldı. Çok eleştirilen Sarkozy, Libya’daki isyana Kaddafi’nin sert cevabını görünce Fransa’nın Ortadoğu’daki değişime karşı tutunduğu politikayı netleştirmek için fırsatı kaçırmadı. Bir de aşırı sağcı Marine Le Pen’e oy kaptırdığı düşünülürse, Fransa’nın bu müdahalede liderliğe oynamasının evde Sarkozy’ye politik puan olarak döneceğini hesaplandığı açıkça belli oluyor. Fransa’daki yoğun Müslüman nüfus da dikkate alındığında Libya halkının kurtarıcısı rolünün Sarkozy’ye yarar sağlayacağı öngörülebilir.
Bir de işin AB boyutu var. Yunanistan krizi ile AB kurumları Almanya önderliğinde yeniden yapılanıyor. Almanya’nın ekonomi üzerindeki etkisiyle başa çıkamayan Fransa, askeri alanda en güçlü Avrupa ülkesi olduğunu gösterme çabasında. ABD ve Almanya’nın Libya krizinde yavaş kalması ise Sarkozy’ye büyük avantaj sağladı. Kasım 2010’da İngiltere ile Fransa arasında imzalanan askeri işbirliği anlaşmasıyla bu iki ülkenin 19. yüzyıldaki güç sembolü ve Avrupa’nın çıkarlarının koruyucusu rolünü tekrar oynamak istedikleri görülebiliyor.
Fransa’nın Libya ilgisi insan hakları, demokrasi ve özgürlük ile süslenmiş olsa da altta yatan asıl sebep AB’de güç kazanmak ve yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimleri için yatırım yapmak. Bu pazar yapılan yerel seçimlerde aradığını pek bulamayan Sarkozy, oy peşinde Suriye ve Yemen’deki isyanlara da karışırsa şaşırmayın.

Karel Valansi / GÜNDEM
Şalom Gazetesi 30 Mart 2011
http://www.salom.com.tr/newsdetails.asp?id=77885

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ke vamos a mirar en la karantina?

Kon el fin del verano i el retorno de la karantina, estamos mas tiempo en las kazas. Les kero propozar tres serias de TV echos en Israel. El primer es "Tehran". Es una seria de espionaje muy enteresante. Una espion del Mossad viaja en sekreto a la kapital de Iran. Tehran es su lugar de nasimiento tambien. La hacker de komputadora tiene el objektivo de dezaktivar el reaktor nuklear. Esta misyon tendra implikasyones para el Medio Oriente i el mundo entero. La seria es en ebreo i perso. Es una sezon i tiene ocho episodios, kada uno 50 minutos. Mi segunda propozisyon es una seria romantika i komika. Lehiyot Ita (Estar Kon Eya) es una seria de 2013, ma muy simpatika. Izieron tambien la version Amerikana ke se yama “La beyeza i el panadero”. La seria konta la istorya de amor entre una supermodela internasyonal muy famoza i muy rika, i un simple panadero ke no tuvo la shans de ir a la eskola artistika por razones finansiales. La seria es dos sezones, 18 episodios en total i kada uno...

Orta Büyüklükte Bir Güç Olarak Türkiye’nin Dış Politikası

Farklı bölgelerde devam eden savaş ve krizler, uluslararası ilişkilerde güç rekabetini öne çıkarıyor. Buna ABD’nin büyük güç olarak alışılmış rolünü yerine getirmekteki isteksizliği de eklendiğinde, 1945’ten bu yana kurulan uluslararası düzen ve yapı taşı olan kurumlar yıpranıyor. Bunun sonucu olarak belirsizlik artıyor ve mevcut küresel sistem bir geçiş döneminin sancılarını yaşıyor. Öte yandan bu durum, orta güç olarak tanımlanan ülkelere daha geniş bir hareket alanı da sağlıyor. Bu sayede orta güçteki ülkeler, sistemde dengeyi gözeten, arabuluculuk yapabilen, bölgesinin istikrarına katkı sağlayabilen, hatta zaman zaman kapasitesinin üzerinde sorumluluk ve inisiyatif alabilen, küresel düzeyde etkili roller oynayabilen aktörler haline geliyor. Özellikle belirsizlik dönemlerinde bu ülkeler çok yönlü diplomasi, proaktif dış politika, esnek ittifak arayışları ile öne çıkabiliyor. Türkiye, bu bağlamda, orta güçte bir devlet olarak dikkat çeken bir örnek teşkil ediyor. Jeostratejik konumu,...

Türkiye-Çin İlişkilerinde Yeni Dönem: Çok Kutupluluk, Ticaret ve Jeostrateji

Küresel düzen ciddi bir değişim yaşarken dünya, çok katmanlı krizler, jeopolitik sarsıntılar ve belirsizliklerle şekillenen bir döneme girdi. Soğuk Savaş sonrası ABD merkezli tek kutuplu düzen geride kalırken, yerine çok kutuplu ancak öngörülemez bir sistem şekilleniyor. Bu belirsizlik, Türkiye–Çin ilişkilerini hem fırsatları hem de çelişkileriyle öne çıkaran bir sahneye dönüştürüyor. Ankara ve Pekin söylem düzeyinde kolayca yan yana gelebiliyor. Türkiye’nin “Dünya beşten büyüktür” çıkışı ile Çin’in “çok kutuplu dünya” vurgusu, Batı merkezli düzeni sorgulayan ortak bir dil yaratıyor. Ancak bu söylemsel yakınlaşma, Türkiye’nin NATO üyeliği ve Batı ile kurumsal bağları düşünüldüğünde, stratejik sınırlarla karşılaşıyor. İlişkilerin gerçek boyutu, ticaretteki asimetri, Kuşak ve Yol yatırımlarındaki bağımlılık riski, savunma sanayii işbirliği, Uygur meselesinin ikili ilişkiler üzerindeki gölgesi ve ABD–Çin rekabetinin baskılarıyla şekilleniyor. Panorama Soruyor  bu ay, Türkiye-Çin ilişk...