Ana içeriğe atla

Kral öldü, yaşasın kral!

Venezüella’nın sosyalist lideri Hugo Chavez’in ölümü, ülkede 7 Ekim’deki seçimler döneminde yapılan “Bir devir kapanıyor mu?” tartışmalarını yeniden gündeme getirdi. On dört yıllık iktidarı süresince bir sol devrimi yapan Chavez, nüfusunun yarısı fakirlik sınırının altında yaşayan Venezüella’da, halkın sağlık, barınma ve gıda ihtiyaçlarının ücretsiz veya düşük ücretli olmasını sağlayarak yaşam şartlarını iyileştirmeye öncelik verdi. Ancak ülkede sosyal adalet gelişirken, bunu karşılayabilecek ekonomik büyümeyi sağlayamadı. Sosyal yardımlar ancak dış borç ile finanse edilebildi.
Venezüella’nın dış borcu son beş yılda yüzde 160 oranında artarken, ülkenin gelirinin yarısını sağlayan devlete ait petrol şirketi PDVSA en çok zarar eden firma oldu. OPEC verilerine göre petrol rezervleriyle dünya lideri konumundaki Venezüella’nın, 2011’de hızlandırdığı kamulaştırma kararıyla küresel petrol şirketleri ülkeden çekildi. Kamulaştırma sonucu iyi işletilemeyen tarım arazisi nedeniyle ülke, gıdada da dışa bağımlı hale geldi. Tüm resme bakıldığında yüksek fiyatlar, enflasyon ve işsizlik karşısında, ekonomik gelişmeyle dengelenmeyen bu büyük sosyal projenin etkisi de azalıyor.
Yüksek suç oranı, devlet yandaşlarının pastadan en önemli payı aldığı, demokrasideki güçler ayrılığı ilkesinin çiğnendiği, ülkenin Chavez’ciler ve diğerleri olarak ayrıldığı bir ortamda Venezüella, yeterince verimli yönetilemeyen, gerekli yatırımları yapamayan dev bir holdinge dönüştü.
Chavez’i sevenler naaşını cam bir mozolede sergileyerek onu Arjantin’in Evita Peron’u gibi ölümsüzleştirme yolunda ilk adımı atarken, yurtdışındaki muhaliflerse “Ya se fue!” (Gitti!) diyerek bir devrin kapanmasını kutluyorlar. Ancak bu devrin kapanıp kapanmadığı bir darbe olmaz ve seçimler yapılırsa 14 Nisan’da belli olacak.
Chavez kulvarında en güçlü aday Devlet Başkan Yardımcısı ve Başkan Vekili Nicolas Maduro. Muhalefetin adayı ise önceki seçimlerde yüzde 44 oy alan 40 yaşındaki Miranda Valisi Henrique Capriles.
Maduro seçilirse Chavez’in yolundan gideceği, sosyal projelere ekonomik gelişimi baltalamak uğruna devam edeceği tahmin edilebilir. Chavez’in kendisini halef olarak belirlemesi ve Chavez’in ölümü ardından oluşan sempati oyları onu güçlü bir aday yapıyor. Maduro’nun seçilmesi halinde Bolivar Devrimi’nin sadece Chavez’e bağlı olmadığı, halkın bu devrimi gerçek anlamda benimsediği de ortaya çıkacak.
Capriles’in ise yolsuzluğa karışmamış yeni bir isim olması, halkın güvenmediği eski partilerle bir ilişkisi olmaması ona verilen desteği arttırıyor. Ekimdeki seçim kampanyası sırasında Chavez ve devlet medyası tarafından antisemit karalamaya maruz kalan Capriles, ailesinin önemli bir bölümünü Holokost’ta kaybetmiş Yahudi kökenli ancak Katolikliği seçmiş biri.
Capriles yönetiminde Venezüella’nın Küba hayranlığından sıyrılıp bölgenin lokomotif ülkesi Brezilya’nın serbest pazar ekonomisine doğru yöneleceği, petrol gelirlerini ekonominin gelişiminde başarıyla kullanan Norveç modeline yakın duracağı söylenebilir. Bugüne kadar Chavez’in sosyal politikalarını eleştirmekten kaçınan Capriles, bu yardımların daha efektif ve daha az politik olmasını hedefliyor. Kamulaştırılan her toprak ve şirketin tek tek ele alınıp inceleneceğini belirtirken, yatırımcıların güvenini yeniden kazanmaya çalışacağı söylenebilir. Yüksek orandaki suç ile mücadelede anahtarın iyi bir eğitim olduğunu belirten Capriles’in dış politikada da fark yaratacağını söylemek yanlış olmaz. Demokrasi ve insan haklarına saygılı olduğunu belirten Capriles, İran ve Suriye’den uzaklaşarak, Chavez’in ‘Emperyalist Şeytan’ olarak tanımladığı ABD ile görüşebilir, 2008 Gazze Savaşı’ndan sonra İsrail ile kestiği ilişkileri canlandırabilir.
Enerji piyasaları tarafından yakından takip edilen seçime bir ay kala, ABD ve zengine karşı savaş açan Robin Hood’un yaverinin mi, yoksa genç idealist siyasetçinin mi tercih edileceğini yakında öğreneceğiz. Ama bir gerçek var ki, kim kazanırsa kazansın karşısında çalışmayan ekonomik bir sistem, borç yükü ve devlete güvenmeyen, bölünmüş bir halk bulacak.

Karel Valansi OBJEKTİF
Şalom Gazetesi 13 Mart 2013
http://www.salom.com.tr/newsdetails.asp?id=86190

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ke vamos a mirar en la karantina?

Kon el fin del verano i el retorno de la karantina, estamos mas tiempo en las kazas. Les kero propozar tres serias de TV echos en Israel. El primer es "Tehran". Es una seria de espionaje muy enteresante. Una espion del Mossad viaja en sekreto a la kapital de Iran. Tehran es su lugar de nasimiento tambien. La hacker de komputadora tiene el objektivo de dezaktivar el reaktor nuklear. Esta misyon tendra implikasyones para el Medio Oriente i el mundo entero. La seria es en ebreo i perso. Es una sezon i tiene ocho episodios, kada uno 50 minutos. Mi segunda propozisyon es una seria romantika i komika. Lehiyot Ita (Estar Kon Eya) es una seria de 2013, ma muy simpatika. Izieron tambien la version Amerikana ke se yama “La beyeza i el panadero”. La seria konta la istorya de amor entre una supermodela internasyonal muy famoza i muy rika, i un simple panadero ke no tuvo la shans de ir a la eskola artistika por razones finansiales. La seria es dos sezones, 18 episodios en total i kada uno...

Orta Büyüklükte Bir Güç Olarak Türkiye’nin Dış Politikası

Farklı bölgelerde devam eden savaş ve krizler, uluslararası ilişkilerde güç rekabetini öne çıkarıyor. Buna ABD’nin büyük güç olarak alışılmış rolünü yerine getirmekteki isteksizliği de eklendiğinde, 1945’ten bu yana kurulan uluslararası düzen ve yapı taşı olan kurumlar yıpranıyor. Bunun sonucu olarak belirsizlik artıyor ve mevcut küresel sistem bir geçiş döneminin sancılarını yaşıyor. Öte yandan bu durum, orta güç olarak tanımlanan ülkelere daha geniş bir hareket alanı da sağlıyor. Bu sayede orta güçteki ülkeler, sistemde dengeyi gözeten, arabuluculuk yapabilen, bölgesinin istikrarına katkı sağlayabilen, hatta zaman zaman kapasitesinin üzerinde sorumluluk ve inisiyatif alabilen, küresel düzeyde etkili roller oynayabilen aktörler haline geliyor. Özellikle belirsizlik dönemlerinde bu ülkeler çok yönlü diplomasi, proaktif dış politika, esnek ittifak arayışları ile öne çıkabiliyor. Türkiye, bu bağlamda, orta güçte bir devlet olarak dikkat çeken bir örnek teşkil ediyor. Jeostratejik konumu,...

Türkiye-Çin İlişkilerinde Yeni Dönem: Çok Kutupluluk, Ticaret ve Jeostrateji

Küresel düzen ciddi bir değişim yaşarken dünya, çok katmanlı krizler, jeopolitik sarsıntılar ve belirsizliklerle şekillenen bir döneme girdi. Soğuk Savaş sonrası ABD merkezli tek kutuplu düzen geride kalırken, yerine çok kutuplu ancak öngörülemez bir sistem şekilleniyor. Bu belirsizlik, Türkiye–Çin ilişkilerini hem fırsatları hem de çelişkileriyle öne çıkaran bir sahneye dönüştürüyor. Ankara ve Pekin söylem düzeyinde kolayca yan yana gelebiliyor. Türkiye’nin “Dünya beşten büyüktür” çıkışı ile Çin’in “çok kutuplu dünya” vurgusu, Batı merkezli düzeni sorgulayan ortak bir dil yaratıyor. Ancak bu söylemsel yakınlaşma, Türkiye’nin NATO üyeliği ve Batı ile kurumsal bağları düşünüldüğünde, stratejik sınırlarla karşılaşıyor. İlişkilerin gerçek boyutu, ticaretteki asimetri, Kuşak ve Yol yatırımlarındaki bağımlılık riski, savunma sanayii işbirliği, Uygur meselesinin ikili ilişkiler üzerindeki gölgesi ve ABD–Çin rekabetinin baskılarıyla şekilleniyor. Panorama Soruyor  bu ay, Türkiye-Çin ilişk...