Ana içeriğe atla

Avrupa projesi ve reform arayışı

25 Mart 1957 tarihinde, Avrupa Birliği’nin temellerini atan Roma Anlaşması imzalandığında, Avrupa ülkeleri yüzyıllar boyunca süregelen savaşları sonlandırmak, Avrupa kıtasına o çok özlenen barışı getirmek ve kalıcı kılmak istiyorlardı. Böyle bir örgütün Almanya’yı da kontrol altında tutacağı düşünülüyordu. Önce Fransa ve Almanya ile başlayan sürece, daha sonra İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg katıldı.
İngiltere ise o zaman da pek taraftar değildi. Dönemin Başbakanı Clement Atlee bu fikri destekleyen altı ülke için İkinci Dünya Savaşına atfen şu sözleri sarf etmişti; “Altı ülke, dört tanesini diğer ikisinden kurtarmak zorunda kalmıştık.” İngiltere birkaç yıl sonra başvursa da, Charles de Gaulle’un vetoları nedeniyle topluluğa katılabilmek için 12 yıl beklemek zorunda kalmıştı.
Avrupa Kömür Çelik Topluluğundan önce Avrupa Ekonomik Topluluğuna, daha sonra Avrupa Topluluğu ve en nihayetinde günümüzdeki Avrupa Birliğine (AB) dönüşen bu dev barış projesi, 1980’lere kadar daha çok ekonomik bir işbirliği olarak kaldı. Soğuk Savaş’a Avrupa ülkelerinin verdiği bir cevap olarak da kabul edilen bu girişim, bugünün aksine ABD’nin de tam desteğiyle ilerledi ve arasına yeni üyeler katarak sınırlarını genişletti. Gerçek gücünü ise Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından elde etti. Rus tehlikesi ortadan kalktıktan sonra Avrupalılar arasında daha sıcak ilişkiler başladı. Önce ekonomik sınırları kaldıran üye ülkeler, daha sonra Schengen ile fiziki sınırları da kaldırdılar. Ulusal gücün ötesinde milletlerarası entegrasyon amaçlayan birliğin bir sonraki adımı ortak para birimi Euro’nun kabulü oldu. 
Bugün, altmış yıl sonra, Avrupa ülkeleri arasında barış ve Avrupa halkları arasında birlik idealiyle hayata geçirilen bu anlaşmanın yıldönümünde, AB’nin geleceği her zamankinden daha çok tartışılıyor. Avrupa Birliği başarılı oldu mu? Bu soruya verilebilecek tek bir cevap var; evet.
AB, iki dünya savaşına sahne olmuş, defalarca yıkılmış Avrupa kıtasına barış getirmeyi, savaşları durdurmayı başarabildi. Bu bile tek başına bu projenin başarılı olduğunu söylemeye yeter. Bugün Avrupa ülkeleri arasında bir savaşın çıkması olasılıklar içinde bile değil. AB ülkelerinin oluşturduğu ekonomik blok ise büyüme hızı Asya ülkeleri ile yarışamasa da hala güçlü ve hala yarışta.
Ancak yeterli mi? Hayır.
AB’nin reforma ihtiyacı var. Günümüz şartlarına uyum sağlamak, küresel tehditlere ve kendi iç anlaşmazlıklarına çözüm bulmak için bu gerekli.
Küresel terör örgütleri artık Avrupa sokaklarında cirit atarken AB ülkeleri bu soruna “gözden uzak gönülden uzak” diye cevap veremiyor. AB sınırlarının hemen ötesinde süren savaş hali, Orta Doğu’daki istikrarsızlık durumu, sadece terörizm olarak değil, mülteci akını ile de karşılık buluyor. Kış ayları geride kaldığına göre yeni bir göç dalgasının daha Avrupa sınırlarına yaklaşması muhtemel. AB’nin mülteci sorununa artık bir çözüm geliştirmesi gerekiyor.
Buna bağlı olarak yükselen milliyetçilik ve artan yabancı düşmanlığı kendine popülist liderlerde ve aşırı sağ partilerde yer buluyor. Sol partilerin durumu ortadayken, liberalizm, küreselleşme, kapitalizm sorunların temeli olarak algılanıyor. Halklardan gelen değişim talebi, hayal kırıklıkları, sesini duyurma ihtiyacı, ekonomik sorunlar, -ama doğru ama yanlış- tam da duymak istediklerini dile getiren popülist liderlere olan desteği arttırıyor. Bunun sembolü de ABD’nin yeni başkanı Donald Trump.
Trump’ın AB karşıtı sözleri ve ülkesinin dünyadaki rolünü yeniden kurgulaması AB’de yaşanan huzursuzluğa bir yenisini ekliyor. Bir diğer önemli güç Rusya’nın Avrupa’nın aşırı sağ parti liderlerini ağırlaması ise Moskova’nın böl-yönet stratejisini ve güçlü bir AB’den duyduğu çekinceyi gösteriyor.
AB artık yoluna 27 ülke ile devam etmeye hazırlanıyor. İngiltere’nin ayrılma kararı sonrası korkulduğu üzere Brexit’i takip eden ülkeler olmadı henüz. Hatta son Hollanda seçimleri AB’ye duyulan inancın devam ettiğini gösteriyor. Ancak daha önümüzde kritik Fransa ve Almanya seçimleri var.
İngilizler haklı mı? Gemiden kaçan kurtulur mu?
Henüz değil. Marine Le Pen’in yükselişine rağmen Fransa dahil birçok ülkede AB’ye desteğin sürdüğü araştırmalarda kendini gösteriyor. Avrupa halkı henüz umudunu yitirmiş değil. Ancak çözümün nasıl olacağı, hangi yolun izleneceği net değil. AB’nin kendini yenilemesi gerekiyor. Belki de Brexit o beklenen çözüm seçeneğini sunar ve daha modüler, daha katmanlı bir birlik yapısının geliştirilmesine sebebiyet verir.

Bugünlerde, Roma Anlaşmasını imzalayanların duydukları güvene ve paylaştıkları geleceğe yönelik vizyona ihtiyacımız var.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

Yahudi Cesaret Ödülü üzerine

24 Haziran 2018 seçiminde CHP’den Cumhurbaşkanı adayı olan Muharrem İnce, 16 Ağustos’taki Twitter paylaşımlarıyla isim kullanmadan hükümete yönelik eleştirilerini sıraladı. Bu eleştirilerinin arasında “Siz, yaptığınız hizmetlerle Yahudi Cesaret Ödülüne lâyık görülen ve bu ödülü kendine lâyık görenlersiniz” ifadesine de yer verdi.  İnce’nin bu paylaşımı bu konudaki ilk çıkışı değildi. Geçtiğimiz yılın Aralık ayında, partisinin Yalova Merkez İlçe 10. Olağan Kongresi’ndeki konuşmasında da “Dünyada ‘Yahudi Cesaret Ödülü’ ya da diğer adıyla ‘Davut Yıldız’ı alan tek Müslüman, Recep Tayyip Erdoğan’dır,” demişti.  İnce, 2013 yılında yaptığı bir başka konuşmada ise bu sefer Türkiye’nin Rum vatandaşlarını kızdırmıştı. “Atatürk olmasaydı, (…) adınız Ahmet, Hasan, Hüseyin olmazdı, Dimitri, Yorgo olurdu. Bunları doğru bilmeleri lazım” demiş, gelen tepkilerin ardından Twitter hesabından “Benim gibi askerlik yapan, vergi veren, Cumhuriyet’e inanan, vatandaşımız olan Yorgo ve Dimitri’leri kastetm

Eitam: Son on yıl, farklılıklarımıza saygı duymamız gerektiğini öğretti

İsrail İstanbul Başkonsolosluğu Şefi Ehud Moshe Eitam, Mart 2019´da hem pandemi nedeniyle, hem de Türkiye-İsrail ilişkileri açısından oldukça hassas bir dönemde göreve başladı. Bir zamanlar yakın müttefik olan İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkiler, Aralık 2008´deki Dökme Kurşun Operasyonu´nun ardından on yılı aşkın süredir gergin durumdaydı. 2016´da diplomatik ilişkiler yeniden elçilik seviyesine çıkarılsa da, 2018´de Gazze sınırında yaşanan olaylar nedeniyle Türkiye büyükelçisini geri çağırmış ve İsrail büyükelçisinin ayrılmasını talep etmişti. Diplomatik ilişkiler ancak Mart 2022´de İsrail Devlet Başkanı Isaac Herzog´un tarihi Ankara ziyaretinden aylar sonra yeniden üst seviyeye çıkarıldı. Eitam, uzun süredir beklenen ikili ilişkilerdeki normalleşmeye tanık oldu. Kendisiyle Türkiye´de çalışmanın zorluklarını ve fırsatlarını, Türkiye-İsrail ilişkilerinin geleceğini ve dışişleri bakanlığından emekli olduktan sonraki gelecek planlarını konuştuk. İkili ilişkilerin hassas bir döneminde