Ana içeriğe atla

İran seçimleri yaklaşırken

19 Mayıs’ta gerçekleşecek olan İran cumhurbaşkanlık seçimlerinde ana gündem maddelerini ekonomi ve İran’ın 5+1 ülkeleriyle gerçekleştirdiği nükleer anlaşma oluşturuyor. İran halkı günlük hayatını etkileyen konulara öncelik verirken, bunların başında ekonomik sorunlar ve işsizlik geliyor.
Önceden onay almış altı adayın yarıştığı seçimlerde öne çıkan isimler; ikinci dönem için halktan destek isteyen Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, 2013 seçimlerindeki en yakın rakibi olan Tahran Belediye Başkanı Bekir Kalibaf ve eski Başsavcı İbrahim Reisi.

Ruhani’nin ikinci defa kazanması bekleniyor. Reformistlerin de desteğini alan Ruhani’nin karşısındaki muhafazakar adayların en büyük sorunu ise tek adayda anlaşamamaları ve oylarının bölünmesi. Bu durum bu seçimlerde de kendisini gösteriyor.
Yarışın Ruhani ve muhafazakar din adamı İbrahim Reisi arasında süreceği tahmin ediliyor. Son 12 yıldır her seçimde aday olan Kalibaf ise ‘ikinci işi seçimlere katılmak’ denilerek pek de ciddiye alınmıyor. Siyaset arenasında yeni olan ve Hamaney'den sonra İran’ın dini lideri olacağı iddia edilen Reisi’nin kötü şöhreti ise kendisini takip ediyor. Reisi, 1988 yılında hapisteki binlerce rejim muhalifinin idam kararını veren ölüm komitesinin dört üyesinden biriydi.
Seçimlerin sonucunun nükleer anlaşmaya olası etkisi tartışılan konuların başında geliyor. Muhafazakâr bir adayın kazanması durumunda dahi, Batı ile ilişkileri dengede tutan, yaptırımları belli bir oranda azaltan nükleer anlaşmanın desteklenmediği sonucu çıkarılmamalı. Nükleer anlaşmanın tüm sorumluluğu Ruhani’ye ait değil. Hamaney istemeseydi bu tür bir anlaşma ve yakınlaşma mümkün olamazdı. Her ne kadar Hamaney birçok kez anlaşmayı tenkit etse, Ruhani’nin rakibi Reisi’yi desteklediğini açık etse de, Ruhani seçilemezse bile anlaşmanın yerinde kalacağını söyleyebiliriz.
Buradaki asıl sıkıntı anlaşmanın istenilen düzeyde ekonomik geri dönüşüm sağlayamamış olması. Bu anlaşma sonrasında yabancı yatırımcıların ülkeye akın edeceği bekleniyordu. Öte yandan, geçtiğimiz hafta Tahran’da Avrupalı şirketler ile İranlılar arasında ilk defa enerji işbirliği görüşmelerinin düzenlenmiş olması, İran’ın tahmininden yavaş da olsa, yabancı yatırımcı çekmeyi başardığını gösteriyor.
Ekonomik göstergeler de Ruhani’den yana. 2013’te göreve seçilen Ruhani’den beklenen ekonomiyi düzeltmesi ve yaptırımları azaltmasıydı. Hala ciddi ekonomik sıkıntılar yaşansa da, Ruhani, Ahmedinejad’dan teslim aldığı yüzde 40’lara varan enflasyon oranını tek hanelere çekebildi. Bu seçimde adaylığına onay verilmeyen Ahmedinejad ise yaptırımların arttırılmasındaki önemli payı ile anılıyor.
Ruhani’nin başını ağrıtan önemli bir konu ise hakkında 2013 seçimlerinde Babek Zanjani’den maddi destek almış olduğu iddiaları. Zanjani, yolsuzluk nedeniyle idama mahkum edilmiş bir isim. Yargılanması sırasında Türkiye’de 8,5 milyar dolar rüşvet dağıttığını iddia etmiş, Reza Zarrab’ı Türkiye’deki kolu olarak tanımlamıştı. Zarrab ise ABD’nin İran’a uyguladığı yaptırımları delme ve kara para aklama suçlamalarıyla, 13 ayı aşkın süredir New York’ta tutuklu olarak yargılanıyor.
İran özellikle Irak ile Suriye'deki Şii yönetimlere verdiği destek nedeniyle, hem krizin hem de çözümün bir parçası durumunda. Ancak hangi aday seçilirse seçilsin, İran’ın dış politikasında önemli bir değişiklikten bahsetmek doğru olmaz, çünkü İran’da son sözü söyleyen değişmiyor. Bu durumdan cumhurbaşkanlarının bir kukla olduğu sonucunu da çıkarmamak gerek. Cumhurbaşkanları, İran’ın güvenlik ve savunma politikalarını belirleyen, nükleer çalışmaları kadar Suriye’ye müdahalesine de karar veren İran Milli Güvenlik Konseyinde söz sahibi.
Adaylar her ne kadar açık oturumlarda dış politika konularına pek giremeseler de ABD düşmanlığı İran’da kabul gören ve muhafazakârların beslendiği konu olmayı sürdürüyor. Hamaney, ABD Başkanı Trump için ‘Amerika'nın yozlaşmış gerçek yüzü’ ifadesini kullanmış ve her türlü tehdide karşılık verileceğini açıklamıştı. Reisi ise kazanması halinde Siyonizm hariç tüm dünya ülkeleriyle saygı çerçevesinde ikili ilişkiler kuracağını belirtiyor. Türkiye konusunda ise Ruhani, bölgenin en büyük sorunu olan Suriye krizinin yükünü İran, Rusya ve Türkiye taşıyor darken Reisi, Türkiye’nin Irak ile olan ticarette İran'dan daha başarılı olduğunu belirterek hükümeti eleştiriyor.

İran önemli bir seçim için gün sayarken, karmaşık siyasi yapısıyla dini liderin sıkı kontrolü altında olan seçimlerin sonucunda her kim kazanırsa kazansın İran’ın insan hakları, ifade özgürlüğü karnesinde veya dış politikasında büyük bir değişikliğe gitmesi beklenmiyor. İran’da bağımsız veya reformist bir adayın çıkıp ülkeyi ABD ve Avrupalıların hayal ettiği gibi bir anda değiştirmesi, halkın karşı devrim yapacağı beklentisi ise sadece Şehrazat’ın her gece okuduğu masallarda bulunuyor.

Karel Valansi, OBJEKTİF, Şalom Gazetesi 9 Mayıs 2017 http://www.salom.com.tr/haber-103059-Iran_secimleri_yaklasirken.html

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ke vamos a mirar en la karantina?

Kon el fin del verano i el retorno de la karantina, estamos mas tiempo en las kazas. Les kero propozar tres serias de TV echos en Israel. El primer es "Tehran". Es una seria de espionaje muy enteresante. Una espion del Mossad viaja en sekreto a la kapital de Iran. Tehran es su lugar de nasimiento tambien. La hacker de komputadora tiene el objektivo de dezaktivar el reaktor nuklear. Esta misyon tendra implikasyones para el Medio Oriente i el mundo entero. La seria es en ebreo i perso. Es una sezon i tiene ocho episodios, kada uno 50 minutos. Mi segunda propozisyon es una seria romantika i komika. Lehiyot Ita (Estar Kon Eya) es una seria de 2013, ma muy simpatika. Izieron tambien la version Amerikana ke se yama “La beyeza i el panadero”. La seria konta la istorya de amor entre una supermodela internasyonal muy famoza i muy rika, i un simple panadero ke no tuvo la shans de ir a la eskola artistika por razones finansiales. La seria es dos sezones, 18 episodios en total i kada uno...

Türkiye-Çin İlişkilerinde Yeni Dönem: Çok Kutupluluk, Ticaret ve Jeostrateji

Küresel düzen ciddi bir değişim yaşarken dünya, çok katmanlı krizler, jeopolitik sarsıntılar ve belirsizliklerle şekillenen bir döneme girdi. Soğuk Savaş sonrası ABD merkezli tek kutuplu düzen geride kalırken, yerine çok kutuplu ancak öngörülemez bir sistem şekilleniyor. Bu belirsizlik, Türkiye–Çin ilişkilerini hem fırsatları hem de çelişkileriyle öne çıkaran bir sahneye dönüştürüyor. Ankara ve Pekin söylem düzeyinde kolayca yan yana gelebiliyor. Türkiye’nin “Dünya beşten büyüktür” çıkışı ile Çin’in “çok kutuplu dünya” vurgusu, Batı merkezli düzeni sorgulayan ortak bir dil yaratıyor. Ancak bu söylemsel yakınlaşma, Türkiye’nin NATO üyeliği ve Batı ile kurumsal bağları düşünüldüğünde, stratejik sınırlarla karşılaşıyor. İlişkilerin gerçek boyutu, ticaretteki asimetri, Kuşak ve Yol yatırımlarındaki bağımlılık riski, savunma sanayii işbirliği, Uygur meselesinin ikili ilişkiler üzerindeki gölgesi ve ABD–Çin rekabetinin baskılarıyla şekilleniyor. Panorama Soruyor  bu ay, Türkiye-Çin ilişk...

The Concept of Middle Power and Türkiye’s Foreign Policy

Ongoing conflicts and crises across various regions continue to underscore the intensifying power rivalries that define today’s international relations. The erosion of the post-1945 international order—and the weakening of the institutions that underpin it—has been further accelerated by the United States’ growing reluctance to maintain its traditional leadership role. As a result, uncertainty has become a defining feature of the current global landscape, marking a turbulent and complex period of transition.  Amid this shifting order, middle powers have begun to occupy a broader space in global affairs. These states, often positioned between global hegemons and smaller, less influential nations, act as stabilizers within the international system. Through mediation efforts, regional diplomacy, and strategic initiatives—sometimes beyond their material capabilities—they contribute meaningfully to international stability and governance. In times of heightened uncertainty, such states o...