Ana içeriğe atla

Sadece o guguklu saat miydi çalınan… yeniden

Polis yoktu o sokaklarda, devlet yoktu o saatlerde. Bu yağmayı, tecavüzü durduran, kimse yoktu. 6-7 Eylül’ün özeti benim için bu.

Daha önce kaç defa bir film veya dizi hakkında yazdım emin değilim ancak aynı dizi hakkında ilk kez ikinci bir yazı yazdığımdan eminim. Netflix’te yayınlanan ve bir çok farklı ülkede de beğeniyle izlenen Kulüp dizisinden bahsediyorum. Konusu itibariyle olduğu kadar bu kadar detaylı ve titiz bir çalışma olması nedeniyle ilk baştan büyük bir tebriği hak ediyor Kulüp.

Meğer benim Kulüp dizisi hakkındaki ilk yazımda başlığa da taşıdığım guguklu saat nasıl bir sır saklıyormuş! Daha ilk sahneden devlet aklını temsil eden Kürşat’ın Varlık Vergisini ödeyebilmiş ender gayrimüslim ailelerden birinin evinde, kasasındaki parasına el koymasına ve evin erkeklerini Aşkale’de kurulan çalışma kamplarına yollayabildiğine tanık oluyoruz. Üstelik bunu yaparken o coğrafyanın uzağında yaşanan bir insanlık trajedisinin kurbanları için, Nazilerin sistematik bir biçimde, tüm devlet aygıtlarını kullanarak öldürmeyi amaçladığı Avrupa Yahudileri için toplanan para ve mücevherlere de el koyabiliyor. Her ne kadar Asseo ailesinin başına gelenler tarihi gerçeklere dayanarak yaratılmış bir kurgu olsa da, daha ilk sahneden devletin ulaşılmazlığını, sorgusuz sualsiz gücünü ve vatandaşın ama özellikle gayrimüslim vatandaşların devlet karşısında ne kadar aciz kaldığını yüzümüze sert bir tokatla vuruyor. Dört bölümlük ikinci sezonda Kulüp bu sefer 6-7 Eylül olaylarına odaklanıyor. Orhan bey (Niko) ve annesinin acı hikayesi ise sezona damgasını vurdu. Ölümüne kimliğini saklamak zorunda kalmak, o bile yeterli gelmiyor. Dönme kelimesi neden hala sürekli karşımıza çıkıyor, düşünmek gerek.

Kulüp bir belgesel değil. Ancak bu konuların işlenmesi, gündeme getirilmesi, tartışılması, ilgili kitapların okunmaya başlanması başlı başına çok önemli. Bir ülke ancak tarihi ile yüzleşebilirse, ondan ders alabilirse, bu hataları tekrarlamazsa ilerleyebilir. Bu dizi de bunun için ilk adımın atılmasını sağladı. Halının altına süpürülmüş ve unutulmaya terk edilmiş bu konuları yeniden gündeme getirdi.

Neden bu tür günlerin yıldönümlerini anarız? Sadece cezasız kalmış olmasından mı? Bu uygulamalara maruz kalmış kişilerin artık aramızda olmamasından mı? Göçün artmasından, “mozaik”, “renk” olarak tanımlanan farklı inançlardan gelen Türk vatandaşlarının nüfuslarının azalmasından, giderek yaşlanmış ve yok olmaya yüz tutmuş olduğundan mı?

Bu soruların cevabı hem evet hem hayır. Evet çünkü bu olaylar hala büyük bir travma bu toplumlar için, ister yaşı yetsin ister yetmesin. Hayır çünkü bu hataların bir daha tekrarlanmaması gerek. Ve sırf gayrimüslimler için değil, hiç kimse için. Evler işaretlenmesin, bir başka grup hedef gösterilmesin, toplumun ötekisi sayılmasın. Dışlanmasın, düşmanlaştırılmasın, onurlu bir yaşam hakkı olsun. Çünkü nefret söyleminin yaptığı bu. Nefret söyleminin nefret suçuna dönüşmesi ise an meselesi. Kontrolün dışına çıkabiliyor nefretle yoğrulmuş kalabalıklar, 6-7 Eylül 1955’te olduğu gibi.

Polis yoktu o sokaklarda, devlet yoktu o saatlerde. Bu yağmayı, tecavüzü durduran, kimse yoktu. 6-7 Eylül’ün özeti benim için bu. İyi ki hala iyi insanlar var demek mümkün. Komşusunu Türk bayrağını astığı evinde koruyabilen. Ancak o kalabalıkları, o nefreti nasıl anlamlandırabiliriz… Birkaç gün önce omuzlarda taşınan Fenerbahçeli Lefter’in hikayesini okuyun. Gayrimüslimlerin yoğun yaşadığı Pera, Şişli, Kurtuluş, Nişantaşı, Fatih, Balat, Fatih, Ortaköy, Yeşilköy, Bakırköy, Büyükada’da olanları araştırın. O semtlerde kaç tane gayrimüslim kaldı, kaç işyeri kimliğini belli edecek isimler kullanabiliyor artık…

Hem varlık vergisi hem de 6-7 Eylül olayları ait olduğun topraklarda istenmediğinin en acı göstergesi. Parçası olduğunu hissettiğin toplumdan yabancılaştırılman demek aynı zamanda. İstenmediğin hissini iliklerine kadar hissettiğin, can ve mal güvenliğinin olmadığını kendini kandıramayacağın bir şekilde idrak etmeni sağlayan olaylar. Göç yolunun açıldığı, hayatları, hayalleri, ümitleri, gelecek planlarını yok eden olaylar.

O karanlık geceyi aydınlatan titrek mum ışıkları ve herkesin bir arada olması. O son sahneyi bir rüya, bir İstanbul rüyası olarak algılıyorum. Kaybolmuş Beyoğlu’na bir ağıt belki de. Yeni doğmuş bebeğe tarihin ağırlığı yerine temiz bir başlangıç şansı verebilmek için seçilmiş sanki. Türkiye sofrasında birlik ve dayanışma resmi, istersek olur mesajı…

Karel Valansi, T24, 18 Ocak 2022 https://t24.com.tr/yazarlar/karel-valansi/sadece-o-guguklu-saat-miydi-calinan-yeniden,33875 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ke vamos a mirar en la karantina?

Kon el fin del verano i el retorno de la karantina, estamos mas tiempo en las kazas. Les kero propozar tres serias de TV echos en Israel. El primer es "Tehran". Es una seria de espionaje muy enteresante. Una espion del Mossad viaja en sekreto a la kapital de Iran. Tehran es su lugar de nasimiento tambien. La hacker de komputadora tiene el objektivo de dezaktivar el reaktor nuklear. Esta misyon tendra implikasyones para el Medio Oriente i el mundo entero. La seria es en ebreo i perso. Es una sezon i tiene ocho episodios, kada uno 50 minutos. Mi segunda propozisyon es una seria romantika i komika. Lehiyot Ita (Estar Kon Eya) es una seria de 2013, ma muy simpatika. Izieron tambien la version Amerikana ke se yama “La beyeza i el panadero”. La seria konta la istorya de amor entre una supermodela internasyonal muy famoza i muy rika, i un simple panadero ke no tuvo la shans de ir a la eskola artistika por razones finansiales. La seria es dos sezones, 18 episodios en total i kada uno...

Savaşin yarattiği yeni yildiz: El Cezire televizyonu

Tüm dünya evinde rahat koltuğunda oturarak naklen savaşı takip etmeyi ilk kez 1991 yılında CNN`in Körfez Savaşı yayınlarını izleyerek başladı. Devam etmekte olan Irak savaşı için seçilen kanal ise Usame bin Ladin röportajları, tutuklu askerleri ve rehineleri göstermesi gibi eleştirilen yayınları ile Arap kanalı El Cezire oldu Hakkında en çok haber yapılan haber kanalı El Cezire’nin doğuşu Arap dünyasında olağan olmayan bir olayla, Katar emirinin 1995 Kasımında İsviçre’de tatilde olduğu sırada, oğlu tarafından tahttan indirilmesi ile başlar. 1950 başkent Doha doğumlu yeni Emir Şeyh Hamad Bin Khalifa Al Thani, İngiltere’de Royal Military Academy Sandhurst’te eğitim görmüş liberal ve yenilikçi yeni bir kuşağı temsil eder. Kansız bir darbe ile dünyanın en zengin 11. ülkesinin yönetimini devralan Emir Hamad, emirliğin hazinesini Katar’ın modernleştirilmesi için kullanmaya başlar, yeni bir anayasa hazırlatır, kadına seçme ve seçilme hakkı verir. Emir Hamad ‘ın en dikkat çekici kararı ise...

The Concept of Middle Power and Türkiye’s Foreign Policy

Ongoing conflicts and crises across various regions continue to underscore the intensifying power rivalries that define today’s international relations. The erosion of the post-1945 international order—and the weakening of the institutions that underpin it—has been further accelerated by the United States’ growing reluctance to maintain its traditional leadership role. As a result, uncertainty has become a defining feature of the current global landscape, marking a turbulent and complex period of transition.  Amid this shifting order, middle powers have begun to occupy a broader space in global affairs. These states, often positioned between global hegemons and smaller, less influential nations, act as stabilizers within the international system. Through mediation efforts, regional diplomacy, and strategic initiatives—sometimes beyond their material capabilities—they contribute meaningfully to international stability and governance. In times of heightened uncertainty, such states o...