Ana içeriğe atla

Perestroyka ile Irak işgali arasında

Irak Savaşı neden çıkmıştı? Çünkü ABD gerçeklikten oldukça uzak olarak, Ortadoğu’yu kısa bir sürede değiştirebileceği kanısındaydı. Tamir edebileceği bozuk bir oyuncak gibi gördüğü bölgeye girmekten çekinmemiş, hâlâ süregelen birçok sorunun ana kaynağını yaratmıştı. Obama bu bakımdan “On yıldan fazla zaman geçmesine rağmen hâlâ Irak işgalinin sonuçlarını yaşıyoruz” demekte haklıydı.
Geçtiğimiz günlerde Washington’daki Amerikan Üniversitesinde yaptığı konuşmada Obama, İran anlaşmasını savundu. Mekân tesadüfi seçilmemişti. 1963 yılında John F. Kennedy de aynı yerde Sovyetler Birliği ile süren silahların kontrolü görüşmelerini savunmuştu. Obama’nın kendini adeta Kennedy ile kıyaslaması da bu bakımdan bir tesadüf değil. ABD ile Sovyetler Birliği arasında yapılan görüşmelerin Soğuk Savaş döneminde nükleer silahların kullanılmasını engellediği örneğinden hareketle, İran anlaşmasının da başarıya ulaşacağı ve o zamanki gibi şimdi de karşı çıkanların haksız olduğunu, bunun da zamanla anlaşılacağını vurgulamaktı amaç. 
Hedef, kaçınılmaz görünen İran’ın nükleer programını kontrol altına almak, doğru. Ancak, Tahran ile varılan anlaşma, yaptırımların kaldırılması ile daha güçlü bir İran ve on yıl sonrası için nükleer programı konusunda büyük bir belirsizlik ile imzalanırken, bunun etkileri açısından bir ‘Perestroyka’yı mı getireceği, yeni bir Irak Savaşı’nın sonuçlarını mı doğuracağını henüz bilmiyoruz.
İran ile tercih edilmeyen bir savaşı diplomasi yoluyla durdurmak ve Amerikan askerlerini Ortadoğu’dan çekmekle övünen ABD, gerçekte Ortadoğu çatışmasının tam merkezinde bulunuyor. Tek fark artık Amerikan askerlerinin yerini müttefikleri ve insansız hava araçlarının almış olması. Bu durumun iyi bir örneği de Suriye.
ABD’nin uzun zaman sonra oluşturabildiği, ancak ağırlıklı olarak IŞ(İD) üzerinden kurguladığı Suriye stratejisinde, Türkiye’nin isteksizliği YPG’nin yıldızının parlamasıyla sonuçlanmıştı. ABD hava desteği verirken, IŞ(İD)’e karşı girişilen savaşta ABD’nin kara gücünü Kürtler oluşturdu. Kamuoyu desteğini sağlamak içinse, IŞ(İD)’in kafa kesme görüntülerinin karşısında ön plana çıkarılan kadın savaşçıların resimleri ile güçlendirilen pozitif Kürt imajı, ABD’nin IŞ(İD)’e karşı savaştaki ana müttefikinin olumlu algısını güçlendirdi.
Bu durumdan hoşnut olmayan ise Ortadoğu’nun lideri olma hedefinden yalnızlığa sürüklenen, “IŞİD’in güçlenmesine göz yumdu” iddialarının hedefindeki Türkiye oldu. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetiminde ve Suriye’deki kantonlarda sürmekte olan düzenin örnek gösterilmesi de eklenince, sınırında bir Kürt oluşumunu kabul etmeyen Ankara harekete geçti.
Dışta güçlü bir bölgesel aktör olamayan, içte seçim sonuçları ile başkanlık hedefinden sapan AKP’nin karşısında, dışta ABD’nin gözdesi YPG, içte popülaritesi seçim sonuçlarına yansıyan HDP var. Çözüm süreci ise, artık ihtiyaç duyulmadığı sanılan bir ayak bağı diye düşünülüp terk edildi. İncirlik anlaşması ve NATO toplantısıyla Batı’ya dönüş yapan Türkiye, hemen akabinde ağırlıklı olarak YPG saflarında IŞ(İD)’e karşı savaşan PKK’yı hedefledi. PKK’ya yönelik operasyonlar her ne kadar Türkiye’nin kendini savunması olarak tanımlanıyorsa da, ABD’nin dikkatinden kaçmıyor. Aralarında yaşanan bu öncelikler çatışması, ‘oyun değiştirici’ olarak öngörülen bu işbirliğini zora sokuyor.
Ankara’nın planı, ABD’nin hava desteğinde bir kara gücü olan YPG’ye alternatif yaratmak, Türkiye’nin hava desteğinde Sünni muhaliflerin kara gücü olarak devreye girmesi olarak da özetlenebilir belki de. Amaçsa belli; Kürtlerin parlayan yıldızını söndürmek. Bu gelişmelerin iç yansımaları ise oldukça tehlikeli bir yolu işaret ediyor ve Çözüm Sürecine geri dönüşün gerekliliğini haykırıyor.
İncirlik anlaşması, Türkiye’nin uluslararası sisteme hızla dönmekte olan İran’ı dengeleyici bir güç olarak yeniden önem kazanmasının ilk adımı olarak da yorumlanabilir. ABD ile arasındaki sorunların aşıldığını söylemek için ise henüz çok erken. Bu anlaşmanın arka planında Türkiye’nin; Mısır ve İsrail gibi ABD’nin bölgedeki diğer müttefikleri ile ilişkilerini düzeltmesi şartı olması ihtimali de hayli mümkün. Bu nedenle Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleşmesi açısından Feridun Sinirlioğlu- Dore Gold görüşmesine özel bir önem veriyorum. İsrailli Channel 10’un haberine göre Türkiye, Batı Şeria’da Hamas altyapısını yeniden kuran ve geçen sene Gazze Savaşı ile sonuçlanan üç İsrailli çocuğun kaçırılıp öldürülmesi olayının ardındaki isim olarak gösterilen Salih Aruri’yi sınır dışı etmeyi kabul etti. Bu gelişme doğrulanırsa, Türkiye-İsrail cephesinde yeni gelişmelerin öncüsü olabilir.
Nükleer anlaşma sonrasında güçlü bir şekilde uluslararası sisteme dönmekte olan İran’ı bölgede dengeleyecek ilk akla gelen isim Türkiye. İncirlik anlaşması da bu bakımdan iyi bir başlangıç olabilirdi. Ancak ABD’nin Türkiye’nin bir iç meselesi olarak gördüğü Kürt sorununun tüm bu yansımaları, ABD’nin İran merkezli-IŞ(İD) odaklı Ortadoğu stratejisini yerle bir edebilir. Ortadoğu’nun sorunlarını çözmekse, ABD’nin düşündüğü gibi, kilometrelerce öteden atari oyunu oynar gibi savaş uçağı yönetmek kadar kolay olmayabilir.

Karel Valansi Şalom Gazetesi OBJEKTİF 12 Ağustos 2015

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ke vamos a mirar en la karantina?

Kon el fin del verano i el retorno de la karantina, estamos mas tiempo en las kazas. Les kero propozar tres serias de TV echos en Israel. El primer es "Tehran". Es una seria de espionaje muy enteresante. Una espion del Mossad viaja en sekreto a la kapital de Iran. Tehran es su lugar de nasimiento tambien. La hacker de komputadora tiene el objektivo de dezaktivar el reaktor nuklear. Esta misyon tendra implikasyones para el Medio Oriente i el mundo entero. La seria es en ebreo i perso. Es una sezon i tiene ocho episodios, kada uno 50 minutos. Mi segunda propozisyon es una seria romantika i komika. Lehiyot Ita (Estar Kon Eya) es una seria de 2013, ma muy simpatika. Izieron tambien la version Amerikana ke se yama “La beyeza i el panadero”. La seria konta la istorya de amor entre una supermodela internasyonal muy famoza i muy rika, i un simple panadero ke no tuvo la shans de ir a la eskola artistika por razones finansiales. La seria es dos sezones, 18 episodios en total i kada uno...

Türkiye-Çin İlişkilerinde Yeni Dönem: Çok Kutupluluk, Ticaret ve Jeostrateji

Küresel düzen ciddi bir değişim yaşarken dünya, çok katmanlı krizler, jeopolitik sarsıntılar ve belirsizliklerle şekillenen bir döneme girdi. Soğuk Savaş sonrası ABD merkezli tek kutuplu düzen geride kalırken, yerine çok kutuplu ancak öngörülemez bir sistem şekilleniyor. Bu belirsizlik, Türkiye–Çin ilişkilerini hem fırsatları hem de çelişkileriyle öne çıkaran bir sahneye dönüştürüyor. Ankara ve Pekin söylem düzeyinde kolayca yan yana gelebiliyor. Türkiye’nin “Dünya beşten büyüktür” çıkışı ile Çin’in “çok kutuplu dünya” vurgusu, Batı merkezli düzeni sorgulayan ortak bir dil yaratıyor. Ancak bu söylemsel yakınlaşma, Türkiye’nin NATO üyeliği ve Batı ile kurumsal bağları düşünüldüğünde, stratejik sınırlarla karşılaşıyor. İlişkilerin gerçek boyutu, ticaretteki asimetri, Kuşak ve Yol yatırımlarındaki bağımlılık riski, savunma sanayii işbirliği, Uygur meselesinin ikili ilişkiler üzerindeki gölgesi ve ABD–Çin rekabetinin baskılarıyla şekilleniyor. Panorama Soruyor  bu ay, Türkiye-Çin ilişk...

Orta Büyüklükte Bir Güç Olarak Türkiye’nin Dış Politikası

Farklı bölgelerde devam eden savaş ve krizler, uluslararası ilişkilerde güç rekabetini öne çıkarıyor. Buna ABD’nin büyük güç olarak alışılmış rolünü yerine getirmekteki isteksizliği de eklendiğinde, 1945’ten bu yana kurulan uluslararası düzen ve yapı taşı olan kurumlar yıpranıyor. Bunun sonucu olarak belirsizlik artıyor ve mevcut küresel sistem bir geçiş döneminin sancılarını yaşıyor. Öte yandan bu durum, orta güç olarak tanımlanan ülkelere daha geniş bir hareket alanı da sağlıyor. Bu sayede orta güçteki ülkeler, sistemde dengeyi gözeten, arabuluculuk yapabilen, bölgesinin istikrarına katkı sağlayabilen, hatta zaman zaman kapasitesinin üzerinde sorumluluk ve inisiyatif alabilen, küresel düzeyde etkili roller oynayabilen aktörler haline geliyor. Özellikle belirsizlik dönemlerinde bu ülkeler çok yönlü diplomasi, proaktif dış politika, esnek ittifak arayışları ile öne çıkabiliyor. Türkiye, bu bağlamda, orta güçte bir devlet olarak dikkat çeken bir örnek teşkil ediyor. Jeostratejik konumu,...