Ana içeriğe atla

Yeniden (2009): İsrail-Mısır Barış Antlaşması’nın 30. yılı

İsrail-Mısır Barış Antlaşması 26 Mart 1979 tarihinde, Amerikan garantörlüğünde Washington’da imzalandı. Camp David Sözleşmesi uyarınca imzalanan antlaşma ne yazık ki Ortadoğu’ya planlandığı gibi barışı getiremedi

1948 yılında İsrail’in kurulması ile Mısır önderliğindeki Arap ülkeleri 1948, 1967 ve 1973 yıllarında bu yeni ülkeye savaş açtılar. İsrail’e en fazla askeri güç sevk eden Mısır, 1973 Yom Kipur Savaşı’ndan dört yıl sonra İsrail’i tanıyan ilk Arap ülkesi oldu. Bölgede barış için ümit veren bu gelişmenin sebeplerini inceleyebilmek için o dönemin Ortadoğusu’na bir göz atmak gerekir.
İsrail’in kuruluşu
2 Nisan 1947’de, Arap-Yahudi sorununun üstesinden gelemeyen İngiltere, Filistin konusunu Birleşmiş Milletler’e götürdü. BM Filistin Özel Komisyonu İngiltere mandası olan Filistin’de yaşanan sorun için iki öneri üretti. Çoğunluk teklifine göre, Filistin Araplarla Yahudiler arasında taksim edilecek ve iki ayrı bağımsız devlet kurulacak; Kudüs şehri ise milletlerarası statüye sahip olacak. Azınlık teklifine göre ise, Filistin, Yahudi ve Arap devletlerinden meydana gelen ‘federal’ bir devlet olacak. Yahudiler çoğunluk planını, Araplar ise azınlık planını tercih ettiler. 29 Kasım 1947’de yapılan oylama ile 13 ret (Arap ülkeleri ve Türkiye), 10 çekimser (İngiltere) oya karşı, 33 oyla (ABD, SSCB) çoğunluk teklifi benimsendi. 
BM’nin kararı sonrasında İngiltere bölgedeki tüm kuvvetlerini 14 Mayıs 1948’a kadar çekeceğini ilan ederken, Aralık 1947’de Mısır’ın başkenti Kahire’de bir araya gelen Arap ülkeleri bu kararı tanımadıklarını açıkladılar. Son İngiliz askerinin de ayrılmasıyla, 14 Mayıs 1948’de David Ben Gurion başkanlığında Tel Aviv’de toplanan Yahudi Milli Konseyi, İsrail Devleti’nin kuruluşunu ilan etti. Arap devletleri İsrail’in kuruluşunu savaş sebebi saydılar. 15 Mayıs 1948 günü Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak orduları İsrail’e saldırdı. Bu savaşın sonucunda Batı Şeria Ürdün’ün, Gazze Mısır’ın; kalan topraklar da İsrail’in kontrolüne geçti. Çatışmalar, İsrail ile Mısır’ın 24 Şubat 1949 tarihinde Rodos’ta ateşkes imzalamasıyla sona erdi. 
Süveyş Kanalı krizi
1952’de Mısır’da Kral Faruk ordu tarafından devrildi. Kralı deviren Albay Cemal Abdülnasır, ülkesini askeri yönden güçlendirmek için Sovyetler Birliği ve Doğu Bloğu ülkelerine yaklaşmaya ve silah almaya başladı. Ülkenin ekonomik kalkınmasını hızlandırmak isteyen Nasır, Asvan barajı projesine oldukça önem verir. Ancak komünist Çekoslovakya ve SSCB ile yakın ilişkileri nedeniyle ABD ve İngiltere Kahire’ye kredi vermeyi reddederler. Bunun üzerine Nasır, 26 Temmuz 1956’da Süveyş Kanalı’nı 99 yıllığına işletme hakkı olan Kanal Şirketini millileştirdiğini açıkladı. 
O dönemde Suudi Arabistan İngiltere ve Fransa’ya ambargo uyguladığından, Ortadoğu petrolünün yüzde 70’i kanaldan geçiyordu. Kanalın tamamen kapatılacağından korkan, hem petrol geçişini hem de Hindistan’a ulaşımını keseceğini düşünen İngiltere, Fransa ve İsrail ile birlikte askeri bir harekat düzenlemeye karar verdiler. Fakat ABD ve SSCB’nin müdahalesi ile geri çekilmek zorunda kaldılar. İsrail-Mısır sınırına BM Barış Gücü yerleştirildi. Mısır ayrıca Tiran Boğazı’nı tekrar açmayı kabul etti. İsrail-Mısır sınırı bir süre için sakin kaldıysa da Sovyet destekli Suriye İsrail’e karşı gerilla saldırıları düzenlemeye devam etti.
Süveyş krizi sonucunda Nasır Arap milliyetçiliğinin ve anti-emperyalist hareketin lideri haline geldi. İsrail, Tiran boğazından geçme hakkına yeniden kavuştu. İngiltere ve Fransa ise Ortadoğu’da güç kaybetmeye başladıklarını kavramış oldular. Artık bölgede ABD yükselmeye başlıyordu.
6 Gün Savaşı
İsrail’in kurulduğu yıllarda Filistinli Araplar da örgütlenmeye başladılar. 1950’de Yaser Arafat öncülüğünde El Fetih, 1964’te Ahmet Sukayri önderliğinde kurulan, El Fetih’i de kapsayan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) büyük taraftar topladı. Sol çizgideki FKÖ; SSCB, Mısır, Irak, Suriye, Tunus ve Libya tarafından desteklendi.  
1964’te Suriye’de Nasır’ın görüşlerini benimseyen Baas Partisi’nin iktidara gelmesi çatışmaları da beraberinde getirdi. 1966 yılında, Mısır ve Suriye, İsrail’e karşı aralarında askeri bir anlaşma imzaladı. Sovyet desteği ile ordusunu modernize eden Mısır’ın, Mayıs 1967’de Sina Yarımadası’na asker göndermesi, Sina’daki BM Barış Gücü’nün çekilmesini istemesi ve Akabe Körfez girişini kapatması İsrail tarafından savaş sebebi ilan edildi. 5 Haziran 1967’de başlayan ve altı gün süren savaşta İsrail, Batı Şeria, Gazze, Sina Yarımadasını, Golan Tepelerini ve Kudüs’ün tamamını eline geçirdi. 
1967 Savaşı’ndan sonra Sudan’ın başkenti Hartum’da toplanan Arap liderler İsrail’e karşı bir yıpratma savaşı yürütülmesine karar verdiler. Liderler ayrıca “Üç Hayır”ı ilan ettiler: “İsrail’le barışa hayır, İsrail’i tanımaya hayır, İsrail’le görüşmeye hayır”. Oysa Suriye, Mısır ve Ürdün gizli olarak İsrail’den müzakere yolu ile topraklarını geri almanın çaresini arıyorlardı. 22 Kasım 1967 tarihinde toplanan BM Güvenlik Konseyi “savaş yoluyla toprak kazanımının kabul edilemeyeceğini” öngören 242 sayılı karara oybirliği ile kabul etti. 1967 Savaşı sonrasında El Fetih, Nasır’ın onayı ile, FKÖ’ye hâkim oldu.
Sedat dönemi ve Yom Kipur Savaşı
SSCB’den aldığı silah, uçak ve dönemin en gelişmiş füzesi ile Mısır, Nisan 1969’dan itibaren 16 ay sürecek bir yıpratma savaşına başladı. İsrail karşılık verdi. ABD’nin araya girmesi ile iki taraf 7 Ağustos 1970’te ateşkes imzalandı. Ateşkes sonrası bölgede çok önemli iki gelişme yaşandı. Eylül 1970’te Mısır Lideri Nasır’ın ölümü ile yerine yardımcısı General Enver Sedat geçti. Kasım ayında ise Suriye’de Hafız Esad bir darbe ile Baas iktidarını ele geçirdi.
Mısır’ın yeni devlet başkanı, İsrail’den Sina’yı geri almak için savaşmak gerektiğine karar verdi. Silah almak için 1972’de Sovyetler Birliği’nin kapısını çalan Sedat, ABD ile birlikte Ortadoğu barışına yön vermek isteyen SSCB’den ret cevabını aldı. Bunu üzerine Sedat ülkesinde bulunan 17 bin Sovyet danışmanı Mısır’dan çıkardı, İskenderiye’deki Sovyet deniz üssünü kapattı, elçilerini geri çekti. Enver Sedat’ın bu kararının ardından SSCB, Mısır ile Şubat 1973’te bir anlaşmaya imza attı; SSCB Mısır’a istediği silahı verecek ancak Mısır’ın harekâtı sadece Süveyş Kanalı’nın doğusunu elde etmeye yönelik olacak. Böylece Mısır, Suriye ve Ürdün savaş planları yapmaya başladılar.
1967 Savaşı’nın yarattığı kızgınlık ile Sovyet gücünü arkasına alan Mısır ve Suriye, İsrail’e savaş açtı. 6 Ekim 1973 Yom Kipur günü başlayan saldırıya İsrail hazırlıksız yakalandı. İlk başlarda gerilese de, İsrail daha sonrasında 67 sonrası sınırına ulaştı. 25 Ekim 1973 tarihinde BM Güvenlik Konseyinin Mısır-İsrail sınırına BM Barış Gücü yerleştirilmesi kararı ile savaş sona erdi. Bu savaşın, bundan önceki savaşlara nazaran en önemli farkı amacının daha öncekilerde olduğu gibi, İsrail’in haritadan silinmesi değil, 1967 savaşında İsrail’e kaybedilen toprakların geri alınması idi. 
ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın gayretleri ile taraflar müzakerelere başladı. Mısır ile İsrail arasında, 18 Ocak 1974’te, İsrail’in Sina’da belli bir ölçüde geri çekilmesini sağlayan bir anlaşma imzalandı. 31 Mayıs 1974’te, İsrail ile Suriye arasında imzalanan anlaşma ile İsrail Kuneitra’nın gerisine çekildi ve sınıra BM Barış Gücü yerleştirildi. 1 Eylül 1975’teki anlaşma ile İsrail’in Sina’dan biraz daha çekilmesi, Mısır’ın bölgedeki petrolün bir bölümünü İsrail’e satması ve sınıra ABD’nin erken uyarı sistemi konulması karara bağlandı. Kissinger’ın bu diplomatik başarısı ABD’nin Arap dünyasındaki nüfuzunu arttırdı. 
Savaş sonrası İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’dan çekilebileceği sinyalini alan FKÖ, bu bölgelerde bir devlet kuracağını açıkladı. Arap ülkeleri tarafından ‘İsrail’i tanımak’ olarak görülüp reddedilen bu kararla FKÖ parçalandı, Suriye bölgeye hâkim olabilmek için Lübnan’a girdi.  
Camp David ve İsrail-Mısır Barış Anlaşması
Mayıs 1977’de Menahem Begin liderliğindeki Likud Partisi İsrail’de seçimleri kazandı. Aracılar kanalıyla temaslarını sürdüren İsrail ve Mısır, Kasım 1977’de Enver Sedat’ın barışa olan kararlılığını gösterdiği “barış için en büyük engel psikolojik engel, gerekirse İsrail’e gitmeye hazırım” açıklaması sonrasında iki lider Kudüs’te bir araya geldi. Sedat, 20 Kasım günü Knesset’te tarihi bir konuşma yaptı. Konuşmasında adalete dayanan kalıcı bir barış istediğini vurgulayan Sedat, İsrail’den işgal ettiği topraklardan çıkmasını, bölgedeki her devletin güvenlikli sınırlarda barış içinde yaşama hakkının kabul edilmesinin ve Arap-İsrail sorununun temeli olan Filistinli Arapların kendi vatanlarına sahip olmaları gerektiğinin altını çizdi. İsrail-Mısır diyalogu Arap ülkelerinin çoğunda kınandı. Aralık 1977’de iade-i ziyaret yapan Begin, İsmailiye’de Enver Sedat ile buluştu. 
Ağustos 1978’de tıkanan görüşmelerin önünü açmak için inisiyatifi eline alan ABD Başkanı Jimmy Carter tarafları Washington’a davet etti. Camp David görüşmeleri 5-17 Eylül 1978’de yapıldı ve 17 Eylül’de Mısır, İsrail ve ABD arasında Camp David Sözleşmesi imzalandı. Bu sözleşme Ortadoğu barışının esaslarını belirtip Batı Şeria ve Gazze ile Filistinli Arapların durumunu ele almakla birlikte İsrail-Mısır barışının ana hatlarını da ortaya koydu. Tüm sözleşmede taraf olarak kabul edilen Ürdün ile İsrail arasında görüşmelerin başlatılması alınan bir diğer karar oldu.
Suriye liderliğinde toplanan Libya, Irak, Cezayir ve Yemen, Camp David kararlarını kabul etmediklerini ilan ederek, ABD’ye karşı SSCB’ye yakınlaşma kararı aldılar. Kasım 1978’de Hafız Esad’ın girişimi ile Bağdat’ta toplanan Arap Birliği, Filistin konusunun ortak bir dava olduğunu, hiçbir ülkenin tek başına hareket edemeyeceğini belirterek Mısır’ı Arap ortak hareketine katılmaya davet etti. 
Şubat 1979’da İran’da Şah Rıza Pehlevi’nin devrilip yerine Humeyni liderliğinde bir Şii rejimin kurulması, Sünni olan Arap dünyasını endişelendirirken İsrail-Mısır anlaşmasının da hızlanmasına yol açtı. İsrail-Mısır Barış Anlaşması 26 Mart 1979’da Washington’da ABD’nin tanıklığında imzalandı. Bu anlaşma ile 1948’den beri süregelen savaş hali sona erdi. Taraflar, birbirlerinin egemenlik, toprak bütünlüğü ve siyasi bağımsızlıklarına saygı göstermeye,  güvenlikli ve tanınmış sınırları içinde barış içinde yaşama hakkını kabul ettiler. İsrail’in 27 Nisan 1982 tarihine kadar Sina’dan çekilmesi de karara bağlandı. ABD ile İsrail arasında yapılan anlaşmaya göre ise bu barış anlaşmasının ihlali veya İsrail’in bir saldırıya uğraması halinde, ABD İsrail’e yardım için gerekli diplomatik, ekonomik ve askeri tedbirleri almayı kabul etti.
İsrail-Mısır barışının imzası, Mısır’ın Arap dünyası ile bağlarının tamamen kopmasına sebep oldu. 27 Mart 1979’da Irak’ın başkenti Bağdat’ta toplanan Arap Birliği, Mısır’ı yalnız bırakacak diplomatik ve ekonomik yaptırım kararları aldı; elçilerini Kahire’den geri çekip mali yardımı kesti. 
İsrail-Mısır barışı ile Mısır Ortadoğu’da yalnızlaşırken ABD düşmanlığı ve SSCB’nin bölgedeki gücü arttı. Buna karşılık, ABD ve Avrupa geniş ekonomik ve askeri yardımlar ile Enver Sedat’ı destekledi. Menahem Begin ve Enver Sedat çabalarından ötürü 1978 Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldüler. 8 Ekim 1981’de Mısır Ordusu içindeki aşırı İslamcı kesimin düzenlediği bir suikasta kurban giden Enver Sedat, İsrail’in 27 Nisan 1982’de Sina’dan tamamen çekilerek Mısır’ın Sina’ya tekrar sahip olduğunu göremedi. Sedat’ın yerine geçen Hüsnü Mübarek barış sürecini günümüze kadar devam ettirdi. Mübarek döneminde Mısır ABD’nin önemli bir müttefiki olarak kaldı ve aynı zamanda Arap ülkeleri ile bozulan ilişkileri düzeltme yoluna gitti. Bu çabalar sayesinde Mısır 1984’te İslam Konferansı’na, 1989’da Arap Birliği’ne yeniden girdi. 
Ortadoğu’ya barışı getirmeyi hedefleyen ABD, bu iki ülke arasındaki barışın bölge ülkelerini İsrail ile uzlaşmaya sevk edeceği ümit etmişti. Ancak bu anlaşma ile Mısır Arap dünyasından ayrılmış, İsrail ise sadece güney sınırını güvenlikli hale getirirken, diğer komşuları ile konumu daha kötüleştirmişti. Tüm bu olumsuzluklara rağmen İsrail-Mısır barışı Ortadoğu’yu yeniden şekillendirecek bir dönemin başlangıcı oldu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

“We are Beyond What I Had Dreamed of When I Moved to Dubai”

Cem Habib  We talked about how the peace deal between Israel and the United Arab Emirates affected the Jewish life in the Emirates, with the investment manager Cem Habib, who has been living in Dubai since 2016, and who is one of the founding members of the Jewish Council of Emirates (JCE), the first officially recognized Jewish community of the UAE. How long have you been living in Dubai? What influenced you in deciding to live here? I moved to Dubai in 2016, before I had been living in London. My customer base at that time was in Kazakhstan and it had gotten harder commuting there from London every month after 6 years. There were three direct flights between Dubai and Kazakhstan, every day, with a flight time of less than 4 hours. To improve our quality of life and to spend more time with the kids, we moved to Dubai. When moving, how could you overcome the thought “As a Jew, will I be comfortable living in an Arab country with my family?” I talked to my friends from different countri

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

The one question people asked me when I got home from Turkey - Tami Sussman

If I had been handed a hundred dollars for every Australian Jew who asked me if I was worried about travelling to Turkey in July due to antisemitism, I would have been able to fly business class. Qantas business class. Add another hundred for every Jew who asked me how I could justify supporting the Turkish economy in the current climate and I could have made it a return flight.  Instead, I found myself wedged between my screaming children in economy with separate  Bluey theme songs blasting through unsynced iPads, reassessing every life choice that had brought me to this point. Reproducing with their half-Turkish Sephardi father Yosi “because he is very good looking” suddenly seemed like a questionable decision made by a naive 30-year-old who didn’t consider the inevitable trip we’d have to make in order for the children to meet their great grandmother, aunts, uncles and cousins who don’t travel further than Madrid.  The honest truth is yes, I was worried about antisemitism. I had rea