Ana içeriğe atla

Türkiye-İsrail arasında son kavşak

Liderlerin olumlu açıklamaları, basına sızan ikili görüşmeler bir süredir Türkiye ile İsrail arasında ilişkilerin normalleşmesi için yapılan çalışmalarının arttığını gösteriyor. Birçok maddenin çözüme ulaştığı bilgisi gelirken, her iki tarafın uzlaşmacı tutumu, uzun süredir iki ülkenin ilişkilerini donduran Mavi Marmara olayının geride bırakmaya artık hazır olunduğunu gösteriyor.


En baştan başlayalım. Arka arkaya seçimleri kazanıyor, ülkenin bugününü ve geleceğini şekillendiren önemli kararlara imza atıyor ve halkın desteğini de alıyorsanız, bu doğru yoldur deyip ajandanızda büyük değişikliklere gitmez, benzer şekilde devam edersiniz. Ancak bölgenizde bildiğiniz bütün doğrular değişmişse, sınırlarınızda artık bir devlet değil IŞİD, Hizbullah gibi terör örgütleri cirit atıyorsa, yanı başınızda süren savaşların zararlarını doğrudan yaşıyor, tehlike artık sınırlarınızı aşıp ülkenin tam kalbinde yaşanıyorsa, bu yeni gerçeğe ayak uydurmaktan başka bir çareniz kalmıyor. Üstelik Ortadoğu yeniden şekillenip, başta komşunuz Suriye, büyük güçlerin arasındaki bir vesayet savaşının ana merkezi haline geldiği sırada kendi ülkenizde kutuplaşma artmış, huzur azaldıysa, ardı ardına terör saldırılarına sahne oluyorsa, iç ve dış politika bir noktada birbirinin içine girmişse, halının altına süpürülen hassas konulara, sorunun en temeline inip çözüm bulmanın zamanı gelmiş de geçiyor demektir.
Bahsettiğim bu durum Türkiye için olduğu kadar İsrail için de geçerli. Bölgedeki tüm gelişmeler, ortak çıkarları bulunan ve benzer tehditlerle karşı karşıya olan bu iki ülke için artık ilişkilerde normalleşme, Mavi Marmara dosyasını geride bırakma zamanının geldiğini haykırıyor.

Rusya’ya meydan okuyan bir Türk Cumhurbaşkanı ile, Obama ile görüşmeyeceğini basın aracılığıyla duyuran ve birçok kereler ABD’ye açıkça karşı gelen bir İsrail Başbakanını bunca zaman sonra aynı noktada buluşturan sebepler belli, ama normalleşme için gereken adımlar neden şimdi atılıyor?
Öncelikle her iki ülke de diğer tarafta önemli bir değişimin olmayacağını anladı ve kabullendi. Geçtiğimiz sene, hem Türkiye hem İsrail kritik bir seçim sürecinden geçtiler. İki lider de karşı tarafta seçim öncesi beklenenin aksine bir değişiklik olmayacağını kabullendiler. Yani İsrail Netanyahu ile yeni bir döneme daha başlarken, Türkiye’de de koalisyon ihtimali ortadan kalktı. Liderler yerlerini sağlamlaştırırken, eğer ilişkilerde bir gelişme olacaksa karşı tarafta aktörlerin değişmeyeceği her iki ülke için de kesinlik kazandı. İsrail’de, Türkiye ile ilişkilerin düzelmesine öncelik veren Dore Gold’un İsrail dışişleri koordinatörü olarak göreve başlaması belirleyici oldu. Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu’nun yoğun çabaları ve ardı ardına gelen Roma, Zürih, Cenevre görüşmeleri ise sürecin hızlanmasına yardımcı oldu.
Tabi görüşmelerde asıl gelişme, her iki tarafın da ilişkilerin normalleşmesine duyulan ihtiyacı kabul etmesi ve yapıcı adımlar, karşı tarafın karşılayabileceği talepler üzerinde mutabakatların sürdürülmesi ile sağlandı. Bunun en önemli göstergesi Türkiye’nin İsrail’den talep ettiği Gazze’deki deniz ablukasını kaldırma şartındaki değişim. Gazze konusunda kilit artık deniz ambargosunun kalkması değil, Türkiye’nin Gazze’deki etkinliğinin artması.
Önemli bir diğer değişim liderlerin söylemlerinde yaşandı. Tahminimce, İsrail’in özür dilemesi için aracı olan ABD’nin yeni bir telkiniyle İsrail uzun süredir Türkiye’yi eleştirmiyor, yapılan sözlü saldırılara karşılık vermiyordu. Benzer bir durum İsrail seçimleri ile birlikte Türkiye için de geçerli oldu. Oy kazanmak adına sonradan geri alacağı birçok sivri çıkışta bulunan Netanyahu, Ankara tarafından hiç konu edilmedi, “Benim başbakanlığımda Filistin Devleti kurulmayacak” sözü bile eleştirilmedi. Bu ilişkilerde değişim açısından önemli bir nokta.
Benzer bir durum Türkiye’deki seçimlerde de yaşandı ve hem iktidar hem de diğer partilerin sıkça oy kazanmak için kullandığı İsrail karşıtı söylemler tercih edilmedi. Uzun bir süredir İsrail karşıtlığının iç politikada maliyeti olmayan bir getirisi olduğu biliniyor ve bu her kesim tarafından rahatlıkla kullanılıyordu. İsrail ile ilişkilerin iyileşmesi için çalışan, çaba gösteren bir kurumun eksikliğinde, bunu dengelemek de mümkün olmuyordu. Bugün halen bazı gazeteler ‘terörist başı Netanyahu’ ve ‘terör devleti İsrail’ dese dahi, bu söylem oldukça azaldı. Hatta Muhafazakâr Yükseliş Partisi (MYP) Lideri Ahmet Reyiz Yılmaz, “Türkiye’nin tek dostu İsrail’dir. Hükümet bunu ilerleyen günlerde daha iyi anlayacak. İsrail’in de tek dostu, müttefiki Türkiye olmalıdır” açıklamasını yaptı.
Ancak, AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik’in herkesi şaşırtan “İsrail halkı ve devleti Türkiye’nin dostudur” açıklamasına gelen tepkiler, onca senedir duyduğu İsrail karşıtı söylemi benimsemiş olan Türk kamuoyunun bu fikre alışması için bir süreye ihtiyaç olduğunu ve bu konuya eğilinmesi gerektiğini gösteriyor. Bir zamanlar birçok ünlü sanatçının karşılıklı konserler verdiği kültürel alışverişten ve turizm ile oluşturulan paylaşım ve sevgiden günümüzde eser yok. Bu bakımdan 9-12 Mart tarihleri arasında Tel Aviv'de, 10-13 Mart tarihleri arasında İstanbul'da yapılacak olan Sound Ports Müzik Festivali, kapalı kapılar ardında gerçekleşen normalleşme görüşmeleri kadar heyecan verici. Uzun süredir ilk defa Türkiye ve İsrail uluslararası bir müzik festivalinde ortaklığa imza atıyor. Türkiye ve İsrail’in dünyaya kazandırdığı sanatçıların yanı sıra destek veren Fransız ve Kübalı müzisyenler hem Tel Aviv hem de İstanbul’da sahneye çıkacaklar.
Ankara ile sıkıntıda olan Mısır ve Rusya, Türkiye ile İsrail arasındaki gelişmelere ihtiyatlı davranıp çekincelerini belirtirken, Türkiye ve İsrail’den olumlu açıklamalar gelmeye devam ediyor. İsrail Enerji Bakanı Yuval Steinitz, ülkesinin doğalgazının Avrupa'ya taşınması için Türkiye ile sorunların önümüzdeki haftalarda veya aylarda çözüleceğine inanıyorum” derken, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, İsrail ile yapılan müzakerelerin sonuçlanmak üzere olduğunu, yakın zamanda ortak açıklama yapma noktasına gelebileceklerini söyledi.
Her geçen gün olumlu anlamda açıklamalar gelirken, son anda çıkacak bir pürüzün kat edilen bunca yolu bozmamasını dileyerek, normalleşme anlaşmasının her an açıklanacağı beklentisi içine girildi. Sadece rekor seviyelere ulaşan ticaret verilerinin yetmediği, Türkiye ve İsrail’in yeniden istihbarat ve askeri alanda güçlü bir işbirliği kurmaları, bulundukları tehlikeli bölgede asıl öncelikli olan. Anlaşma sağlanıp, Mavi Marmara iki ülke ilişkilerinin kara bir sayfası olarak geride bırakılabilirse elçiler yeniden atanır ve ancak o zaman uzun vadeli stratejik bir işbirliği olan doğalgaz gibi güvene dayalı ve her iki taraf için de ekonomik anlamda hayati yatırımlar hayata geçirilebilir. Sonuca çok yaklaşıldı gibi görülüyor, ancak halen beklemedeyiz.

Karel Valansi Şalom Gazetesi 9 Mart 2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

“We are Beyond What I Had Dreamed of When I Moved to Dubai”

Cem Habib  We talked about how the peace deal between Israel and the United Arab Emirates affected the Jewish life in the Emirates, with the investment manager Cem Habib, who has been living in Dubai since 2016, and who is one of the founding members of the Jewish Council of Emirates (JCE), the first officially recognized Jewish community of the UAE. How long have you been living in Dubai? What influenced you in deciding to live here? I moved to Dubai in 2016, before I had been living in London. My customer base at that time was in Kazakhstan and it had gotten harder commuting there from London every month after 6 years. There were three direct flights between Dubai and Kazakhstan, every day, with a flight time of less than 4 hours. To improve our quality of life and to spend more time with the kids, we moved to Dubai. When moving, how could you overcome the thought “As a Jew, will I be comfortable living in an Arab country with my family?” I talked to my friends from different countri

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

Her yaşam bir roman - Panama´daki Türk Yahudileri

Panama´da hızla büyüyen bir Yahudi yaşamı var. Café con Teclas kitabının yazarı gazeteci Sarita Esses´in yanı sıra Antakyalı Eli Cemal, Mersinli Musa İlarslan, Trakya kökenli Julia Kohen de Ovadia ve kuzeni İstanbullu Çela Alkabes de Eskinazi ile göç hikayelerini ve Panama´daki yaşamlarını konuştuğumuz keyifli bir sohbet sizleri bekliyor. Julia Kohen de Ovadia İstanbul doğumluyum. Babam Çanakkaleli Aron Kohen, annem ise Çorlulu Suzi Bahar.  Seneler evvel büyükbabamın eltisi Meksikalı Sultana genç yaşta çocuksuz dul kalınca küçük teyzem Donna’yı yollamasını istedi anneannemden. Donna da Sultana teyzesiyle yaşamak için Meksika’ya gitti. Orada eniştem Moises Mizrachi ile tanıştı ve evlenerek Panama’ya taşındı. Büyükbabam Nessim Bahar vefat edince anneannem Coya, ablam Malka ile iki aylığına kızını görmeye Panama’ya gitti. Ancak orada ablam eniştemle tanıştı, evlendi ve hayatını Panama’da kurdu. Dört çocuğu ve on torunu var. Ablamın düğünü için Panama’ya geldiğimizde ben Saint Pulcherie’de