Ana içeriğe atla

Lübnan girdaba geri çekiliyor

Yoğun bir haftanın ardından, cumartesi günü biraz dinleneyim, haberleri takip etmek yerine gündeme biraz ara vereyim, keyifli bir yemek, güzel bir sinemaya gideyim diye düşünmüşseniz, 4 Kasım Cumartesi bunun için yanlış bir gün olmuş diyebilirim rahatlıkla. Çünkü tam da o gün deyim yerindeyse yer yerinden oynadı.
Önce hiç beklenmeyen bir şekilde Lübnan Başbakanı Saad Hariri, İran ile Hizbullah’ı hedef göstererek ve suikasta uğrama korkusunu dile getirerek, Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da bir televizyon kanalı aracılığıyla istifasını duyurdu. Sırf bu cümle bile kendi içinde birçok soru işaretini barındırıyor.

Hariri’nin koalisyon ortağı Hizbullah ise bu gelişme karşısında Lübnanlılara itidal çağrısı yaptı. Hariri’nin Suudilerin baskısıyla istifa ettiği hatta orada rehin alındığı konuşulurken, Hizbullah zararını en aza indirmek için çabalıyor. Ne de olsa hükümet düşerse, kendini militan bir grupken siyasi bir aktöre de dönüştüren Hizbullah, bu sayede kazandığı siyasi meşruiyetini kaybedecek. Mayıs ayındaki seçimlerin yapılıp yapılmayacağı ise şu an için belirsiz.
Daha gün bitmeden Suudi Arabistan’da dokunulmazlıkları olduğunu sandığımız, aralarında prenslerin de olduğu birçok üst düzey yetkili, yolsuzluk suçlamasıyla gözaltına alındı. Kral Salman’ın bu daha önce benzeri görülmemiş kararını, muhalefeti bertaraf etme ve kraliyet içindeki gücünü pekiştirme olarak okumak mümkün.
Tüm bu olaylar zincirine, içinde Suudi bir prensin olduğu helikopterin düşürülmesi ve Husiler tarafından Yemen’den Riyad’ın kuzeydoğusuna atılan ve hava savunma sistemleri tarafından imha edildi balistik füzeyi de eklersek hafta sonunu en azından Suudi Arabistan açısından tamamlamış oluruz.
Saad Hariri  istifa konuşmasında ‘hedefteyiz’ anlamındaki ‘eye of the storm’ tabirini kullandığında, aklıma henüz iki hafta önce okuduğum bir yazı geldi. Institut d’Etudes Politiques de Paris’de Ortadoğu profesörü ve Fransa Dışişleri Bakanlığına bağlı Politika Planlama Biriminde daimi danışman olan, günümüzde Carnegie Endowment Washington’ın Ortadoğu programında konuk akademisyen olarak görev alan Joseph Bahout, 18 Ekim’de yaptığı değerlendirmede, Lübnan’ın komşusu Suriye’de olanlara rağmen neden savaşın içine çekilmediğini yorumlarken, gelecekte ülkeyi bekleyen tehlikelere de dikkat çekiyordu. Ve çok ilginçtir ki yazısının adı, tıpkı Hariri’nin istifa konuşmasında da kullandığı gibi Eye of the storm idi. Ve görülen o ki Bahout öngörülerinde haklı çıktı, Lübnan uzun zamandır dışında kalmayı başarabildiği girdabın içine yeniden güçlü bir şekilde çekiliyor.
Hariri’nin istifasının ardından Joseph Bahout ile yaptığım görüşmede, kendisine Lübnan’daki son gelişmeleri değerlendirmesini rica ettim. Bahout, Hariri’nin istifasının İran ve Suudi Arabistan arasındaki gerilimin oldukça yükseldiği ve özellikle dikkatlerin Lübnan’ın üzerinde yoğunlaştığı bir dönemde meydana geldiğini belirtiyor. Bu son gelişmenin Suudi Arabistan’ın İran ile yeni bir sahnede -şimdiye kadar tarafsız kalmayı başarmış Lübnan’da- karşı karşıya gelmesinin ilk perdesi olduğunu da ekliyor. Suudi Arabistan’ın dış politikasındaki bu değişimin ardında uluslararası ve bölgesel iklimin de etkili olduğunu düşünüyor Bahout. ABD ve İsrail’in İran’ın Ortadoğu’daki etkisini azaltmaya karar vermelerinin Suudilerin İran’a yönelik bu adımları atma kararını etkilediğini söylüyor. Bahout ayrıca, ABD ve İsrail’in İran karşıtı tavrına rağmen, Suudi Arabistan’ın bunu gerçekleştirebilecek kaynaklara sahip olup olmadığının buradaki asıl sorulması gereken soruyu oluşturduğunun altını çiziyor. Hizbullah’ın Lübnan’daki gücünün küçük bir parçasını bile bırakmaya razı gelmeyeceği düşünüldüğünde, Suudi Arabistan’ın bu konuda ne kadar ileriye gidebileceği de, gitmek isteyeceği de, cevaplanması gereken bir diğer önemli soru oluyor.
Bahout’nun altını çizdiği gibi Lübnan, 2011’deki Arap Baharı’ndan itibaren, özellikle komşusu Suriye’de olanların ardından bu savaşın taraflarına eşit mesafede yaklaşmaya çalıştı. Tarihi boyunca birçok vekâlet savaşına sahne olmuş Lübnan’ın bunu sadece kendisinin istemesi yetmezdi tabi. İran, güvenilir bir askeri güç ve etkisini yaymasının önemli bir aktörü olan Hizbullah'ın dikkatinin Lübnan’ın iç işleri ile dağılmasını istemedi. Suudi Arabistan için ise Hizbullah ile yapılan koalisyon sonrası Lübnan öncelik sıralamasında geriye düşmüştü. Bahout’nun bahsettiği kaynak sorunu burada da kendini gösteriyordu. Şimdi ise Suriye savaşı sona yaklaşırken ve İran’ın bölgesel etkisini azaltmaya yönelik cephe güçlenirken, gözler bir kez daha Lübnan’a kilitlendi. Ve yaklaşmakta olan fırtınanın bu sefer Lübnan’ı es geçmeyeceği görülüyor.
Karel Valansi OBJEKTİF Şalom Gazetesi 8 Kasım 2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

Democratya!* İsrail’de Kırmızılı Kadınların Direnişi

2022 yılı sonunda göreve başlayan, Binyamin Netanyahu liderliğindeki yeni hükümet, İsrail tarihinin en aşırı sağcı ve dindar partilerinden oluşuyor. Bu koalisyon, kuruluşundan bu yana kendini Orta Doğu ’ nun tek demokrasisi olarak tanımlayan İsrail’in geleceği ve demokratik yapısı için büyük bir tehdit oluşturuyor. Bu tehditler bir çok farklı koldan ilerliyor.    Netanyahu ’ nun uzun süredir basını kontrol altına alma çabası demokrasinin ifade özgürlüğü ilkesini tehdit ediyor. Filistinliler dahil azınlık gruplarının, LGBTQ+ toplumunun ve kadınların kanun önünde eşitliğini ihlal edecek yasa tasarıları , demokrasinin bir diğer önemli prensibi olan eşit haklar ilkesini tehdit ediyor. İsrail ’ de yürütme ve yasama erkleri her zaman hükümet tarafından kontrol edilmekte. Yüksek Mahkeme, iktidar partilerinin gücünü kontrol eden ve anayasa görevini yerine getiren Temel Yasaların uygulanmasını güvence altına alan tek  kurumdur. Ancak yeni hükümet yasama üzerinde sınırsız güç sahibi olmak için Y

Yahudi Cesaret Ödülü üzerine

24 Haziran 2018 seçiminde CHP’den Cumhurbaşkanı adayı olan Muharrem İnce, 16 Ağustos’taki Twitter paylaşımlarıyla isim kullanmadan hükümete yönelik eleştirilerini sıraladı. Bu eleştirilerinin arasında “Siz, yaptığınız hizmetlerle Yahudi Cesaret Ödülüne lâyık görülen ve bu ödülü kendine lâyık görenlersiniz” ifadesine de yer verdi.  İnce’nin bu paylaşımı bu konudaki ilk çıkışı değildi. Geçtiğimiz yılın Aralık ayında, partisinin Yalova Merkez İlçe 10. Olağan Kongresi’ndeki konuşmasında da “Dünyada ‘Yahudi Cesaret Ödülü’ ya da diğer adıyla ‘Davut Yıldız’ı alan tek Müslüman, Recep Tayyip Erdoğan’dır,” demişti.  İnce, 2013 yılında yaptığı bir başka konuşmada ise bu sefer Türkiye’nin Rum vatandaşlarını kızdırmıştı. “Atatürk olmasaydı, (…) adınız Ahmet, Hasan, Hüseyin olmazdı, Dimitri, Yorgo olurdu. Bunları doğru bilmeleri lazım” demiş, gelen tepkilerin ardından Twitter hesabından “Benim gibi askerlik yapan, vergi veren, Cumhuriyet’e inanan, vatandaşımız olan Yorgo ve Dimitri’leri kastetm