Ana içeriğe atla

Nüfuz savaşında yeni cephe Lübnan

Liderlerin yurt dışı ziyaretleri olağandır. Ancak Lübnan Başbakanı Saad Hariri bu konuda bir hayli şanssız. Ocak 2011’de ABD Başkanı Barack Obama ile görüşmeye gittiğinde, Hizbullah ve müttefikleri istifa etmiş ve hükümet düşmüştü. Başbakan olarak gittiği Washington’dan, uzun sürecek siyasi bir belirsizliğe dönmüştü. Geçen sene yaklaşık bu zamanlarda yeniden başbakanlık koltuğuna oturan Hariri’nin Temmuz’daki ABD ziyareti bu sefer sorunsuz geçmiş olsa da, son Riyad ziyareti istifasıyla sonuçlandı.

Kendisi buna hazırlıklı mıydı? Henüz cevabı bulunamamış soruların başında duruyor. Ancak başbakanı olduğu ülkesinde değil de, televizyon aracılığıyla Riyad’da istifasını ilan etmesi Suudi Arabistan’ın bu konuda hiç de masum olmadığını göstermeye yetiyor. Yolsuzlukla suçlanan prensler gibi lüks bir otelde rehin mi tutuluyor tartışmaları bir kenarda dursun, Hariri’nin istifa konuşmasında 2016’da birlikte çalışmayı kabul ettiği Hizbullah’a ve İran’a karşı kullandığı sert dil normalin dışındaydı.
Hariri’nin ikinci kez başbakanlık görevini kabul etmesi pek de kolay olmadı. Bu, aynı zamanda, 2005’te suikasta kurban giden babası Refik Hariri’nin katili olarak görülen Suriye destekli Hizbullah ile aynı hükümette yer almaya razı gelmesi anlamındaydı. İstifasında öne çıkardığı hayati tehlike ise yeni değil, babasından ona miras kalan siyasi hayatının sürekli ensesinde hissettirdiği bir korkuydu. Bu nedenle tüm bunlara olur vermişken, henüz bir yılını doldurmadan kendi isteğiyle istifa etmek istemesi pek olası gelmiyor.
Öte yandan bu koalisyona tamam derken aynı zamanda Lübnan ordusundan daha güçlü bir askeri güç olan ve siyasi olarak daha da güçlenmiş bir Hizbullah ile dans ettiğini, üstelik Suudi Arabistan-İran çekişmesi arasında kalacağını da biliyordu. İstifası öncesindeki Tahran-Riyad trafiği de bunu gösteriyor.
İç politikada ise her şey mükemmel gitmiyordu. Koalisyon kararından memnun olmayanlar vardı. Hatta eski Adalet Bakanı Eşref Rifi’nin adı gittikçe öne çıkıyordu. Ekonomik kriz ise sürüyordu. Lübnan, tıpkı Türkiye gibi en çok Suriyeli mülteci kabul eden ülkelerin başında geliyor ve bununla baş etmekte zorlanıyor. Yani Hariri halk desteği anlamında da sorunlar yaşıyordu. Düşük bir olasılık da olsa, belki de bu istifayla bir kaçış yolu yakalamıştı Hariri.
Pazar akşamı Riyad’dan verdiği röportaj ise soru işaretlerini gidermekten uzaktı. Bu şehri ikinci ziyaretinde bir şeylerin değiştiğinden bahsediyor ama bu konuya açıklık getirmiyordu. Yakında Lübnan’a döneceğini söylese de bahsettiği ‘istifasının yarattığı olumlu şokun’ veya kendisinin özgür ancak ailesinin güvenliğini sağlamayı istediğini söylediğinde tam olarak ne demek istediği esrarını koruyor. Yorgun ve gergin hali ise söylediği gibi özgür olmadığını düşündürüyor.
Hariri’nin istifasının ardından Suudi Arabistan ve İran’ın kozlarını bu kez Lübnan üzerinden paylaşacakları akla geliyor. Orta Doğu’da mezhepsel gerilimin artmasında birçok neden sayılabilir. Arap Baharı ile Irak, Suriye ve Lübnan’daki gücünü kaybetmek istemeyen İran ile birlikte Hizbullah açık bir şekilde Suriye’de taraf oldular. Bu da İran’ın ezeli rakibi Suudi Arabistan’ı İran tehdidi üzerinden İsrail dahil birçok ülke ile ittifaka sürükledi. İran için ise Esad’ın oyunda kalması bölgesel güç dengesi için gerekliydi. Bu hem önemli bir müttefikini korumak, hem Lübnan’daki Hizbullah’a ulaşmak, hem de İsrail’e Hizbullah aracılığıyla açtığı cepheyi sürdürmek için gerekliydi.
Suriye savaşı aynı zamanda İran için etkisini ve ideolojisini yaymasının bir yolu oldu. İran’ın, deyim yerindeyse, uzun süreli askeri seferler planlayabildiğini ve sürdürebildiğini gösterdi.
Suudi Arabistan’ı düşündüğümüzde ise, İran ile giriştikleri her vekalet savaşı, bu Suriye, Irak, Yemen olsun veya Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ndeki referandum, Katar krizi olsun, İran’ın lehine sonuçlandı. 2011 Arap ayaklanmaları ile başlayan dönemin bir sonucu varsa eğer, kaybedeni Suudi Arabistan, kazananı İran diyebiliriz. Suriye savaşı ile güçlenmesinin yanı sıra nükleer anlaşmayla uluslararası sisteme geri dönen İran bölgenin önemli bir gücü haline geldi ve hem pragmatik hem de hedefine ulaşmada oldukça kararlı olduğunu gösterdi.
Vekâlet savaşı için yeni sahne bu sefer Lübnan seçilmiş gözüküyor. Bu sayede Suudi Arabistan, zararını telafi edebileceğini, etkisini daha da arttırmadan İran’ı durdurabileceğini hesaplıyor olmalı. Arap ayaklanmaları ile başlayan süreçte kendini çatışmaların dışında tutabilen Lübnan’ın Hariri’nin istifasının ardından ne yola doğru savrulacağını kestirmek kolay değil. Ancak Suudi Arabistan ile İran arasındaki nüfuz savaşında yeni cephenin orası olacağı ve bunun bölgeyi yeni bir gerginlik ve şiddet dalgasına sürükleyeceği görülüyor.  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

Yahudi Kültürü Avrupa Günü: İris ile Eran temsili düğün töreni ile yeniden evlendi

Yahudi Kültürü Avrupa Günü etkinlikleri kapsamında bu sene Neve Şalom Sinagogu’nda temsili bir Yahudi düğünü düzenlendi. İris ve Eran’ın düğünü açıklamalar eşliğinde gerçekleşirken, gazetemizin fotoğraf editörü Alberto Modiano’nun ‘Zaman ve Mekân içinde Musevilik’ adlı sergisi de yer aldı 26 Ekim Pazar günü Neve Şalom Sinagogu’nu dolduran farklı kesimlerden misafirler, on beş gün önce evlenen İris ve Eran’ın temsili düğün törenini izlemek için bir araya geldiler. Sinagogun girişinde Şalom Gazetesi Fotoğraf Editörü Alberto Modiano’nun ‘Zaman ve Mekân İçinde Musevilik’ adlı sergisi gelenleri karşıladı. İlgi ile gezilen sergide sanatçı, İstanbul Yahudi Cemaati’nin dini ritüellerini fotoğraflar aracılığıyla anlatıyor. Yahudilerin günümüz Türkiye’sinde örf ve adetlerini tanıtan fotoğraflar, Sefarad, Aşkenaz ve İtalyan Yahudilerinin dini yaşam döngüsünü konu alıyor. Gerçek bir düğün törenini öncesinde olduğu gibi genç kızlar gelenleri şeker dolu bonboniyerlerle karşıladılar ve anı

Holokost farklı etkinliklerle anıldı

Yom Aşoa, 12 Nisan akşamı Sivil ve Ekolojik Haklar Derneği (SEHAK) ile Avlaremoz’un Grand Pera’da düzenlediği bir anma etkinliğiyle anıldı.  Bu gün ayrıca Varşova Gettosundan 750 kadar Yahudi direnişçinin bir aya yakın bir süre dönemin en gelişmiş silahlarına sahip Nazilere karşı kahramanca direnişinin 75. yıldönümüydü. Anma etkinliğinde, Amsterdam’da saklandığı çatı katında yaşadıklarını ve duygularını günlüğüne geçirerek geleceğe taşıyan Anne Frank’ı ve II. Dünya Savaşı’nı anlatan ‘Günümüz İçin Bir Tarih – Anne Frank’ sergisi ziyaretçilerin ilgisine sunuldu. Sergi sırasında Anne Frank’ın yaşam öyküsünü ele alan belgesel de gösterildi. Sergi sırasında Ravit Haleva keman ve Karel Bensusan gitar ile Yahudi ezgilerinden oluşan etkileyici bir müzik dinletisi sundular. Anma çerçevesinde düzenlenen panelde Şalom yazarları Karel Valansi ve Umut Uzer ile, Avlaremoz yazarı Serdar Korucu konuşmacı olarak katıldı. Moderatörlüğünü ise Avlaremoz editörü Betsy Penso üstlendi. İstanbul Tekni