Ana içeriğe atla

MLYA 5 - "I will survive"


Toplumsal ya da kişisel tarihi, hatırası olan bir objenin hikayesini yaz.
Pek obje olmasa da önce bir şarkı oradan da köprüye geçtim. Büyükada'yı ve çocukluğumu anlatabilmek güzel :) "Hiç elleme, özellikle giriş bölümüyle tam bir köşe yazısı, çok güzel" dedi Mario bey. Ama sınırlarımı aşmam lazım...

Hiç bir yazımı şimdiye kadar kimseye ithaf etmemiştim ama bu yazı Tania'ma özel. Bizi bırakıp Tel Aviv'e gitti ve dun akşam sirenler çalarken bu şehirde, onunla beraber korktum ve takip ettim gelişmeleri. Bu yazı onu da beraber yaşadığımız çocukluğumuza götürecek ve keyiflendirecek eminim.

‘I Will Survive’
Şarkılar vardır, sanki sizin için yazılmış gibidir, duygularınızla birebir örtüşür.
Şarkılar vardır, hayatınızın belli dönemlerinde farklı anlamlar yüklersiniz, yaşanmışlıkla beraber. Farklı algılarsınız aslında hep aynı olan, tek hecesi bile değişmemiş sözlerini.
Şarkılar vardır, kendi içinde bile bir melodisi bulunur, müziğini hiç duymamış bile olsanız bir şiir gibi akar gider hoşluğu kulaklarınızda.
Şarkılar vardır, eski bir tanıdığı görmüş gibi, eskiye ait bir kokuyu duymuş gibi zamanda yolculuğa çıkarır sizi, hazırlıklı olmasanız da.
Bugün dinlediğim bir Donna Summer şarkısı beni çok eskilere, çocukluğuma ve her zaman başrolde olan Büyükada’ya götürdü…
Büyükada demek ‘iskele’ demek benim için. Saat kulesinin altında bisikletime yaslanıp çekirdek çitlemek, dönüşümlü olarak döner, kroket, midye tava, kokoreç yemek, evden erken çıkıp hep geç dönmek. Sonsuz gibi gelen bir özgürlük, herkesin birbirine yakın oturması ve hep arkadaşlarımla çevrili olmak. Ve tabi ki deniz ve güneş.
Ama asıl Büyükada, Anadolu Kulübü demek benim için. Hayatımın her döneminde farklı bir kimlikle zamanımı geçirdiğim yer orası. Önce annesinin uslu kızı, sonra plajın haylazı, önce tostçunun müdavimi, sonra disko kraliçesi, önce oyun salonuna anneannesini öpmeye giden küçük kız, sonra annesinin arkadaşlarına bebeğini göstermeye giden yeni anne. Kulübün her yerinde anılarım yaşıyor ve en ufak bir dokunuşla çıkabiliyorlar hemen ortaya. Onlardan biri de bir köprü.
Anadolu Kulübü'nün diskoteğe ve plaja inen asansörüne gitmek için bahçesinde uzun bir köprü vardır. Bu köprü sağlam duruşuna rağmen üstünden geçerken sarsılır ve her adımınızın sesi yankısıyla beraber iki kat kuvvetli olarak size geri döner. Ben de köprüden her geçişimde daha çok ses çıkması için sandaletli ayaklarımla daha kuvvetli bastırır, sonra da ya annemden ya da asansör bekleyen diğer büyüklerden azarı işitirdim. Gündüzleri plaja gitmenin, yani adadaki tek eğlence yerimize ulaşmanın sıra dışı geçidiydi bu köprü. Yasak olsa bile girdiğimiz çocuk havuzu, dev dubaların su üstünde tuttuğu tahtadan yapılma sal, çatılarında koşuşturduğumuz, aralarında saklambaç oynadığımız hatta meraktan yerlerde sürünerek içlerine bile girdiğimiz kabinler, daire şeklinde yerleştirilmiş duşların hepsini açıp etraflarında dönmek bizim en büyük eğlencemizdi. Plaj sorumlusu Hilmi Bey’in azarlamalarına rağmen vazgeçmezdik bu zevklerimizden.
Gece olduğunda ise kulübe girmek büyük ayrıcalıktı. Yaşımız gereği mavi kartımız olduğundan anne babamız yanımızda olmazsa kapısından bile içeri giremiyorduk. Hele cuma ve cumartesi akşamları kulübe girebilmek için özel dikilmiş cici kız elbiselerimizi giyer, saçlarımızı düzgün ve sıkıca toplar, lokantada yemek seçmeyip her şeyi yiyeceğimize ve yemek bitene kadar da masada düzgün oturacağımıza söz verir ancak ondan sonra kulübe gitmeye hak kazanırdık. 
İşte o zaman o köprü büyülü bir geçide dönüşürdü. Şık giyinmiş kızlı erkekli gruplar o köprüden geçer, asansörle bir alt kata iner ve bizim kapısına bile yaklaşamadığımız diskoteğe girerlerdi. Bizse asansörün ağzında o köprüden aşağıya bakar, inişlerini seyreder ve her şeyin anahtarı saydığımız, büyüdüğümüzün en büyük göstergesi olan beyaz kartı almaya kaç yılımız kaldığını hesaplardık.
Her gece sabaha karşı ‘Arrivederci’ şarkısı ile biten, yaz sezonunu Club Med tarzı oyunlarla kapatan Şamdan gecelerine katılmamıza daha çok zaman vardı önümüzde. Biz de hayallerimizi bir kenara bırakıp gittikçe yükselen sese ve ritme kendimizi kaptırır şarkıları mırıldanırdık.
Biraz daha büyüdüğümüzde kulübün arka yollarından Şamdan’a girmeye çalışır, beceremeyince gündüzden plajda kabinlere saklanıp oradan gizlice girmeye çalışmaktan, komşu bahçenin ağaçlarının üstünden atlamaya kadar her türlü çözümü tartışırdık.
Sonunda beyaz kartlı olduğumuzda ise cennetin anahtarı elimizdeydi artık. Mavi kartlıların kulübün dışındaki zorunlu sohbet alanından kurtulmuştuk. Hem kasıla kasıla kartımızı görevliye gösterip yanımızda annelerimiz olmadan içeri girebiliyorduk, hem de kısıtlı izinlerimizle Şamdan’ın en azından ilk baştaki şarkılarını dinleyebiliyorduk. O zamandan ilk aklıma gelense Donna Summer ve Gloria Gaynor şarkıları. Bir dönem gençliği gibi biz de o şarkılarla eğlendik, sözlerini ezberledik. Yeri geldi arkadaşımıza, yeri geldi sevdiğimize hitaben söyledik. O şarkılardaki gibi hüzünlendik, coştuk, üzüldük, hırslandık, sevindik. Ama her zaman hep bir ağızdan söyledik; ‘I will survive!’

Karel Valansi, 14 Kasım 2012

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Evet canim arkadasim gozlerim yasli yasli okurken yune sirenler caldi ve hayatimdaki ikinci bomba sesini duymus oldum
Tania
Ps: birincisi 80li yillarda suadiyede sagcilar arabapatlatmisti
Adsız dedi ki…
"I will survive"
Yazdığın bu yazıyla beni çocukluğuma, gençliğimin başlangıcına ancak bu kadar güzel götürüp, gözlerimde biriken yaşların çok fazla anlam yüklü olan son cümle ile bir sicim misali kendisini salmasını ancak sen sağlayabilirdin.
Arkadaşlarımın arkadaşı Tania
Arkadaşlarım ve
Kocaman ailem
Bu da geçecek...
Ceyda Polikar
Adsız dedi ki…
Karel; "I will survive" şarkısının neleri anımsattığını anlatmış, başlangıçtan itibaren ilgi çekici bir yazı. Bizlere güzel bir Büyük Ada ve Anadolu Kulübü turu attırdı, çocukluğunu birlikte yaşadık. Mario, "Çok keyifli bir köşe yazısı olmuş" yorumunu yaptı. Tebrikler Karel, daima çok iyisin...
Selma Güven
Aylin Bahar dedi ki…
Bir de daha geceleri çıkamadığımız zamanlar vardı 8-9 yaşalarındaydık herhalde. Her cumartesi birimizin evinde toplanır "alterantif parti" yapardık. O zamanlar geldi aklıma. -Ve biliyor musun Karel, bence sen hiç değişmedin. Hep aynı tatlılık, hep aynı güzellik.- Anneler sevdiğimiz bir şeyleri hazırlar. Herkesi babası bırakır, babası alırdı. Yemek yer, sonra müzik dinler, dans ederdik. Daha dün gibi aklımda. Ve şimdi ctesi akşamları bazen oğlumu arkadaşına bıraktığımı düşündükçe içim bir hoş oluyor.
Adsız dedi ki…
Canim arkadasim beni coook eskilere goturdun. Ne guzel hatirlattin bize yasadigimiz o guzel anilari. Hele 40ima merdiven dayamisken iyi geldi bu anilari gozumde canlandirmak. Muckssss:) Suzet
Adsız dedi ki…
Büyükada yazın süper! Senin çocukluğun benim gençliğim...
Terry Benbanaste
karel valansi dedi ki…
Teşekkür ederim ben de çok eğlendim yazarken ve tabi ki hatırlarken :)
Karel

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ke vamos a mirar en la karantina?

Kon el fin del verano i el retorno de la karantina, estamos mas tiempo en las kazas. Les kero propozar tres serias de TV echos en Israel. El primer es "Tehran". Es una seria de espionaje muy enteresante. Una espion del Mossad viaja en sekreto a la kapital de Iran. Tehran es su lugar de nasimiento tambien. La hacker de komputadora tiene el objektivo de dezaktivar el reaktor nuklear. Esta misyon tendra implikasyones para el Medio Oriente i el mundo entero. La seria es en ebreo i perso. Es una sezon i tiene ocho episodios, kada uno 50 minutos. Mi segunda propozisyon es una seria romantika i komika. Lehiyot Ita (Estar Kon Eya) es una seria de 2013, ma muy simpatika. Izieron tambien la version Amerikana ke se yama “La beyeza i el panadero”. La seria konta la istorya de amor entre una supermodela internasyonal muy famoza i muy rika, i un simple panadero ke no tuvo la shans de ir a la eskola artistika por razones finansiales. La seria es dos sezones, 18 episodios en total i kada uno...

The Concept of Middle Power and Türkiye’s Foreign Policy

Ongoing conflicts and crises across various regions continue to underscore the intensifying power rivalries that define today’s international relations. The erosion of the post-1945 international order—and the weakening of the institutions that underpin it—has been further accelerated by the United States’ growing reluctance to maintain its traditional leadership role. As a result, uncertainty has become a defining feature of the current global landscape, marking a turbulent and complex period of transition.  Amid this shifting order, middle powers have begun to occupy a broader space in global affairs. These states, often positioned between global hegemons and smaller, less influential nations, act as stabilizers within the international system. Through mediation efforts, regional diplomacy, and strategic initiatives—sometimes beyond their material capabilities—they contribute meaningfully to international stability and governance. In times of heightened uncertainty, such states o...

Savaşin yarattiği yeni yildiz: El Cezire televizyonu

Tüm dünya evinde rahat koltuğunda oturarak naklen savaşı takip etmeyi ilk kez 1991 yılında CNN`in Körfez Savaşı yayınlarını izleyerek başladı. Devam etmekte olan Irak savaşı için seçilen kanal ise Usame bin Ladin röportajları, tutuklu askerleri ve rehineleri göstermesi gibi eleştirilen yayınları ile Arap kanalı El Cezire oldu Hakkında en çok haber yapılan haber kanalı El Cezire’nin doğuşu Arap dünyasında olağan olmayan bir olayla, Katar emirinin 1995 Kasımında İsviçre’de tatilde olduğu sırada, oğlu tarafından tahttan indirilmesi ile başlar. 1950 başkent Doha doğumlu yeni Emir Şeyh Hamad Bin Khalifa Al Thani, İngiltere’de Royal Military Academy Sandhurst’te eğitim görmüş liberal ve yenilikçi yeni bir kuşağı temsil eder. Kansız bir darbe ile dünyanın en zengin 11. ülkesinin yönetimini devralan Emir Hamad, emirliğin hazinesini Katar’ın modernleştirilmesi için kullanmaya başlar, yeni bir anayasa hazırlatır, kadına seçme ve seçilme hakkı verir. Emir Hamad ‘ın en dikkat çekici kararı ise...