Ana içeriğe atla

MLYA 4 - Mektup

Eskiden hayatınızda yer almış ancak artık olmayan birinden yıllar sonra size mektup geliyor. Kendinize başkasının ağzından mektup yazın.
Mario bey, "eski bir sevgili ilk akla gelendir ama daha yaratıcı olun" deyip ölen bir kişiden veya eski bir ayakkabıdan bile gelebilir deyince anılarımı zorladım ve bu çocuğu buldum. İlk bölümünü gerçekten yaşadım. "Acaba bu bir işaret mi?" diye düşünüp eğer konuşsaydım ne olabileceğini de merak etmiştim. Mektup yazabilmesi için bir kez daha karşılaşmalarını sağladım sadece. Okurken narsist demeyin sakın, bir şeylerimi beğenmiş olması gerekiyor aklında kaldığıma göre :)

Merhaba,
Sanırım önce kendimi tanıtmakla başlamalıyım. Adım Noah. Seni ilk defa 1997’de Eilat’ta ailenle tatil yaptığın sırada gördüm. Pesah tatili için bu güzel şehre gelmiştim. Siz de plajda tam yanımda oturuyordunuz. Şemsiyenin altında pembe bikininle uzanıyordun. Elinde de bir kitap vardı. Ne okuduğunu bilmiyorum ama Türkçe olduğunu anımsıyorum.
Türkçe konuşmanız dikkatimi çekmişti zaten ilk başta. Ailem yıllar önce Çanakkale’den İsrail’e göç ettiler. Türkçe bilmememe rağmen kulağım aşina bu dile. Önce sese doğru döndüm, sonra seni gördüm. “Ne güzel bir kız” dedim seni ilk fark ettiğimde.
Ve seni izlemeye başladım. Kitap okumaya çalışıyordun gölgede uzanıp, ama yanında küçük çocuklar vardı hep bir şey isteyen. “Yeğenleri olmalı” diye düşündüm, “Henüz üç çocuk sahibi olacak yaşta gözükmüyor” dedim kendi kendime. Sonra anneleri geldi yanlarına ve haklı olduğumu anladım. Bir ara çok yakınıma oturdun, annenle konuşuyordun. Sonra güneş gözlüklerini çıkardın ve gözlerini gördüm. Güzel olduklarını tahmin ediyordum ama bir de deniz mavisi olabileceklerini düşünememiştim. Gülüyordun konuşurken. Ne güzel gülüyor, ne güzel anlatıyor dedim.
Tüm gün yerimden kıpırdayamadım. Ne denize girdim, ne yemeğe gittim arkadaşlarımla. Sadece seni izledim. Güneşlenmeni, denize girmeni, kumlarda yalın ayak yürürken ayaklarının sıcaktan yanıp acı içinde gölgeye doğru koşmanı, oturmanı, kurulanmanı, saçını toplamanı, sandviçini yemeni, çocuklarla kumdan kale yapmanı seyrettim. Sonra toplandığınızı gördüm. “Harekete geçmem lazım artık, gidiyorlar! Bir daha ne zaman, nerede görebilirim” dedim.
Ama kalkamadım yerimden. Cesaret edemedim yanına gidip konuşmaya. Çekingen olduğumdan değil, öyle değilim çünkü, ama yapamadım. Sadece seyrettim gidişini çaresizlik içinde. Günler geçti ve tatil bitti. Anlam veremediğim o günü ve seni düşünmemeye çalıştım, normal hayatıma geri döndüm.
Yaz bitmek üzereyken arkadaşlarım tatile gitmeyi önerdi. Neresi olursa fark etmez, iş yoğunluğundan kaçmak için güzel bir fırsat olabilir diye düşündüm. Antalya’da sırf gençlerin gittiği bir Club Med varmış oraya yer ayırtıyoruz dediler, kabul ettim.
Küçük bungalovlardan oluşan otelde odamıza yerleştikten sonra tatil köyünü gezmeye başladık.
Deniz biraz dalgalıydı, havuz ise fazla kalabalık. Lokanta nerede diye aranırken seni gördüm birden. Gözlerime inanamadım, ama sendin. Ağaçların altında bir masada oturuyordun. Kafan öne eğik bir şeyler boyuyordun sanki. Bir an yüzünü kaldırdın. İşte o kısacık an gördüm seni. Kalbim sanki tüm gövdemde atıyor, sesi ise kulaklarımda çınlıyordu. Haykırıyordu bana en güçlü haliyle, “İşte orada, tam karşında. Aylardır beklediğin, unutmaya çalıştığın kız tam karşında” Ama ne yapacağımı, ya da nasıl yapacağımı söylemiyordu. Olduğum yerde çakılı kaldım yine. Ne sana doğru yaklaşabiliyor, ne de gittikçe uzaklaşan arkadaşlarımın yanına gidebiliyordum.
"Git konuş” dedim kendimi cesaretlendirircesine. Ne olabilir ki? En kötüsü “Sizi tanımıyorum kusura bakmayın” diyecek ve sırtını dönecek. Asıl çekindiğim bana hayır demen değildi oysa. Ya bana gülümsersen, ya tanışmayı kabul edersen… Ne konuşurum, ne derim sana diye düşündükçe daha çok korktum, çekindim. Yine seni seyretmeye koyuldum. Bu sefer mavi bir bikini vardı üstünde. Boyundan bağlananlardan. Bir de beyaz bir bluz giyiyordun. Daha yanıktın, daha inceydin sanki. Saçların açıktı bu sefer, omuzlarına dökülüyorlardı. Daha sarıydı sanki bugün. Dudaklarını fark ettim ilk kez. Ne kadar güzelmiş onlar da. Hiç kusur bulamıyordum sende. İlk seni gördüğüm gün bu detaylara dikkat edemediğime şaşırdım.
Tek başınaydın. Mor bir kumaşı boyuyordun. Elindeki fırçayı bir renk paletine, bir önünde gergin duran kumaş parçasına değdiriyordun. Saçların dökülüyordu gözünün önüne arada bir. Sağ elinin tersiyle arkaya atıyordun o saçları ve devam ediyordun ciddi bir ifadeyle kumaşı boyamaya.
Orada büyülenmiş gibi seni seyrederken, eşyalarını toplamaya başladığını fark ettim. Gidiyordun. Bu sefer kaçıramazdım seni. Hiçbir şey düşünmeden yanına gittim bu sefer. Merhaba, deyip seni ilk Eilat’ta kaldığınız otelin plajında ailenle gördüğümü, daha sonra da burada yeniden karşılaştığımızı söyledim. Gülümsedin bana. “Merhaba” dedin. “Dünya ne kadar da küçük, evet nisanda Eilat’a gitmiştim ablamlarla beraberdim,” dedin. “O otelde kalmıştık doğru ama özür dilerim seni hatırlayamadım,” diye ekledin. Hatırlayamazsın tabi hiç konuşmadık ki, hiç göz göze gelmedik bile. Ama tüm bunları anlatamadım sana. Bugün tatilimin ilk günü olduğunu söyledim. Sen de dün akşam geldiğini bir hafta kalacağını söyledin. O sırada arkadaşların çağırdı. Kalktın, “Tanıştığımıza memnun oldum iyi tatiller,” dedin ve gittin. Arkandan bakakaldım. Hiçbir şey konuşamamış olmamıza üzüldüm. Bir daha seni görsem yine konuşamayacağımı fark ettim. Kimseye haber vermeden odama gittim, eşyalarımı topladım ve havaalanına gittim. Seninle bir hafta aynı yerde olup konuşamamaya dayanamayacağımı düşünmüş olmalıyım. Ya da arkadaşlarından, belki de bir erkek arkadaştan kıskanmaya tahammül edemeyeceğimi. O ani kararı nasıl aldığımı bilmiyorum. Bugün olsa karşına çıkar bir daha konuşmayı dener miydim ondan da emin değilim. Bu soru, bu seçenek aklımda hep kaldı. Ne olurdu daha cesaretli olabilseydim diye sorup durdum kendime.
Yıllar geçti, iş için İstanbul’a geldiğimde Nişantaşı’nda bir cafe’de gördüm seni. Hiç değişmemiştin. Aynı güzel gözler, aynı güzel gülümseme. Yan masana oturdum. Bir arkadaşına facebook’ta bir şey gösteriyordun. İsmini oradan öğrendim sonunda. Hiçbir ismi sana yakıştıramamıştım şimdiye kadar. Meğer doğru isim hiç aklıma gelmemiş.
Bu sabah gördüm seni yıllar sonra. Duygularımı da facebook sayesinde anlatabildim sonunda. Adını bile bilmediğim, yıllar önce çok az konuştuğum biri bu kadar aklımda nasıl yer eder diye çok düşündüm. Bunun hiçbir cevabı yok, açıklaması da yok.
Ben yarın aynı saatte aynı cafe’de olacağım. Beni tanımak istersen seni Eilat’ta o gün yediğin peynirli sandviçin aynısı ve sevdiğini bildiğim limonatayla bekliyor olacağım…

Sevgilerimle
Noah 

Karel Valansi 8 Kasım 2012

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Tebrikler Karel, yazın çok güzeldi, yine içimizi ısıttın...
Selma Güven

Bu blogdaki popüler yayınlar

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

Her yaşam bir roman - Panama´daki Türk Yahudileri

Panama´da hızla büyüyen bir Yahudi yaşamı var. Café con Teclas kitabının yazarı gazeteci Sarita Esses´in yanı sıra Antakyalı Eli Cemal, Mersinli Musa İlarslan, Trakya kökenli Julia Kohen de Ovadia ve kuzeni İstanbullu Çela Alkabes de Eskinazi ile göç hikayelerini ve Panama´daki yaşamlarını konuştuğumuz keyifli bir sohbet sizleri bekliyor. Julia Kohen de Ovadia İstanbul doğumluyum. Babam Çanakkaleli Aron Kohen, annem ise Çorlulu Suzi Bahar.  Seneler evvel büyükbabamın eltisi Meksikalı Sultana genç yaşta çocuksuz dul kalınca küçük teyzem Donna’yı yollamasını istedi anneannemden. Donna da Sultana teyzesiyle yaşamak için Meksika’ya gitti. Orada eniştem Moises Mizrachi ile tanıştı ve evlenerek Panama’ya taşındı. Büyükbabam Nessim Bahar vefat edince anneannem Coya, ablam Malka ile iki aylığına kızını görmeye Panama’ya gitti. Ancak orada ablam eniştemle tanıştı, evlendi ve hayatını Panama’da kurdu. Dört çocuğu ve on torunu var. Ablamın düğünü için Panama’ya geldiğimizde ben Saint Pulcherie’de

Karel´den Mario´ya veda…

Kelimeler acı veriyor be Mario! Zormuş senin hakkında bir veda yazısı yazmaya oturmak. Biliyorum, seçmeye çalıştığım hiçbir kelime yaşadığım üzüntüyü aktarmaya yetmeyeceği gibi, seni anlatmaya da yetmeyecek. Bir de şu var. Bu yazıyı bitirip yolladığımda ve basılıp gazetede okuduğumda senin gitmiş olduğun kesinleşecek, oysa daha çok erken! Şu an ne isterdim biliyor musun, veda yazısı yerine senin başarılarını, yeni kitaplarını, söyleşilerini yazmak, seninle yine bir röportaj yapmak. Sevgili hocam, sevgili dostum, öykülerimi ilk okuyanım, edebi yönümü en çok destekleyenim, hiç tanımadığım yazarların hiç duymadığım kitaplarıyla beni tanıştıran.  İzlediği ilginç filmleri benimle paylaşan, tartışan… “Merhaba” diye başlarsın yaratıcı yazarlık derslerine, sonra eklersin “merhaba demek benden sana zarar gelmez demektir,” diye. Koca kalbinle kimseyi üzecek, kıracak bir söz dahi etmediğinden eminim. Günlerdir seni anıyorum. “Twitter’da olmalısın” deyip sana hesap açışımızı, özene bezene seçtiğin