Ana içeriğe atla

Gerçek “Sıfır Sorun” politikası

Komşularla sıfır sorun politikası Türkiye ile özdeşleşmiş bir kavram olsa bile bunu Ortadoğu’da en doğru biçimde gerçekleştiren ülkenin Türkiye değil, İsrail olduğu rahatlıkla söylenebilir. 26 Haziran, yaklaşık altı aydır açığa çıkmış olan iki ülke arasındaki görüşmelerin son durağı olarak tanımlanıyor. Üstelik Avrupa’nın bir diğer başkentinde gerçekleşecek toplantı bu sefer sadece Türkiye tarafından değil, bu konularda genellikle sessizliğini koruyan İsrail tarafından da bu şekilde lanse ediliyor. Üzerinde bunca tartışılmış bir konu üzerinden henüz bir sonuç çıkmadan yeni bir şey söylemek mümkün değil. Her iki ülkenin de talepleri belli. Bunların hangilerinin kırmızı çizgi, hangilerinin esneklik gösterilebilecek konular olduğu da belli. Bundan sonra sadece, 27 Haziran’da iki ülke ilişkilerinde yeni bir sabaha uyanıp uyanmayacağımızı beklemek gerek. Türkiye ve İsrail’in sebepleri ve ikili ilişkilerin doğası değişmiş olsa dahi, kanayan Suriye’nin iki ucunda olmalarından dolayı işbirliklerini geliştirmeleri önemini koruyor.
Türkiye dış politikada yeniden kalibrasyon dönemine girerken, Rusya dahil birçok ülke ile ilişkilerin düzeltilmesi yolunda çalışmalar başladı. Suriye savaşı ile kendini doğru konumlandıran ve gelişmelere göre yeni duruma kendini hızla adapte eden İsrail ise Türkiye’nin “sıfır sorun” politikasına hızla yaklaşıyor. Birkaç yıl öncesine kadar Arap ülkeleri tarafından kabulü Filistinliler ile yapacağı barışa bağlanan İsrail için günümüzde bu durum artık geçerliliğini yitirdi. İran’ın bölgede oluşturduğu tehdit ve ABD’ye karşı oluşturulan İran nükleer anlaşması karşıtı dayanışma ile İsrail, Suudi Arabistan başta olmak üzere Sünni Arap ülkelerle artık pek de gizlenmeye ihtiyaç olmayan bir ilişki ve işbirliği geliştirdi.

Müslüman dünyasını birleştiren “ana düşman İsrail” tanımı kadar, “etrafı düşmanlarla çevrili yalnız İsrail” tanımı da artık geçerliliğini yitirdi. Geçtiğimiz hafta Herzliya Konferansı’ndan konuşan, Türkiye ile normalleşme görüşmelerinin de hızlanmasının mimarı olan İsrail Dışişleri Bakanlığı Genel Direktörü Dore Gold’un Arap ülkeleri ile ilişkileri “görünen buzun altından bol sıcak sıcak su geçiyor” diye tanımlaması boşuna değil. Artık Sünni Arap ülkelerle ilişkiler Filistin meselesinden geçmiyor. Sünni Arap ülkelerle normalleşecek ilişkiler peşinden Filistinlilerle barışı getirecek.
Arap barış inisiyatifinin şu anki haliyle temel alınamayacağının İsrail tarafından açıklanmasının ardından, bu konuda bir iyileştirilme yapılması ve İsrail’in de taleplerinin karşılanacağı bir şekle bürünmesi mümkün. Bunun olabileceği, İsrail’in Arap ülkelerine karşı böylesi bir yumuşak güç kazanabileceği 10 yıl önce tahmin edilebilir miydi?
Filistin artık Arap ülkelerinin bölgesel sorun listesinde birinciliği elinde tutmuyor. İran, Suriye, devlet dışı aktörler, nükleer, Ortadoğu’ya dönüş yapan Rusya, ABD ile ilişkiler derken Filistin konusu listenin gittikçe daha da gerisine düştü. ABD kendi iç sorunlarına ve yaklaşan seçimlere odaklanmışken, bir çok kez başarısız olmuş barış sürecini bu zamanda yeniden başlatması beklenmiyor. Fransa’nın bu bayrağı ABD’nin elinden alması, Washington’un İsrail yanlısı olduğu kanısındaki Filistin Özerk Yönetimini kısmen sevindirse de kimse bu girişimden büyük bir gelişme ummuyor. İlgili tarafları içermeyen uluslararası toplantıların pek sonuç getirmediğini biliyoruz. İsrail Fransa’nın bu girişimini “barış ancak doğrudan görüşmeler aracılığıyla sağlanabilir” diyerek reddediyor. Oysa İsrail’in Fransa ile sorunlarının başında, Paris’in UNESCO’nun Kudüs’ün Yahudi karakterini inkar eden tasarıyı desteklemesi geliyor. İsrail, Fransa’nın ipi ile kuyuya inmeye hiç niyetli değil.
Öte yandan her türlü girişimin önündeki ana engel hep göz ardı ediliyor. Filistinliler arasında bir birlik yok. Hamas yokmuş gibi davranmak ve Gazze üzerinde Filistin Yönetimi’nin gücü olmadığını göz ardı etmek her türlü barış girişiminin baştan başarısız olması demek. Benzer şekilde 26 Haziran’daki Türkiye-İsrail görüşmelerinin ana pürüzlerini de Hamas ve Gazze oluşturuyor. Ve bu konuda kimin ne kadar esneklik gösterdiğini öğrenmenin artık zamanı geldi de geçiyor.
Karel Valansi OBJEKTİF Şalom Gazetesi 22 Haziran 2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ke vamos a mirar en la karantina?

Kon el fin del verano i el retorno de la karantina, estamos mas tiempo en las kazas. Les kero propozar tres serias de TV echos en Israel. El primer es "Tehran". Es una seria de espionaje muy enteresante. Una espion del Mossad viaja en sekreto a la kapital de Iran. Tehran es su lugar de nasimiento tambien. La hacker de komputadora tiene el objektivo de dezaktivar el reaktor nuklear. Esta misyon tendra implikasyones para el Medio Oriente i el mundo entero. La seria es en ebreo i perso. Es una sezon i tiene ocho episodios, kada uno 50 minutos. Mi segunda propozisyon es una seria romantika i komika. Lehiyot Ita (Estar Kon Eya) es una seria de 2013, ma muy simpatika. Izieron tambien la version Amerikana ke se yama “La beyeza i el panadero”. La seria konta la istorya de amor entre una supermodela internasyonal muy famoza i muy rika, i un simple panadero ke no tuvo la shans de ir a la eskola artistika por razones finansiales. La seria es dos sezones, 18 episodios en total i kada uno...

Türkiye-Çin İlişkilerinde Yeni Dönem: Çok Kutupluluk, Ticaret ve Jeostrateji

Küresel düzen ciddi bir değişim yaşarken dünya, çok katmanlı krizler, jeopolitik sarsıntılar ve belirsizliklerle şekillenen bir döneme girdi. Soğuk Savaş sonrası ABD merkezli tek kutuplu düzen geride kalırken, yerine çok kutuplu ancak öngörülemez bir sistem şekilleniyor. Bu belirsizlik, Türkiye–Çin ilişkilerini hem fırsatları hem de çelişkileriyle öne çıkaran bir sahneye dönüştürüyor. Ankara ve Pekin söylem düzeyinde kolayca yan yana gelebiliyor. Türkiye’nin “Dünya beşten büyüktür” çıkışı ile Çin’in “çok kutuplu dünya” vurgusu, Batı merkezli düzeni sorgulayan ortak bir dil yaratıyor. Ancak bu söylemsel yakınlaşma, Türkiye’nin NATO üyeliği ve Batı ile kurumsal bağları düşünüldüğünde, stratejik sınırlarla karşılaşıyor. İlişkilerin gerçek boyutu, ticaretteki asimetri, Kuşak ve Yol yatırımlarındaki bağımlılık riski, savunma sanayii işbirliği, Uygur meselesinin ikili ilişkiler üzerindeki gölgesi ve ABD–Çin rekabetinin baskılarıyla şekilleniyor. Panorama Soruyor  bu ay, Türkiye-Çin ilişk...

The Concept of Middle Power and Türkiye’s Foreign Policy

Ongoing conflicts and crises across various regions continue to underscore the intensifying power rivalries that define today’s international relations. The erosion of the post-1945 international order—and the weakening of the institutions that underpin it—has been further accelerated by the United States’ growing reluctance to maintain its traditional leadership role. As a result, uncertainty has become a defining feature of the current global landscape, marking a turbulent and complex period of transition.  Amid this shifting order, middle powers have begun to occupy a broader space in global affairs. These states, often positioned between global hegemons and smaller, less influential nations, act as stabilizers within the international system. Through mediation efforts, regional diplomacy, and strategic initiatives—sometimes beyond their material capabilities—they contribute meaningfully to international stability and governance. In times of heightened uncertainty, such states o...