Ana içeriğe atla

Şşşşt... Unut yaşananları, bu da geçer, neler geçmedi ki...

82 yıl önce bu günlerde Cumhuriyet tarihinin en yüz karartıcı, bir o kadar da az bilinen acı olaylarından biri yaşandı. Milliyetçiliğin ırkçılığa kadar evrildiği bu dönemde, eşitlikçi Cumhuriyet hayali kimilerinin elinde kendi menfaatleri veya çarpık dünya görüşleri nedeniyle harcandı. “Türklük” şemsiyesi altında tüm vatandaşlarını kapsayacak model, “öz Türk” ve “Türk kültürüne yabancı olanlar” tanımlamaları ile, “içimizdeki farklılıkları neden yok farz edelim” anlayışıyla hayata geçirilemeden yok edildi. Okullarda her gün tekrarlanan “Ne Mutlu Türküm Diyene” söylemi bile oluşturulan bu uçurumu kapatamadı. Cumhuriyete inanan, kendilerini bununla özdeşleştiren kişilerin bile farklılıklarının yüzlerine vurulmasından hiç bir zaman vazgeçilmedi. Cumhuriyetin ilk yıllarında İslam dinine mensup kişilerin arasındaki farklılıklar silinirken, yasalardan kampanyalara tüm baskı yeterince Türk kabul edilmeyen ama aynı zamanda Türk olması, mükemmel Türkçe konuşması için zorlanan Gayrimüslim toplulukların üzerinde birleşti. Ayrımcı yasalarla işten kovulmalarla başlayan süreç, “Vatandaş Türkçe Konuş!” kampanyaları ile devam etti. Kontrolsüz bir şekilde artan ve cezasız kalan Yahudi karşıtı yayınlara ekonomik boykotlar ve tehditler eklendi.
Avrupa’da faşizm yükselir, Trakya gelebilecek dış saldırının ilk cephesi olarak tahmin edilirken, çeşitli gerekçelerle nüfus naklinin önünü açan İskan Kanunu kabul edildi. Hazırlanan devlet raporlarında ise “Trakya’da bir Yahudi sorununun” varlığı dile getirildi.
Çocuktan al haberi derler ya, eskiden birlikte top oynadıkları arkadaşlarına “gavur” diye seslenir oldu Müslüman Türk çocukları. Önemli bir Yahudi nüfusuna sahip Trakya illerinde önce Müslüman-Yahudi komşuluğu bitti, bu iki kesim görüşmez oldu. Bölge Yahudileri bu zamana kadar konuştukları Judeo-Espanyol (Yahudi İspanyolcası), artık sokakta konuşmamaları gereken bir dil haline gelirken, çat pat öğrenebildikleri Türkçe ile bile alaydan ve aşağılanmaktan kurtulamadılar. Tüm bu baskı içinde bir söylenti kulaktan kulağa dolaşmaya başladığı rivayet edilir; “İsmet Paşa Yahudileri Trakya’da istemiyor.”
Ve aniden bir gün tüm bu baskı, beslenen nefret, bir anda şiddete dönüştü. 21 Haziran’dan itibaren iki hafta boyunca Yahudileri Trakya’dan kaçırtmak için her şey yapıldı. Yahudiler tüm olup bitenlerden şaşkın bir şekilde, her şeylerini geride bırakıp kaçmanın, hayatlarını kurtarmanın peşine düştüler. İstasyonlarda trenlerin, limanlarda gemilerin onları İstanbul’a götürmek için beklediği anlatılır. Büyük çoğunluğu, devletin tek bir yerde ve gözünün önünde tutmak istediği İstanbul’a zorunlu olarak göç ederken, bir bölümü de Filistin mandasına gider. Tarih kitaplarının soğuk sayfalarında ‘1934 Trakya Olayları’ olarak geçen bu olaylara Yahudiler, Fırtına (Fortuna) der. Fırtına gibi hızlı gelip geçmiş, önüne çıkan her şeyi yıkıp geçmişti.
Olaylar sırasında gazeteler sessizliğe büründü. Tüm olaylar olup bittikten sonra İnönü tarafından yapılan “Antisemitizm Türkiye zihniyeti değildir,” açıklaması bile bu yaşanan travmayı azaltamadı. Çünkü eşit vatandaş olarak kabul edilmediklerini tüm çıplaklığı ile anlamaları dışında, tüm bu kötülüklerin komşuları tarafından bizzat gerçekleştiğine tanık oldular. Bu durum ise kolay sineye çekilecek bir şey değildi.
Köklerinden ayrılmaya zorlanan, yurdundan edilen bu kişiler sessizliği seçtiler. Geçmişi, bu acıları, tıpkı daha öncekiler gibi susarak aşmaya çalıştılar. Yeni nesilden de sakladılar. Zarar görmesinler, isyan etmesinler, Türkiye’de yaşamaya devam etsinler diye. Gidecek, kaçacak bir yerleri de yoktu ki. Hem konuşmak, anlatmak, isyan etmek ne işe yarayacaktı? Bunu yapabilen daha kötüsünü yapamaz mıydı? Bugün iyi davranıyorsa yarın dövmeyeceği ne malumdu? Tüm bu yaşananları tekrar tekrar konuşup, yeni nesle anlatıp yaşatmaya ne gerek vardı? Kime ne hayrı dokunurdu? Nasılsa giden gitmiş... Ne ölenler geri gelebilir, ne de kaybedilen mal varlıkları, güzelim anılar geri gelebilir. Trakya’daki yaşam güzel hatıralarla bir nostalji gibi yaşatılabilir nasılsa. Bir daha oraya dönemeyecek olsa bile Çanakkaleli, Kırklarelili olmakla İstanbul’da da gurur duyabilirdi. Konuşmaya, yaraları deşmeye hiç mi hiç gerek yok...
Bugün Trakya’da çok az sayıda Türk Yahudisi yaşıyor. Trakya olaylarını merak ediyorsanız Ayhan Aktar, Avner Levi ve Rıfat Bali’nin konu ile ilgili kitaplarını okumanızı tavsiye ederim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ke vamos a mirar en la karantina?

Kon el fin del verano i el retorno de la karantina, estamos mas tiempo en las kazas. Les kero propozar tres serias de TV echos en Israel. El primer es "Tehran". Es una seria de espionaje muy enteresante. Una espion del Mossad viaja en sekreto a la kapital de Iran. Tehran es su lugar de nasimiento tambien. La hacker de komputadora tiene el objektivo de dezaktivar el reaktor nuklear. Esta misyon tendra implikasyones para el Medio Oriente i el mundo entero. La seria es en ebreo i perso. Es una sezon i tiene ocho episodios, kada uno 50 minutos. Mi segunda propozisyon es una seria romantika i komika. Lehiyot Ita (Estar Kon Eya) es una seria de 2013, ma muy simpatika. Izieron tambien la version Amerikana ke se yama “La beyeza i el panadero”. La seria konta la istorya de amor entre una supermodela internasyonal muy famoza i muy rika, i un simple panadero ke no tuvo la shans de ir a la eskola artistika por razones finansiales. La seria es dos sezones, 18 episodios en total i kada uno...

Siz sevgilinizle nasıl yürüyorsunuz?

Bir kafenin kaldırım masalarından birinde oturan İtalyan düşünür ve yazar Umberto Eco çevresinden geçenleri gözlemlediğinde bir şey fark etmiş; artık çiftler eskisi gibi kol kola değil el ele yürüyorlar! Bu yeni keşif sonrasında sokaktakileri daha da dikkatle incelediğinde el ele yürüyenlerin genellikle 30 yaş üstü, burjuva sınıfına ait olduklarını fark etmiş. Umberto Eco bu gözlemini yaptığında şöyle sormuş kendine, “Eskiden çiftler kol kola yürürdü. Şimdilerde ise el ele tutuşmak neredeyse zorunlu. Çocuklu erişkinlere ve gay’lere özgü duran el ele tutuşma onları cinsel ilgiyle ödüllendiren tek kişiyi kaybetmeme yolu mu? Bozulmayacak ilişkiye boyun eğmek, kadere teslim olmak mı? Yoksa yaşlılığın karşı konulmaz ilerlemesi ve yetersiz gelir seviyesini dengeleyen bir şefkat göstergesi mi?” Günlük hayatın bu belki önemsiz ancak ilginç detayı Eco’nun dikkatini çektiği gibi Tempo Dergisi’nin kasım sayısındaki konuyla ilgili makalesini okuduğumdan beri benim de ilgimi çekiyor. Ne k...

Her yaşam bir roman - Panama´daki Türk Yahudileri

Panama´da hızla büyüyen bir Yahudi yaşamı var. Café con Teclas kitabının yazarı gazeteci Sarita Esses´in yanı sıra Antakyalı Eli Cemal, Mersinli Musa İlarslan, Trakya kökenli Julia Kohen de Ovadia ve kuzeni İstanbullu Çela Alkabes de Eskinazi ile göç hikayelerini ve Panama´daki yaşamlarını konuştuğumuz keyifli bir sohbet sizleri bekliyor. Julia Kohen de Ovadia İstanbul doğumluyum. Babam Çanakkaleli Aron Kohen, annem ise Çorlulu Suzi Bahar.  Seneler evvel büyükbabamın eltisi Meksikalı Sultana genç yaşta çocuksuz dul kalınca küçük teyzem Donna’yı yollamasını istedi anneannemden. Donna da Sultana teyzesiyle yaşamak için Meksika’ya gitti. Orada eniştem Moises Mizrachi ile tanıştı ve evlenerek Panama’ya taşındı. Büyükbabam Nessim Bahar vefat edince anneannem Coya, ablam Malka ile iki aylığına kızını görmeye Panama’ya gitti. Ancak orada ablam eniştemle tanıştı, evlendi ve hayatını Panama’da kurdu. Dört çocuğu ve on torunu var. Ablamın düğünü için Panama’ya geldiğimizde ben Saint Pulcheri...