Ana içeriğe atla

Trump, Kudüs vaadini yerine getirecek mi?

Hillary Clinton başkanlık yarışını kazanmış olsaydı bundan sonra Orta Doğu’yu neler beklediğini söyleyebilmek daha kolay olurdu. En basitinden, Obama’nın dış politikasının devamının geleceğini, İran etkisini arttırırken, önceki söylemlerini göz önünde tutarak İsrail’i Filistinlilerle barış masasına oturtmak için zorlayacağını bir çırpıda sayabilirdik. Ancak bırakın seçilmesi, adaylığı bile sürpriz sayılan rakibi Donald Trump ABD’nin yeni başkanı olmaya hazırlanırken önümüzde koca bir bilinmezlik var.
Aklına estiği gibi konuşan Trump’ın sözlerinde ne kadar ciddi olduğunu, bunların ne kadarını gerçekleştireceğini kestiremiyoruz. Her ne kadar ABD’nin kurumları, güçler ayrılığı ilkesi ve anayasası bir başkanın top sahasının sınırlarını belirlemiş olsa da, Trump kuralları çiğnemeye ve oyunu yeniden kurgulamaya hazır gibi gözüküyor.

Küreselleşme ve insan gücüne gereksinimi azaltan teknolojik gelişmelerle ele ele büyüyen eşitsizlik, ekonomik alanda uzun zamandır kendini belli ediyordu. Var olan sistemin de etkisiyle büyüyen bu eşitsizlikten en çok etkilenen mavi yakalıların akıbeti, eski sanayi şehri yeni ölü şehir Detroit’de kendi heykelini dikmişti bile. Eşitsizliğin politik sonuçlarını ise ancak günümüzde hissetmeye başladık. Orta sınıfın zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan kurulu sisteme karşı olan öfkesi ve intikamı hırsı bu seçimlerde kendini açığa çıkardı. Ve böyle başladı Trump maceramız.  
Trump deyince büyük bir öngörülememe durumu kendiliğinden doğuyor. Dünya normlarını değiştirme, uluslararası kurumları hiçe sayma, ırkçılığa varan açıklamaları, agresif dış politika düşüncelerini dinledikten sonra, vaatlerinin ne kadarını gerçekleştireceğini kestiremiyoruz. Mesela, seçim zaferinin ardından yaptığı ilk konuşmada Trump, rakibi Clinton’u bol bol övdü. Oysa aynı Trump kısa bir süre önce e-mail skandalı nedeniyle Clinton’u hapse atacağını söylemişti. Dakika bir ve ateşli bir şekilde sarf ettiği bir tehdidi geri aldı bile. Bu tüm konularda böyle mi olacak? Akılcı bir yaklaşım sergileyecek mi? Ve en önemlisi etrafında toplayacağı, konusunda uzman danışmanlarının önerilerini ciddiye alacak mı?
Bu soruların cevabını verebilmek için henüz erken.
Ancak bir konudaki vaadini biraz açmak istiyorum; Kudüs meselesi.
İsrail, ABD seçimlerinde her zaman öncelikli bir konu, Trump için de öyle. Seçildiğini öğrendiği gün İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu ilk fırsatta görüşmek üzere ülkesine davet etmesi de bu durumu teyit ediyor. Gelelim Kudüs konusuna. Bu seçimlerde Amerikan büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınmasıadaylardan Donald Trump dışında Ted Cruz, Marco Rubio’nun da ajandasındaydı. 1995 yılında kabul edilen kanuna göre ABD’nin 1999 yılına kadar elçiliğini Kudüs’e taşıması öngörülüyordu. Ancak o tarihten beri gelen her başkan -Obama dahil- ulusal güvenlik endişelerini öne sürerek kararın uygulamaya geçme tarihini erteledi.
İsrail’in bölgedeki en önemli müttefiki olduğunu ve İran anlaşması sonucunda İsrail’e daha çok destek verilmesi gerektiğini belirten Trump’ın elçilik taşıma konusunda sözünü tutup tutmayacağı gerçek bir merak konusu. Sözünü tutmaz ve elçiliği taşımazsa, kararı ertelemeyi tercih eden başkanlar kervanına katılır.
Peki ya sözünde durur ve Amerikan elçiliğini Kudüs’e taşırsa?
O zaman ABD, İsrail Devleti’nin başkentinin Kudüs olduğunu resmi olarak tanımış olur. Kudüs’ün bölünmezliği süper güç Amerika’nın bu kararı ile tescil edilmiş olur. Arap-İsrail sorununda açıkça taraf almış olur. 
Doğu Kudüs Filistinliler için kuracakları Filistin Devleti’nin başkenti. İsrailliler için ise Kudüs ebedi ve bölünmez başkentleri. İsrail için Amerikan elçiliğin Kudüs’e taşınmasının sembolik anlamı bile çok büyük. Ancak bu karar aynı zamanda uzun zamandır yokmuş varsayılan bir sorunu da hortlatacaktır; Filistin.
Yokmuş sayılan diyorum çünkü Filistin sorunu artık bölgede gündem maddesi değil. İç savaş, terör tehdidi, ekonomik problemler derken her ülkenin başından büyük sorunları var. Bu da yılların eskitemediği Filistin konusunun geri plana atılması ile sonuçlanıyor. Bu süre zarfında İran tehdidi, İsrail’i Mısır, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri ile yakınlaştırdı. İsrail’in teknolojik gücü, Doğu Akdeniz’de oyun kurucu konumu birçok yeni işbirliğini doğurdu. Daha önceleri Arap ülkeleri tarafından tanınması Filistinlilerle yapacağı barış anlaşmasına bağlanan İsrail, Sünni ülkelerle ilişkilerini daha önce hiç olmadığı kadar iyileştirdi. İlişkilerdeki bu dikkat çekici gelişmeler Filistin söz konusu olduğunda bu ülkelerin İsrail tarafını tutacakları anlamına gelmese de, kendi çıkarları söz konusu olduğunda Filistin konusunu ötelemelerini, görmezden gelmelerini sağlıyor. Yaşanan bu soğuk barış hali konu Kudüs olduğunda değişebilir. Arap Baharı ile birlikte bölgede kurulan ve İsrail’in de katıldığı ittifaklar zinciri dağılabilir ve Orta Doğu yeni bir şiddet sarmalının içine girebilir. 
Trump ile Amerika’da ve dünyada yeni ve tanıdık olmayan bir dönem başlıyor. Popülist söylemleri ile oyları toplayan Trump ile birlikte yerleşik düzen dağılıyor ya da Trump’ın deyimiyle “Amerika yeniden büyük oluyor.” 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ke vamos a mirar en la karantina?

Kon el fin del verano i el retorno de la karantina, estamos mas tiempo en las kazas. Les kero propozar tres serias de TV echos en Israel. El primer es "Tehran". Es una seria de espionaje muy enteresante. Una espion del Mossad viaja en sekreto a la kapital de Iran. Tehran es su lugar de nasimiento tambien. La hacker de komputadora tiene el objektivo de dezaktivar el reaktor nuklear. Esta misyon tendra implikasyones para el Medio Oriente i el mundo entero. La seria es en ebreo i perso. Es una sezon i tiene ocho episodios, kada uno 50 minutos. Mi segunda propozisyon es una seria romantika i komika. Lehiyot Ita (Estar Kon Eya) es una seria de 2013, ma muy simpatika. Izieron tambien la version Amerikana ke se yama “La beyeza i el panadero”. La seria konta la istorya de amor entre una supermodela internasyonal muy famoza i muy rika, i un simple panadero ke no tuvo la shans de ir a la eskola artistika por razones finansiales. La seria es dos sezones, 18 episodios en total i kada uno...

Savaşin yarattiği yeni yildiz: El Cezire televizyonu

Tüm dünya evinde rahat koltuğunda oturarak naklen savaşı takip etmeyi ilk kez 1991 yılında CNN`in Körfez Savaşı yayınlarını izleyerek başladı. Devam etmekte olan Irak savaşı için seçilen kanal ise Usame bin Ladin röportajları, tutuklu askerleri ve rehineleri göstermesi gibi eleştirilen yayınları ile Arap kanalı El Cezire oldu Hakkında en çok haber yapılan haber kanalı El Cezire’nin doğuşu Arap dünyasında olağan olmayan bir olayla, Katar emirinin 1995 Kasımında İsviçre’de tatilde olduğu sırada, oğlu tarafından tahttan indirilmesi ile başlar. 1950 başkent Doha doğumlu yeni Emir Şeyh Hamad Bin Khalifa Al Thani, İngiltere’de Royal Military Academy Sandhurst’te eğitim görmüş liberal ve yenilikçi yeni bir kuşağı temsil eder. Kansız bir darbe ile dünyanın en zengin 11. ülkesinin yönetimini devralan Emir Hamad, emirliğin hazinesini Katar’ın modernleştirilmesi için kullanmaya başlar, yeni bir anayasa hazırlatır, kadına seçme ve seçilme hakkı verir. Emir Hamad ‘ın en dikkat çekici kararı ise...

The Concept of Middle Power and Türkiye’s Foreign Policy

Ongoing conflicts and crises across various regions continue to underscore the intensifying power rivalries that define today’s international relations. The erosion of the post-1945 international order—and the weakening of the institutions that underpin it—has been further accelerated by the United States’ growing reluctance to maintain its traditional leadership role. As a result, uncertainty has become a defining feature of the current global landscape, marking a turbulent and complex period of transition.  Amid this shifting order, middle powers have begun to occupy a broader space in global affairs. These states, often positioned between global hegemons and smaller, less influential nations, act as stabilizers within the international system. Through mediation efforts, regional diplomacy, and strategic initiatives—sometimes beyond their material capabilities—they contribute meaningfully to international stability and governance. In times of heightened uncertainty, such states o...