Ana içeriğe atla

Starbucks çağında Amerikan seçimleri

Starbucks çağında Amerikan seçimleriBir kahve almak için ne kadar çok seçim yaptığımızı fark ettiniz mi? Yayaların yoğun olduğu yerlerde birbiri ardına açılan Starbucks ve benzeri kahve dükkânları, seçeneklerimizin sonsuz olduğu ve bu seçenekleri bizzat kendimizin yönlendirdiği izlemini veren bir dünyanın kapısını aralıyor. Karton bardak mı fincan mı diye başlayan seçimler, bardağın boyu, kahvenin aroması, sütün çeşidi, krema, şurup derken tam da bizim isteğimize göre baştan yaratılmış kahvemiz, yine bize özel olarak o saniyede hazırlanıyor. Üstelik oradaki en önemli kişiymişiz gibi adımız ile bize sesleniliyor ve kahvemiz takdim ediliyor. Bu durum dünyanın neresine giderseniz gidin aynı şekilde sürüyor. Öte yandan, köklü bir kahve kültürüne sahip Türkiye’de, kendinize bir kahve ısmarlamak tek bir sözcükle mümkün; sade, az, orta, şekerli...
Pazarlama şirketleri müşteriyi kazanmanın ve daha da önemlisi elde tutmanın yolunun onları özel hissettirmek olduğunu çözdüler. Ekonomik büyüme hızının yavaşladığı, rekabetin had safhada olduğu bu dönemde, müşterinin isteklerini yerine getirecek bir anlayışın yerleştiğini söylemek mümkün. Doğrusu ya da yanlışı olmayan tüm bu seçimleri yapabilmek, kendi ile ilgili bir konuda son sözü söyleyebilmek ve kişisel tüm bu seçimlere rağmen kabul görmek, el üstünde tutulmak bu kahve satın alma deneyiminin aslında uzun kuyruklar beklenilen ve pahalı bir alışkanlık olduğu gerçeğini gizleyebiliyor.
Amerikalı seçmenler gazetenin yayına hazırlandığı sırada yeni başkanlarını belirlemek üzere sandık başında olacaklar. Starbucks’ın sunduğu çeşitliliğe ve kişisel zevklerin önem kazandığı bu yeni tüketim alışkanlığı çağına rağmen Amerikalılar, bir kez daha elene elene ikiye indirilmiş adaylar arasından seçimlerini yapmak zorunda kalacaklar.
Bu iki adayın, farklılıklara önem ve öncelik veren bir toplumun isteklerini karşılayabilmeleri, tüm bu etnik, inanç, dünya görüşü ve ekonomik farklılıklara sahip kişileri ortak bir paydada buluşturabilmeleri eskiye nazaran çok daha güç. Kurumsal altyapısıyla güçlü bir demokrasi olan ABD’nin iki parti üzerine inşa ettiği seçim sisteminin tüm bu çeşitlilik ihtiyacını karşılamada ne kadar eksik kaldığını, bu seçimdeki popülist söylemleriyle öne çıkan adaylarda görebiliyoruz. Önümüzdeki dönemde ABD’nin, tüm bu çeşitliliğe ve farklı taleplere nasıl karşılık vereceğinin masaya yatırıldığı bir tartışmaya sahne olması muhtemel.
Hiç şüphe yok ki ABD hâlâ dünyanın tek süper gücü. Ancak bu süper güç her şeyi ve herkesi kendi isteği ve çıkarı doğrultusunda etkileyemiyor artık. Dünyanın jandarması olma bıkkınlığı, savaş yorgunluğu, hayal kırıklıkları, müdahalenin riskleri ve kayıpların geri getirilemez maddi-manevi değeri ile birleşince, dünyaya demokrasi ve Batı değerlerini ihraç etme ve daha adil dünya kurma idealinden Amerikalıları uzaklaştırdı. Amerikan rüyasının pırıltıları, ülkede eğitim, sağlık ve ekonomik alanlardaki birçok eşitsizliği gölgelemeye yetmezken, ‘başarabilirim’ duygusunun yerini gelecek korkusu, sesini duyuramama, temsil edilememe sıkıntısı aldı. Milyoner, çapkın, maço Trump kenara atılmışların sesi olmaya soyundu ve mağdurların öfkesini dindirip kendinden olmayanı dışlayıcı popülist bir söylem ile daha önceleri öngörülemez şekilde yarışın adaylarından biri oldu. Karşısında ise seveninden çok sevmeyeni olan, kocasının ardından adaylığını koyarak Amerika’nın yeni nesil siyasi hanedanlarından olmaya aday Clinton var. İş dünyası günümüz Amerika’sını büyük ölçüde yönlendirirken, popülist ve tehlikeli söylemlerle geride kalanların oylarını kazanmaya çalışan bu iki aday var karşımızda. Genele baktığımızda ise ne vaatler ne de bu söylemler bir adayın tercih edilmesinde belirleyici etken oluyor. Kampanyalar büyük bütçeli bir pazarlama projesi ve kim daha çok mali destek alırsa kampanyasının başarılı olma ihtimali o kadar yükseliyor. Bu da iş dünyasının siyaseti ne kadar etkilediğinin önemli bir göstergesi. Birçok konuda fikir ayrılıkları olduğu için, bu kampanyalar vaatlerden çok adayların kişiliği üzerinden yürütülüyor. Yani bir anlamda seçmenlere aday sevdirilmeye ve böylece adaya güven duyulmasını sağlamaya çalışıyorlar. Amerikan seçim tartışmalarını takip ederken bir dedikodu programını izliyor duygusuna kapıldıysanız sebebi de bundan. Ve Amerikan seçmeni her ne kadar soya sütlü, az şekerli, kremalı, vanilya aromalı, 40 derecede ısıtılmış, küçük boy, seramik fincanda bir kahve istese dahi, ona sunulan sadece acı veya koyu kahve olunca, iki bayılmadığı seçenek arasından seçim yapmak zorunda bırakılıyor ve dükkândan tatmin olmamış bir şekilde mutsuz ayrılıyor.
Karel Valansi Şalom Gazetesi, Objektif 9 Kasım 2016 http://www.salom.com.tr/haber-101008-starbucks_caginda_amerikan_secimleri.html#sthash.K2Qal0IW.dpuf

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

Bu çocuğa dikkat! Adını çok duyacaksınız

Ralfi Kanyas ile tanıştırmak istiyorum sizleri. Çok özel bir genç. 22 yaşında hem medya iletişim üçüncü sınıfta okuyor hem de Hürriyet Ege’de muhabir olarak çalışıyor. 16 yaşında karşıdan karşıya geçerken bir arabanın çarpmasıyla hayatı değişiyor. Tekerlekli iskemleye bağlı kalmanın tüm zorluklarına rağmen hayata daha da sıkı tutunuyor. Başta zorluk çekse de önce ailesi sonra da arkadaşları ona güç veriyor ve engel tanımaz oluyor. Şimdi hem katıldığı gönüllü çalışmalarla, hem de gazete yazılarıyla engellilerin hayatında bir fark yaratmaya çalışıyor. Geleceğin başarılı gazetecisini şimdiden tanıyın istedim. Karel Valansi

Shai Cohen: “Israel is more than willing to facilitate the life of the civil population in the Gaza strip”

Since the press leak during the Zurick meeting we are discussing the Turkish-Israeli reconciliation. I wanted to ask Shai Cohen, the Consul General of Israel in Istanbul, about the latest developments in the region as well as the reasons and outcomes of these negotiations. I want to thank him especially as I know he does not talk to any journalists right now and accepted my request Karel Valansi Since the press leak during the Zurich meeting, we are discussing the reasons and possible outcomes of Turkish-Israeli reconciliation. In what stage are the negotiations? The Zurich meeting has anchored three Turkish conditions which are the apology, the compensation and the Gaza issue. According to some reports in the media, which I cannot confirm, there are Israeli conditions which is the condition of withdrawal of lawsuits that have to do with the Mavi Marmara incident. The condition that is already met by Israel more than two years ago is the apology. Regarding the compensatio