Ana içeriğe atla

Obama sonrası Orta Doğu

Oldukça tartışmalı bir başkanlık seçimini geride bırakan ABD, kurulu düzene karşı çıkanların oylarıyla başkanlık koltuğuna oturmaya hazırlanan Donald Trump ile yeni bir döneme hazırlanıyor. Trump başkanlığındaki ABD ile ilgili analizler, genelde seçim kampanyasındaki söylemleri üzerinden geliştirilmeye çalışılıyor. Oysa seçilmesi ne kadar sürpriz olduysa, vaatlerinin ne kadarını gerçekleştireceği de o kadar sürpriz olacak. Trump demek bir öngörülememe durumu, bir bilinmezlik demek. Bir etki yaratacağı kesin, ama bunun nasıl olacağı bilinmiyor. Bu bilinmezlik durumu da en büyük endişe kaynağı.
Siyasi geçmişi olmayan Trump’ın bir iş adamı gibi düşünerek kararlar alacağı söylenebilir ancak. Bir de danışmanlarının, tıpkı eski bir aktör olan Ronald Reagan başkanlığında olduğu gibi, önemli olacağı. Bu nedenle fikirlerine güvendiği kızı İvanka Trump başta olmak üzere yakın çevresinde topladığı isimleri ve görüşlerini incelemenin tam zamanı.
Trump, Orta Doğu’yu akıllı bir yatırım olarak görmüyor ve ABD’nin bölgedeki müdahale hacmini azaltacaktır.” İsrail Dışişlerinin Trump’ın Orta Doğu politikasına dair raporu bu tespitle başlıyor. Buradaki ‘yatırım’ kelimesinin seçimi bile kendi başına bir emlak imparatorluğu kurup, battıktan sonra yeniden yükselmiş Trump’ın düşünce tarzını doğru göstermesi açısından önemli.

Bu kadar bilinmeyen varken, Trump’ın neler yapacağını şimdilik bir kenara bırakıp, ABD’nin hali hazırdaki Başkanı Barack Obama’nın yeni başkana devredeceği Orta Doğu politikasını hatırlayalım.
Orta Doğu toz duman altında. Henüz yakın geleceğin neler getireceğini net olarak kestiremesek de, ülke çıkarlarının ve çatışma alanlarından yayılan tehditlerin bölge ülkelerini daha pragmatik davranmaya zorladığını söylemek mümkün. Orta Doğu’da dengeler şekillenirken, gücün yeniden dağılımı da söz konusu. Böyle bir çerçevede dünya ülkelerinin ilgisi buradan eksilmiyor. Kısa bir sürede bölgede söz sahibi olan Rusya, statükocu bir güç olarak rejim değişikliklerine karşı çıkarken, karşısında hala küresel olaylarda merkez karar alıcı konumunda olan ABD bulunuyor. Her ne kadar tek süper güç unvanını elinde bulundurmak her şeyi arzuladığı gibi yapmasına olanak vermese de, ABD’nin aldığı kararlar küresel sistemi şekillendirmeye devam ediyor.
Obama, Bush döneminden farklı olarak, her soruna askeri bir çözüm üretmek yerine diplomasiye ağırlık vermek istedi. Daha da önemlisi her sorunu mutlaka ABD’nin halletmesi gerektiğine dair algıyı yıktı ve Amerikan çıkarlarını merkeze alan bir yaklaşım belirledi. Gelecek Asya’da şekilleniyordu, Çin yükselen önemli bir güçtü, ama ABD Orta Doğu’dan paçasını bir türlü kurtaramıyordu.
Rusya’nın bölgeye dönüşü ABD’nin oldukça işine geldi. Obama Orta Doğu’ya daha temkinli, daha sınırlı yaklaşmak istiyordu, Moskova sayesinde bu kısmen gerçekleşti. Yani Rusya’nın yükselişi karşısında ABD geri çekilmedi, tersine her şeye müdahale etmek zorunda kalmadığı için rahatladı. Kara gücü için ise Türkiye’yi karşısına almak pahasına PYD’ye güvendi. Evet, ABD Bush döneminden farklı bir politika izliyordu, postallar artık bölgede yoktu ama uçakların bölgedeki görevi sona ermedi. Uzaktan kumanda ile yürütülen savaş zamanı başlamıştı.
İstikrarsızlık ve güç boşluğu, devlet dışı örgütlerin güç kazanması, göçler ile değişen demografik yapılar derken, terörden mülteci akınına kadar Orta Doğu birçok konuda çok daha geniş bir coğrafyayı etkisi altına aldı. Batı yapımı sınırlar da, ülkeler de bir toz bulutu halini aldı. Avrupa Birliği’nden küreselleşmeye birçok fikir ve proje yara aldı. BM’nin barışı sağlama görevi ve etki alanı da tartışılmaya başlandı.
Trump’ın Obama’nın siyasetinden farklı bir yöne gitmek istediği biliniyor. Ancak konu Orta Doğu olduğunda evdeki hesabın çarşıya uymadığını kısa bir sürede öğrenebilir. Bu sırada ‘Trump’ın seçilmesi dünyayı alt üst edecek!’ diyerek kabus senaryoları çizenler bir soluklanın. Büyük umutlarla gelen ve daha bir şey başarmadan Nobel Barış Ödülü ile ödüllendirilen Obama’nın geride bırakacağı Suriye’ye, Irak’a, Yemen’e, Libya’ya bakın. Müttefiki İsrail, Suudi Arabistan ve Mısır ortak tehditler sayesinde ilişkilerini kendileri geliştirebildi, İsrail’in ayrıca Türkiye ile de soğuk normalleşmesi sürüyor. Ancak Kerry’nin tüm çabasına rağmen çöken görüşmelerden sonra, İsrail ile Filistinliler arasında bir barış ufukta gözükmüyor. Obama kendi başarı hikayesini sadece İran nükleer anlaşması üzerinden kurgulamaya çalışıyor. 
Bölgede kontrolün çok da sağlam olmadığı veya Suriye gibi darmadağın olduğu yerlerde terör örgütleri etki alanlarını koruyor. IŞİD Trump’ın da önceliği. Bu durumu, “Esad’a bayılmıyorum ama IŞİD’i öldürüyor, Rusya da IŞİD’i öldürüyor, İran da IŞİD’i öldürüyor,” diyerek açıklamıştı. Bu açıklamadan diğerlerine de ihtiyacı olduğu sürece müsamaha gösterecek anlamını çıkarabiliriz. Öte yandan, IŞİD yenilse bile buharlaşıp kaybolmayacağı ve yerini bir başka örgütün alabileceği biliniyor. Başarısız ülkelerden arta kalan enkazdan yeninin nasıl filizleneceği, ‘ertesi günün’ nasıl olacağı ise hala bilinmiyor. Trump başkanlığındaki ABD’nin yeniden bir devlet inşa sürecine girmek istemeyeceği biliniyor. Rusya ve AB de bu işe kalkışmayacaktır.
Bir çıkış ışığı görülmezken, kararlı adımlar ve uluslararası fikir birliği her zamankinden daha gerekli. Peki, Obama sonrası Orta Doğu nasıl şekillenecek? Yeni Başkan Trump ile bölgeyi nasıl bir gelecek bekliyor? Bu soruların henüz bir yanıtı yok. Ancak destedeki kurtarıcı Joker’in Washington’da bulunmadığı aşikar.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ke vamos a mirar en la karantina?

Kon el fin del verano i el retorno de la karantina, estamos mas tiempo en las kazas. Les kero propozar tres serias de TV echos en Israel. El primer es "Tehran". Es una seria de espionaje muy enteresante. Una espion del Mossad viaja en sekreto a la kapital de Iran. Tehran es su lugar de nasimiento tambien. La hacker de komputadora tiene el objektivo de dezaktivar el reaktor nuklear. Esta misyon tendra implikasyones para el Medio Oriente i el mundo entero. La seria es en ebreo i perso. Es una sezon i tiene ocho episodios, kada uno 50 minutos. Mi segunda propozisyon es una seria romantika i komika. Lehiyot Ita (Estar Kon Eya) es una seria de 2013, ma muy simpatika. Izieron tambien la version Amerikana ke se yama “La beyeza i el panadero”. La seria konta la istorya de amor entre una supermodela internasyonal muy famoza i muy rika, i un simple panadero ke no tuvo la shans de ir a la eskola artistika por razones finansiales. La seria es dos sezones, 18 episodios en total i kada uno...

Türkiye-Çin İlişkilerinde Yeni Dönem: Çok Kutupluluk, Ticaret ve Jeostrateji

Küresel düzen ciddi bir değişim yaşarken dünya, çok katmanlı krizler, jeopolitik sarsıntılar ve belirsizliklerle şekillenen bir döneme girdi. Soğuk Savaş sonrası ABD merkezli tek kutuplu düzen geride kalırken, yerine çok kutuplu ancak öngörülemez bir sistem şekilleniyor. Bu belirsizlik, Türkiye–Çin ilişkilerini hem fırsatları hem de çelişkileriyle öne çıkaran bir sahneye dönüştürüyor. Ankara ve Pekin söylem düzeyinde kolayca yan yana gelebiliyor. Türkiye’nin “Dünya beşten büyüktür” çıkışı ile Çin’in “çok kutuplu dünya” vurgusu, Batı merkezli düzeni sorgulayan ortak bir dil yaratıyor. Ancak bu söylemsel yakınlaşma, Türkiye’nin NATO üyeliği ve Batı ile kurumsal bağları düşünüldüğünde, stratejik sınırlarla karşılaşıyor. İlişkilerin gerçek boyutu, ticaretteki asimetri, Kuşak ve Yol yatırımlarındaki bağımlılık riski, savunma sanayii işbirliği, Uygur meselesinin ikili ilişkiler üzerindeki gölgesi ve ABD–Çin rekabetinin baskılarıyla şekilleniyor. Panorama Soruyor  bu ay, Türkiye-Çin ilişk...

The Concept of Middle Power and Türkiye’s Foreign Policy

Ongoing conflicts and crises across various regions continue to underscore the intensifying power rivalries that define today’s international relations. The erosion of the post-1945 international order—and the weakening of the institutions that underpin it—has been further accelerated by the United States’ growing reluctance to maintain its traditional leadership role. As a result, uncertainty has become a defining feature of the current global landscape, marking a turbulent and complex period of transition.  Amid this shifting order, middle powers have begun to occupy a broader space in global affairs. These states, often positioned between global hegemons and smaller, less influential nations, act as stabilizers within the international system. Through mediation efforts, regional diplomacy, and strategic initiatives—sometimes beyond their material capabilities—they contribute meaningfully to international stability and governance. In times of heightened uncertainty, such states o...