Ana içeriğe atla

Gelinle damadın katılmadığı düğün

15 Ocak pazar günü Fransa’nın başkenti Paris, yeniden bir Orta Doğu barış konferansına ev sahipliği yaptı.‘Conférence pour la paix au Proche-Orient’ın programında Suriye, Irak, İran, Yemen, Libya, IŞİD yoktu. Oldukça ciddi sorunlar yaşayan bölgeye ufuk açıcı bir çözüm önerisiyle gelme gibi bir hedef de yoktu. Tek amaç, İsrail ile Filistinliler arasındaki sorunda, iki devletli çözüme desteğin hala var olduğunu gösterebilmekti. 
Ev sahibi Fransa’nın Cumhurbaşkanı François Hollande da bu noktaya dikkat çekti konuşmasında. İki devletli çözümün, yerleşimlerin artmasıyla fiziksel olarak, barış kampının zayıflamasıyla siyasi olarak, iki taraf arasındaki güvensizliğin artmasıyla da manevi olarak tehdit altında olduğunu düşündüklerini belirtti.
Yaklaşık 70 ülkenin katıldığı konferansta, Türkiye’yi Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu temsil etti. Ancak bu yüksek ilgiye rağmen konferans en önemli iki aktörünün eksikliğinde gerçekleşti. Doğrudan önkoşulsuz görüşmelerden yana olan İsrail ve bunca yıldır bir sonuç çıkarmayan bu tür konferanslardan bıkan Filistin Yönetimi Paris’te değildi. Bu da bu buluşmayı tıpkı İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Tzipi Hotovely’nin belirttiği gibi “gelin ve damatsız bir düğüne” çevirdi.
Ana aktörlerin hazır bulunmadığı bu konferansın amacı neydi?

Gerçek anlamda bir pazarlığın yapılmadığı, yeni bir çözüm önerisinin sunulmadığı bu konferans daha çok sembolik bir anlam taşıyor. Filistin sorunu artık dünya gündeminde pek yer almıyordu. Bu sorun, Suriye, IŞİD gibi öncelikli konular nedeniyle arka plana atılmıştı. Bu konferans ile amaç bölgede yaşanan tüm gelişmelere rağmen bu konunun unutulmadığını hatırlatmaktı. 
Bu hatırlatmanın bir muhatabı da vardı. 20 Ocak’ta yemin ederek göreve başlamaya hazırlanan ABD’nin müstakbel Başkanı Donald Trump’a açık bir uyarıydı bu. Obama’nın aksine İsrail yanlısı bir dış politika yürüteceğini duyuran, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul etmeye yönelik önemli bir adım olan elçiliğin taşınması konusunda söz veren Trump’a, bölge için yürütülen barış çabalarının bu durumda sonuçsuz kalacağını iletmekti asıl amaç.
Konferansın zamanlaması da oldukça dikkat çekiciydi. ABD’de başkanın değişmesine beş gün kalmıştı, Fransa ise yakın zamanda seçimlere hazırlanıyordu. Bu kadar önemli bir değişim sürecinde bir günlük bir konferansın düzenlenmesinin altında yatan amaç çözüm üretmek olamazdı. 
Herhangi bir parametre dikte etmenin söz konusu olmadığı ve çözümün ancak tarafların doğrudan müzakere etmeleri halinde sağlanabileceği belirtilse de asıl söylenen iki devletli çözümün uluslararası destek gören ve kabul gören tek çözüm olduğuydu. Ancak, Paris konferansı ile iki devletli çözüm vizyonu yeniden güçlenmedi. AB dışişleri bakanlarının bu konuyu görüşmesi de durumu değiştirmeyecek. Son yirmi yıldır denenen bu çözüm sadece başarısızlıkla sonuçlandı. Yeni bir çözüm önerisi geliştirilemeyince eskisine dört elle sarılınıyor ancak ne İsrail’in ne de Filistinlilerin iki devletli çözüme inançları pek kalmamış gibi gözüküyor. 
Filistin Yönetimi konferansı memnuniyetle karşılarken, İsrail Devleti’nin varlığını reddeden Hamas bunu vakit kaybı olarak niteledi. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ise İsrail'e bazı şartları empoze etmek amacıyla düzenlendiğini belirtti ve "Paris Konferansı dünün dünyasının son çırpınışlarıdır, yarın çok farklı olacak ve yarın çok yakın,” dedi. 20 Ocak sonrası herşeyin değişeceğine inanan Netanyahu, Obama’nın verdiği tüm zararların Trump ile aşılacağına inanıyor. 
Bu konuda konferans katılımcılarından da farklı düşünenler var. İngiltere, İsrail ve Filistinlilerin konferansta bulunmayışından ve barış görüşmelerini teşvik edeceğine tam tersine zorlaştırabileceğinden dolayı sonuç bildirisini imzalamadı. Rusya’nın konferansa dışişleri bakanını yollamayıp Fransa büyükelçisini görevlendirmesi ise dikkatlerden kaçmadı.
Paris konferansı ile ne kazanıldı derseniz, ABD’nin veto etmediği BMGK kararı ve ABD dışişleri Bakanı Kerry’nin bu kararın sebeplerini açıkladığı, İsrail’in tepki ile karşıladığı konuşmasının ardından ilk defa Netanyahu ile Kerry birbirleriyle konuştular. Kudüs terör saldırısının ardından Avrupa başkentleri İsrail bayrağının renklerine bürünerek destek olurken, hemen ardından düzenlenen bu konferans İsrail’in AB’ye olan güvensizliğini tescilledi.
Her ne kadar sandalyeleri doldurmuş olsa da Avrupa’nın bu konuda gerçek anlamda bir girişim başlatamayacağını gösterdi. Çünkü ne BMGK kararı ne de bu konferans sonrası gerçek anlamda bir değişiklik olmayacak.
Tam tersine hem İsrail’i daha radikal adımlar atmaya yöneltebilir, hem de Filistinlileri görüşme masasından daha da uzaklaştırabilir. Her ne kadar Avrupalılar Orta Doğu’da bir aktör olmak isteseler de, bir çözüm kapısı ancak bölge ülkelerinin ve tabi ki ‘gelin ile damadın’ hazır bulunduğu, ABD ve Rusya’nın desteğinde bir bölgesel konferans ile yeniden açılabilir. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Survivor Hayim’in gerçek dünyası - Söyleşi

Hayim, çok sevdiğim bir arkadaşımın kuzeni. Aklı başında, ne istediğini bilen biri. Askerlik dönüşünde ani bir kararla Survivor yarışmasına katıldığını duyduğumda çok şaşırmıştım. Pek spor yapmayan, atletik olmayan biri neden zor koşullarda, dayanıklılık, irade ve güç isteyen bir televizyon programına katılır? Bunları konuşurken, sayesinde takip etmeye başladığım Survivor ile ilgili tüm merak ettiklerimi de sordum; kameralara yansımayan gizli bir tuvalet var mıydı, ya da yayın bitince gidilen lüks bir otel? Begüm’le arasında bir yakınlaşma oldu mu, Merve neden pişman oldu yarışmaya katıldığına? İşte Sabah Gazetesinden Yüksel Aytuğ’un teşekkür ettiği, seyircilerin filozof olarak tanımladığı Hayim ve Survivor yarışmasının bilinmeyenleri… Survivor maceran nasıl başladı? Katılmak nereden aklına geldi? Arkadaşlarımla uzun süredir Survivor’u takip ediyorduk. Hep katılmak istiyordum ama televizyona çıkmak beni korkutuyordu. Geçen sene iki yakın arkadaşım Dominik’e gittiler. Yarışmacıları

Democratya!* İsrail’de Kırmızılı Kadınların Direnişi

2022 yılı sonunda göreve başlayan, Binyamin Netanyahu liderliğindeki yeni hükümet, İsrail tarihinin en aşırı sağcı ve dindar partilerinden oluşuyor. Bu koalisyon, kuruluşundan bu yana kendini Orta Doğu ’ nun tek demokrasisi olarak tanımlayan İsrail’in geleceği ve demokratik yapısı için büyük bir tehdit oluşturuyor. Bu tehditler bir çok farklı koldan ilerliyor.    Netanyahu ’ nun uzun süredir basını kontrol altına alma çabası demokrasinin ifade özgürlüğü ilkesini tehdit ediyor. Filistinliler dahil azınlık gruplarının, LGBTQ+ toplumunun ve kadınların kanun önünde eşitliğini ihlal edecek yasa tasarıları , demokrasinin bir diğer önemli prensibi olan eşit haklar ilkesini tehdit ediyor. İsrail ’ de yürütme ve yasama erkleri her zaman hükümet tarafından kontrol edilmekte. Yüksek Mahkeme, iktidar partilerinin gücünü kontrol eden ve anayasa görevini yerine getiren Temel Yasaların uygulanmasını güvence altına alan tek  kurumdur. Ancak yeni hükümet yasama üzerinde sınırsız güç sahibi olmak için Y

Yahudi Cesaret Ödülü üzerine

24 Haziran 2018 seçiminde CHP’den Cumhurbaşkanı adayı olan Muharrem İnce, 16 Ağustos’taki Twitter paylaşımlarıyla isim kullanmadan hükümete yönelik eleştirilerini sıraladı. Bu eleştirilerinin arasında “Siz, yaptığınız hizmetlerle Yahudi Cesaret Ödülüne lâyık görülen ve bu ödülü kendine lâyık görenlersiniz” ifadesine de yer verdi.  İnce’nin bu paylaşımı bu konudaki ilk çıkışı değildi. Geçtiğimiz yılın Aralık ayında, partisinin Yalova Merkez İlçe 10. Olağan Kongresi’ndeki konuşmasında da “Dünyada ‘Yahudi Cesaret Ödülü’ ya da diğer adıyla ‘Davut Yıldız’ı alan tek Müslüman, Recep Tayyip Erdoğan’dır,” demişti.  İnce, 2013 yılında yaptığı bir başka konuşmada ise bu sefer Türkiye’nin Rum vatandaşlarını kızdırmıştı. “Atatürk olmasaydı, (…) adınız Ahmet, Hasan, Hüseyin olmazdı, Dimitri, Yorgo olurdu. Bunları doğru bilmeleri lazım” demiş, gelen tepkilerin ardından Twitter hesabından “Benim gibi askerlik yapan, vergi veren, Cumhuriyet’e inanan, vatandaşımız olan Yorgo ve Dimitri’leri kastetm