Ana içeriğe atla

Asım Akansoy'un makalesinde alıntılandım


"Doğu Akdeniz’deki doğal gaz yatakları, bölge ülkelerinin jeo-enerji stratejisi ve ittifak ilişkileri bağlamında önemli gelişmeler yaşanmaktadır. İsrail’in bu bağlamdaki rolü oldukça önemli. 26 Ekim 2016 tarihli haftalık Şalom Gazetesi köşe yazarı Karel Valansi’ye göre, “Doğu Akdeniz’de son yıllarda ardı ardına keşfedilen doğalgaz yatakları, enerji jeopolitiği ile bölge ülkelerinin stratejik değer ve gücünü arttıran önemli bir faktör haline geldi. İsrail, Mısır ve Kıbrıs’a ait münhasır ekonomik bölgelerde yapılan araştırmalar, bu havzalarda keşfedilmeyi bekleyen daha da zengin yataklar olduğunu müjdeliyor. 2009’da Tamar ve 2011’de Leviathan’ın keşfi ile dünyanın sayılı doğalgaz kaynaklarına sahip olduğu ortaya çıkan İsrail’i, Afrodit ile Güney Kıbrıs, Zohr ile Mısır takip etti. Bu büyüklükteki doğalgaz keşfi her üç ülke için de oyun değiştirici bir gelişme.”
Valansi’ye göre, “Bu üç ülke için doğalgaz, maddi getiriden çok, diplomatik kazanç elde edebilecekleri stratejik bir koz olarak önemini koruyor. Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Kıbrıs sorununun kendi çıkarlarını yansıtacak ve fazla ödün vermesini gerektirmeyecek şekilde çözülmesi için ağırlığını koyarken İsrail, doğalgazını ihraç etmeyi hedeflediği Avrupa’nın özellikle Filistin konusunda kararlarını kendi lehine etkilemeyi amaçlıyor. Afrodit’in ihracat için tek başına yeterli gelmemesi Güney Kıbrıs’ı ve dolayısıyla Yunanistan’ı İsrail ile işbirliğine teşvik etmişti. İsrail’in başta Suudi Arabistan ve Mısır olmak üzere bölge ülkeleriyle ilişkilerini düzeltmesinin yanı sıra Davos ile başlayıp Mavi Marmara krizi ile bozulan Türkiye-İsrail ilişkileri ve akabinde dondurulan ikili anlaşmalar, İsrail’in Yunanistan ile askeri ve güvenlik işbirliğini arttırmış, enerji işbirliğinin temelini oluşturmuştu. Bu durum, yani Mısır, Yunanistan, Güney Kıbrıs ve İsrail arasındaki yakın işbirliği Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de oyun dışı bırakıyor. İsrail ile ilişkilerinin bozulmasının yanı sıra, Kıbrıs sorununun yıllardır çözülememesinin Yunanistan ile sıcak tuttuğu gerginlik hali, Güney Kıbrıs ile hali hazırda var olan zihinsel probleminin üzerine Mısır ile ilişkilerinin de bozulması eklenince, Ankara’nın karşısında doğal bir cephe oluşmuş oldu. Türkiye’nin İsrail ile normalleşmeyi istemesinin sebeplerine bakarken İsrail’den Avrupa’ya Türkiye üzerinden uzanacak doğalgaz boru hattı projesi kadar, Ankara’nın bu cepheyi zayıflatma isteğini de göz önünde bulundurmak gerek.”

Devamla…

“İstanbul’daki 23. Dünya Enerji Kongresi’ne katılmadan önce Yunanistan ve Güney Kıbrıs enerji bakanlarıyla bir araya gelen İsrail Enerji Baklanı Yuval Steinitz, enerji konusunda tek bir seçenek üzerinde durmadıklarının, en az iki farklı ihracat yolunun seçileceğinin bilgisini paylaştı. Avrupa’ya ihracat seçenekleri arasında, doğalgaz boru hattında ekonomik Türkiye veya güvenilir Kıbrıs seçeneğinin yanı sıra, Mısır aracılığıyla LNG şekilinde veya İsrail-Kıbrıs-Girit-Yunanistan arasında deniz altına döşenecek yüksek kapasiteli elektrik bağlantısı bulunuyor. Herkesin hemfikir olduğu konu, doğalgaz ihracatında en ekonomik yolun Türkiye üzerinden mevcut boru hattıyla Avrupa’ya bağlanması olduğu. Bunun Kıbrıs sorununu çözebilecek katalizör görevi üstlenmesi de göz ardı edilmiyor. Ancak Türkiye seçeneği tüm avantajlarına rağmen güven eksikliği ve doğalgaz anlaşması imzalandıktan sonra Ankara’nın bu konuyu politik koz olarak kullanabilme ihtimali nedeniyle İsraillilerde soru işaretleri uyandırıyor. Oysa böyle bir olasılıkta, yani Türkiye’nin İsrail doğalgazını kesmesi durumunda en büyük zararı kendisine verir ve geliştirmek istediği güvenilir enerji geçiş güzergâhı özelliğini kaybeder. Türkiye’nin de tıpkı Avrupa gibi enerji tedarik ağını çeşitlendirmesi ve Rusya bağımlılığını azaltması gerekirken böyle bir riski göze alacağını sanmıyorum. Ancak İsrail, Kıbrıs seçeneğini bu ihtimal nedeniyle de canlı tutuyor.”


Yazının tamamı:
Çözüm sürecinde... Tehlikeli Oyunlar
İsviçre’de yapılması kararlaştırılan Toprak zirvesi, müzakere sürecinin geldiği aşama açısından oldukça önemlidir. Hatırlarsanız, kısa bir süre önceye kadar bu noktaya bile gelinemeyeceği yönünde karamsar, aşırı kaygılı görüşler ortaya konuyordu. Yönetim ve Güç Paylaşımı, Ekonomi, AB ve Mülkiyet konu başlıklarında oluşan ciddi yakınlaşmaların Toprak konusu ile bağlantılandırılacağı yeni bir durum söz konusu. Bu durum müzakere yöntemindeki format değişikliğine işaret etmektedir.
Yani İsviçre’deki görüşmelerde büyük resimde sonuç odaklı al-ver süreci yaşanacaktır.
Yönetim ve Güç Paylaşımında Kıbrıslı Türklerin beklentileri ile Toprak konusunda ise Kıbrıslı Rumların beklentileri arasındaki denge daha belirgin kılınacaktır.
Bu dengenin kurulamaması, bunun başarılamaması için bir neden yoktur. Ancak Kıbrıslı Liderlerin uluslararası camia adına BM ve taraf olan diğer güçler tarafından ciddi anlamda desteklenmesi, cesaretlendirilmesi gerekiyor.
Açık olan bir konu varsa o da, her iki liderin de bu noktaya gelirken BMGS Kıbrıs Özel Danışmanı Eide ile birlikte büyük çaba ortaya koyduklarıdır. Bugün gelinen aşama, varılan sonuç kanımca göz ardı edilemeyecek denli önemli bir ilerlemedir.  İsviçre toplantısı ardından hedeflenen çoklu konferansa ulaşma konusunda özellikle Cumhurbaşkanı Sn.Akıncı’nın rolü, Sn. Anastasiadis ile kıyaslandığında çok daha yüksektir. Orada atacağı yapıcı ve sonuç alıcı adımlarla 2016 içerisinde bir çözüme adayı ulaştırabilir.
Tarihin işaret ettiği adımları atmak Cumhurbaşkanı’nın elindedir.
Ve bu adımları atmanın günü gelmiştir. Bunları hamaset olsun diye yazmıyorum. Adada var olan bölünmüşlüğün bizi çok daha kötü bir yere götürme olasılığını öngördüğüm, Kıbrıs’ın ya birleşeceğini ve istikrara kavuşacağını ya da Ortadoğu ve enerji girdabına gireceğini düşündüğüm için yazıyorum.
Bakınız;
Doğu Akdeniz’deki doğal gaz yatakları, bölge ülkelerinin jeo-enerji stratejisi ve ittifak ilişkileri bağlamında önemli gelişmeler yaşanmaktadır. İsrail’in bu bağlamdaki rolü oldukça önemli.26 Ekim 2016 tarihli haftalık Şalom Gazetesi köşe yazarı Karel Valansi’ye göre, “Doğu Akdeniz’de son yıllarda ardı ardına keşfedilen doğalgaz yatakları, enerji jeopolitiği ile bölge ülkelerinin stratejik değer ve gücünü arttıran önemli bir faktör haline geldi. İsrail, Mısır ve Kıbrıs’a ait münhasır ekonomik bölgelerde yapılan araştırmalar, bu havzalarda keşfedilmeyi bekleyen daha da zengin yataklar olduğunu müjdeliyor. 2009’da Tamar ve 2011’de Leviathan’ın keşfi ile dünyanın sayılı doğalgaz kaynaklarına sahip olduğu ortaya çıkan İsrail’i, Afrodit ile Güney Kıbrıs, Zohr ile Mısır takip etti. Bu büyüklükteki doğalgaz keşfi her üç ülke için de oyun değiştirici bir gelişme.”
Valansi’ye göre, “Bu üç ülke için doğalgaz, maddi getiriden çok, diplomatik kazanç elde edebilecekleri stratejik bir koz olarak önemini koruyor. Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Kıbrıs sorununun kendi çıkarlarını yansıtacak ve fazla ödün vermesini gerektirmeyecek şekilde çözülmesi için ağırlığını koyarken İsrail, doğalgazını ihraç etmeyi hedeflediği Avrupa’nın özellikle Filistin konusunda kararlarını kendi lehine etkilemeyi amaçlıyor. Afrodit’in ihracat için tek başına yeterli gelmemesi Güney Kıbrıs’ı ve dolayısıyla Yunanistan’ı İsrail ile işbirliğine teşvik etmişti. İsrail’in başta Suudi Arabistan ve Mısır olmak üzere bölge ülkeleriyle ilişkilerini düzeltmesinin yanı sıra Davos ile başlayıp Mavi Marmara krizi ile bozulan Türkiye-İsrail ilişkileri ve akabinde dondurulan ikili anlaşmalar, İsrail’in Yunanistan ile askeri ve güvenlik işbirliğini arttırmış, enerji işbirliğinin temelini oluşturmuştu. Bu durum, yani Mısır, Yunanistan, Güney Kıbrıs ve İsrail arasındaki yakın işbirliği Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de oyun dışı bırakıyor. İsrail ile ilişkilerinin bozulmasının yanı sıra, Kıbrıs sorununun yıllardır çözülememesinin Yunanistan ile sıcak tuttuğu gerginlik hali, Güney Kıbrıs ile hali hazırda var olan zihinsel probleminin üzerine Mısır ile ilişkilerinin de bozulması eklenince, Ankara’nın karşısında doğal bir cephe oluşmuş oldu. Türkiye’nin İsrail ile normalleşmeyi istemesinin sebeplerine bakarken İsrail’den Avrupa’ya Türkiye üzerinden uzanacak doğalgaz boru hattı projesi kadar, Ankara’nın bu cepheyi zayıflatma isteğini de göz önünde bulundurmak gerek.”
Devamla…
“İstanbul’daki 23. Dünya Enerji Kongresi’ne katılmadan önce Yunanistan ve Güney Kıbrıs enerji bakanlarıyla bir araya gelen İsrail Enerji Baklanı Yuval Steinitz, enerji konusunda tek bir seçenek üzerinde durmadıklarının, en az iki farklı ihracat yolunun seçileceğinin bilgisini paylaştı. Avrupa’ya ihracat seçenekleri arasında, doğalgaz boru hattında ekonomik Türkiye veya güvenilir Kıbrıs seçeneğinin yanı sıra, Mısır aracılığıyla LNG şekilinde veya İsrail-Kıbrıs-Girit-Yunanistan arasında deniz altına döşenecek yüksek kapasiteli elektrik bağlantısı bulunuyor. Herkesin hemfikir olduğu konu, doğalgaz ihracatında en ekonomik yolun Türkiye üzerinden mevcut boru hattıyla Avrupa’ya bağlanması olduğu. Bunun Kıbrıs sorununu çözebilecek katalizör görevi üstlenmesi de göz ardı edilmiyor. Ancak Türkiye seçeneği tüm avantajlarına rağmen güven eksikliği ve doğalgaz anlaşması imzalandıktan sonra Ankara’nın bu konuyu politik koz olarak kullanabilme ihtimali nedeniyle İsraillilerde soru işaretleri uyandırıyor. Oysa böyle bir olasılıkta, yani Türkiye’nin İsrail doğalgazını kesmesi durumunda en büyük zararı kendisine verir ve geliştirmek istediği güvenilir enerji geçiş güzergâhı özelliğini kaybeder. Türkiye’nin de tıpkı Avrupa gibi enerji tedarik ağını çeşitlendirmesi ve Rusya bağımlılığını azaltması gerekirken böyle bir riski göze alacağını sanmıyorum. Ancak İsrail, Kıbrıs seçeneğini bu ihtimal nedeniyle de canlı tutuyor.”
Yukarıdaki saptamaları, geçtiğimiz hafta Türkiye’den KKTC’ye kablo ile, (sözde daha ucuz) elektrik getirme anlaşması yapmak üzere Ankara’ya giden Bakanın, Enerji Anlaşması imzalayarak dönmesi bağlamında yeniden okumak gerekir. Petrol, doğalgaz, elektrik ve yenilenebilir enerji alanlarında işbirliğini içeren Enerji Anlaşmasının özünde Kıbrıslı Türkleri ucuz elektriğe kavuşturmak yatmamaktadır.  Stratejik bir belge olan Anlaşma metni daha önceki yazılarımda da belirttiğim üzere Türkiye’nin Doğu Akdeniz enerji oyunundaki konumu, rolü ile ilgilidir. Hem bugün için hem de yarın için.
Çözümsüzlük koşulları, tüm bu yazılanlar bağlamında çevremizde bulunan ciddi gerilimler ve bir sıcak çatışma potansiyelini tetikleyebilir. Böyle bir durum adadaki çözüm potansiyelini başka bir nedenden dolayı değil, enerji oyunun yaratacağı  yeni risklerden dolayı sonlandırabilir.
Dolayısıyla tüm bunları öngörerek, herkesin, tüm bölge halklarının kazanacağı bir çözüme katkı koyması gerçekten tarihi nitelikte bir konudur.
Çözümsüzlük durumunda herşey aynen devam edecek sanmayın.
Ya çözüm, AB ve istikrar, ya da Ortadoğu girdabına dahil olmuş bir bölge ülkesi, adası. Mesele bu denli ciddidir.

Asım Akansoy Yeni Düzen Gazetesi 29 Ekim 2016

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Doğalgaz üzerine yazınız Türkiye ilişkileri için müsbet olabilir ancak basit bir sorum olacak niye Doğu Akdeniz denizinin yarı-kapalı olduğunu kabul etmiyorsunuz? Buna göre de Türkiye’nin zaten Doğu Akdeniz doğal kaynakları üzerinde hakları var. Doğu Akdeniz havzası klasik bir deniz alanı değildir. Yapılan ölçümlemeler bile bunu doğrulamakta iken karasularını sınırlandırma politikası bu açıdan gerçekçi görünmüyor. Yani İsrail’İn açık denizler politikası altında teknolojik hakimiyeti ile deniz alanını elinde tutması bana gerçekçi gelmiyor. Üstelik denizler hakimiyetinin edinilmesi daha önce totaliter düzenlerin hukukçuları tarafından da savunulmuştu. Teknolojik gelişmişlikle deniz yatağı kaynaklarının ele geçirmesi uluslararası hukukçular tarafından eleştirilmektedir. Buna rağmen İsrail’in inadını anlayabilmeye imkan yok. Bu arada son bir not Ege Kültürüne has koloni mantığı çökeli çok oldu. Akdeniz de kolonilerle örülüp ticaret ile ağ oluşturulacak bir hakimiyet alanı olmayacağı da ortadadır. Zira ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi ve 70’lerin domino sistemi denense de ılımlı diye beklenen ve bölünmesi beklenen coğrafyada ( Çiprut-Geertz çatışması biçiminde okunursa! ) radikal bir yoğunlaşma ve Katolik etki sebebi ile denizler hakimiyetine dayalı ticaret imparatorluğunu kurdurmayacak çok büyük bir muhalefetin de olduğu bir gerçektir.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ke vamos a mirar en la karantina?

Kon el fin del verano i el retorno de la karantina, estamos mas tiempo en las kazas. Les kero propozar tres serias de TV echos en Israel. El primer es "Tehran". Es una seria de espionaje muy enteresante. Una espion del Mossad viaja en sekreto a la kapital de Iran. Tehran es su lugar de nasimiento tambien. La hacker de komputadora tiene el objektivo de dezaktivar el reaktor nuklear. Esta misyon tendra implikasyones para el Medio Oriente i el mundo entero. La seria es en ebreo i perso. Es una sezon i tiene ocho episodios, kada uno 50 minutos. Mi segunda propozisyon es una seria romantika i komika. Lehiyot Ita (Estar Kon Eya) es una seria de 2013, ma muy simpatika. Izieron tambien la version Amerikana ke se yama “La beyeza i el panadero”. La seria konta la istorya de amor entre una supermodela internasyonal muy famoza i muy rika, i un simple panadero ke no tuvo la shans de ir a la eskola artistika por razones finansiales. La seria es dos sezones, 18 episodios en total i kada uno...

Siz sevgilinizle nasıl yürüyorsunuz?

Bir kafenin kaldırım masalarından birinde oturan İtalyan düşünür ve yazar Umberto Eco çevresinden geçenleri gözlemlediğinde bir şey fark etmiş; artık çiftler eskisi gibi kol kola değil el ele yürüyorlar! Bu yeni keşif sonrasında sokaktakileri daha da dikkatle incelediğinde el ele yürüyenlerin genellikle 30 yaş üstü, burjuva sınıfına ait olduklarını fark etmiş. Umberto Eco bu gözlemini yaptığında şöyle sormuş kendine, “Eskiden çiftler kol kola yürürdü. Şimdilerde ise el ele tutuşmak neredeyse zorunlu. Çocuklu erişkinlere ve gay’lere özgü duran el ele tutuşma onları cinsel ilgiyle ödüllendiren tek kişiyi kaybetmeme yolu mu? Bozulmayacak ilişkiye boyun eğmek, kadere teslim olmak mı? Yoksa yaşlılığın karşı konulmaz ilerlemesi ve yetersiz gelir seviyesini dengeleyen bir şefkat göstergesi mi?” Günlük hayatın bu belki önemsiz ancak ilginç detayı Eco’nun dikkatini çektiği gibi Tempo Dergisi’nin kasım sayısındaki konuyla ilgili makalesini okuduğumdan beri benim de ilgimi çekiyor. Ne k...

“We are Beyond What I Had Dreamed of When I Moved to Dubai”

Cem Habib  We talked about how the peace deal between Israel and the United Arab Emirates affected the Jewish life in the Emirates, with the investment manager Cem Habib, who has been living in Dubai since 2016, and who is one of the founding members of the Jewish Council of Emirates (JCE), the first officially recognized Jewish community of the UAE. How long have you been living in Dubai? What influenced you in deciding to live here? I moved to Dubai in 2016, before I had been living in London. My customer base at that time was in Kazakhstan and it had gotten harder commuting there from London every month after 6 years. There were three direct flights between Dubai and Kazakhstan, every day, with a flight time of less than 4 hours. To improve our quality of life and to spend more time with the kids, we moved to Dubai. When moving, how could you overcome the thought “As a Jew, will I be comfortable living in an Arab country with my family?” I talked to my friends from different cou...